A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Din ve Bilim Ayrımı

Kategori Kategori: Kul / Özerk Benlik | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Prof. Dr. M. Orhan Öztürk | 17 Haziran 2009 16:08:17

İnsanoğlunun doğayla ve ölümle savaşımındaki ikinci yön ise, doğa karşısında çoğu kez güçsüz, çaresiz kalan ilkel insanın, derin korkular ve güvensizlik duyguları içinde doğa üstü güçlerin varlığına inanarak, anlayamadığı bir olguyu açıklama, aydınlatma, anlayabilme ve bunlara göre savunma yolları aramasıdır.

Soru 1. Dinleri bir ruhsal rahatsızlığa benzeten görüşler var. Buna bir açıklık getirebilir misiniz?
Yanıt: Ruhsal rahatsızlıklardan saplantı-zorlantı bozukluğu (obsesif-kompulsif nevroz) ile dinler arasında bir bağ olduğunu, ilk olarak, Sigmund Freud ortaya atmış ve bu konuda "Bir Yanılsamanın Geleceği" başlıklı bir kitap yazmıştı. Dikkat edilecek olursa, hem dinlerde, hem saplantı-zorlantı hastalığında düşünceye büyüsel, doğaüstü bir güç yüklenmektedir. Örneğin, güzel bir çocuk görüldüğünde çok insan "maşallah" der ve bu sözcükle çocuğun kötülükten, hastalıktan korunduğuna inanılır. Bu inanışa göre, “Maşallah” sözcüğünün büyüsel bir gücü vardır.  Duaların kötülükten, hastalıktan, belalardan koruyan bir gücü olduğuna inanıldığı için sık sık dualara başvurulur. Dualar da büyüsel güç yüklenen, belirli kalıplarla yinelenen sözcük kümeleridir. Saplantı-zorlantı hastalığı olan bir kişi,  aklına gelen bir düşüncenin uğurlu ve yapıcı ya da uğursuz ve yıkıcı gücü olduğuna ilişkin inançlar oluşturabilir.  Örneğin, belli sayıların uğurlu, belli sayıların uğursuz olduğuna inanır. Aklına uğursuz bir sayı geldiğinde, bunun uğursuzluğunu gidermek için hemen aklına uğurlu sayıları getirmeye başlar ya da bu yıkıcı gücü silebilmek için bir takım yineleyici devinimler (örneğin sayı saymalar, dua okumalar, el yıkamalar...) yapabilir.  Hem saplantı-zorlantı bozukluğunda, hem dinlerde kalıplaşmış, yineleyen, törensel sözler, devinimler vardır. Örneğin saplantılı bir hastada, bilinçdışı yasak bir eğilim, bir dürtü kişi için kirli, günah olarak algılanabilir, suçluluk duygusu doğurabilir.  Böyle bilinçdışı yasak bir dürtünün varlığından, kirlilik, günah gibi duygulardan kendini temizleyebilmek için kişide saplantılı biçimde el yıkama hastalığı başlayabilir.  Belli bir düzen içinde abdest almak, kimi dinlerin başka tür kalıplaşmış törenleri buna benzetilebilir. Freud’un dinleri bir saplantı-zorlantı hastalığına indirgeyen bu yorumu çağdaş ruhbilimde ve ruh hekimliğinde fazla destek bulmamıştır.

Soru 2. Bilim ve din arasındaki ayrımı açıklayabilir misiniz?
Yanıt: Bilim ve dinin temelde iki ortak kökeni olduğunu vurgulamak isterim:
a)İnsanoğlu doğadaki tehlikeleri, bilinmeyen, belirsiz olan durumları, şeyleri tanımak, böyle durumlara açıklık getirmek, bilinmeyeni bilinir yapmak için  hep uğraşmıştır.
b)İnsanoğlu ölümle savaşmış ,  ölümsüzlüğe erişmek için uğraşmıştır.
İnsanoğlunun çağlar boyunca bilinmeyenle ve ölümle savaşımı iki temel yönde gelişmiştir.  Yönlerden birincisi, doğayı tanımak, bilinmeyen durumları, şeyleri bilmek için insanın araştırması, kendine yeni teknolojiler geliştirmesi ve doğa karşısındaki savaşımında bugünkü uygarlık ve bilim düzeyine erişmesidir. Bunu yapabilmesi için gerekli olan yetileri barındıran evrimsel yapı insanda vardır.   Bu evrimsel yapının kazanılması insanda önbeynin çok gelişmiş olmasına bağlıdır.  Bu evrimsel yapıda insana geniş olanaklar sağlayan çeşitli bilişsel ve uyumsal yetiler bulunmaktadır.  Bu yetileri ile insanoğlu, doğumdan sonraki yıllarda sürekli gelişir, toplumsal yaşam içinde uzun süre öğrenmesine, değişmesine olanaklar sağlanır.  Öğrenebilme ve değişebilme insanı hayvanlardan ayıran en önemli evrimsel niteliklerdendir.  İşte insanın özgür ve özerk bireyler olarak yetişmesi, gelişmesi kendisine evrimsel olarak sağlanmış bulunan öğrenebilme ve değişebilme yetilerinin uygun toplumsal ortamı bulmasına bağlıdır.
 
İnsanoğlunun doğayla ve ölümle savaşımındaki ikinci yön ise,  doğa karşısında çoğu kez güçsüz, çaresiz kalan ilkel insanın, derin korkular ve güvensizlik duyguları içinde doğa üstü güçlerin varlığına inanarak, anlayamadığı bir olguyu açıklama, aydınlatma, anlayabilme ve bunlara göre savunma yolları aramasıdır.  Birinci yön insanın bilimsel, ikinci yön ise dinsel yanını oluşturmuştur. Hastalıkları ve doğal yıkıcı güçleri kendi gücü, teknolojisi ile yenemeyince insan, kendi düşüncesinde bunların oluş biçimlerine, bunlardan nasıl kurtulabileceğine, korunabileceğine ilişkin inançlar, kavramlar ve uygulamalar geliştirmiştir.   
 
İlkel insanın hastalıklara, korku verici olaylara, sıkıntıya, bunaltıya karşı savaşı kendi içindeki yansıtmalarla, yarattığı gizemci ve büyüsel düşünce yardımı ile olmuştur. Kaynağı, nedeni bilinmeyen bir hastalık, bir doğal yıkımolay (afet) doğa üstü güçlerle açıklanıyor; kısıtlı da olsa bir çözüm yolu önerilebiliyordu. Bir olgunun nedenini bilmiyorum, bilmek isterim diyebilmek bilimsel düşüncenin önemli bir adımıdır.  Oysa ki güçsüz ve güvensiz ölümlü insan kolaylıkla bilmiyorum diyemez. Kendisini güçsüz, güvensiz kılan nedenleri kolayca tanıyamaz; bunun yerine doğa üstü, bir başka deyimle kendinden üstün ve kendinin ötesinde güçlere inanarak böyle bir sorunu çözmeğe çalışır.
 
En derinde, bilim ve dinlerin kökeninde bu iki temel gereksinim olsa bile, toplumsal gelişme sürecinde dinle bilim arasında yollar ayrılır.  Din, özünde soruşturmadan inanmaya, bilim ise kuşkucu soruşturmaya, araştırmaya dayanan dizgeler olarak gelişir. Bunun en açık örneği yaratılış inancına karşı evrim kuramında görülür. Semavi dinlerde (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık), evrenin ve insanın nasıl yaratıldığına ilişkin, tartışılmadan inanılması gereken bir öykü vardır. Bu inanca bağlı iseniz  verilmiş olan öyküyü sorgulayamazsınız, doğru olup olmadığını araştıramazsınız. Bilimsel evrim kuramını ise hep sorgulayabilirsiniz, sürekli araştırabilirsiniz, yeni yeni bilgilerle kuramı destekleyebilir ya da çürütmeye çalışabilirsiniz. Böylece sürekli yeni bilgiler üretirsiniz.
 
Günümüzde, sık görülen, yalın bir örnek vermek isterim. Hastalığının inançla düzeleceğine inanan bir kişi, nedenini açıklayamadığı bir ağrı, bir sıkıntı için hocaya gider. Hoca da, Cumhuriyet yasalarına ve İslamiyete ters düşse bile, bu sıkıntının cinlerden olduğunu söyler; dualar okuyup üfler, muska yazar.  Dikkat edilirse, burada, nedeni bilinmeyen bir sıkıntıya, hoca kendine göre, bir açıklama getirmiştir. Cinler!  Hasta cinlere karşı duaları, okuyup üflemeleri, muskayı alınca rahatsızlığının geçeceğine inanır.  Gerçekten, telkinle geçebilecek bir ağrı, bir sıkıntı ise, geçici bir rahatlama olabilir.  Ama hastalıkların çoğu yalnızca inanışla, telkinle iyileşmez. Bu nedenle, geri kalmış toplumlarda, yaygın olan bu tür bilim dışı inanca dayalı uygulamalar yüzünden, çoğu kez hastalıklar uzar, daha da kötü olur. Hastalık konusunda bilime inanan kişi hekime gider.  Hekim, bu nedeni bilinmeyen ağrıyı, sıkıntıyı değişik yöntemlerle incelemeye, nereden kaynaklandığını bulmaya çalışır; bilimin değişik yöntemlerini, teknolojilerini kullanır.  Rahatsızlığın kaynağını saptayan hekim, bilimsel verilere dayanarak reçete yazar, öneriler yapar. Dikkat edilecek olursa, her ikisinde de bilinmeyen bir şeye açıklama getirilmektedir.  Birincisinde açıklayıcı etken cinlerdir. Bu, gerçekliği, doğruluğu soruşturulan, araştırılan bir nesne değildir, tümüyle inanca dayalıdır. Hekim ise, bilimsel araştırmalara dayalı bilgileri ele alarak, sorunu çeşitli yönlerden sorgulayarak bir sonuca varır; hastasına bilimsel kanısını söyleyerek reçetesini verir. Hekimin tanısı, verdiği ilaç her zaman sorgulanabilir, üzerinde kuşkuya düşülebilir, tartışılabilir; sonunda doğru ya da yanlış olduğu da anlaşılabilir.
 
Soru 3:  Dinle bilim arasında bir çatışma olması gerekir mi?
Yanıt:  İnsanların büyük bir kesiminde üstün bir yaratıcıya inanma gereksinimi olduğu yadsınamaz.  Ama, insanın sürekli soruşturan, evreni, evrimi, yaratıcı gücü, her şeyi araştırmak, bilmek isteyen yanını da tanımak gerekir. Özgür bir  sorma, araştırma, bilme ortamında, bilimin insanların inançlarına karışmak gereksinimi olamaz.  Aynı şeyi dinsel inanç için de söyleyebilmemiz gerekir.  Ancak, dinsel inanç kişinin kendi içindeki inancın dışında, egemen bir  toplum düzeni, bir siyasal görüş olunca ya da olma yolunda eylemlere başvurunca, o zaman bilime karışır, bilim üzerinde de egemenlik kurmak ister.  Neden?  Çünkü, günümüzde Semavi dinler diye bilinen Hıristiyanlık’ta, İslamiyet’te, Musevilik’te soruşturulmadan inanılması gereken "dinsel gerçekler" ve uyulması gereken toplumsal kurallar vardır. Örnekler: Evrenin, insanın yaratılışı, ölümden sonra yaşam, cennet, cehennem, cinler, periler, peygamberlerin mucizeleri, yaşam biçimi, kadının toplumdaki yeri ile ilgili yasalar vb. Bunlar, kişileri bağlayan birer inanç olarak kaldıklarında, sorun yok. Ama din, toplumları bağlayan, onların düşünce ve yaşamlarına düzen veren bir kurallar, yasalar dizgesi olunca ya da olmaya kalkınca bilimle ters düşebilir. Örneğin, bilimsel bir çalışma insanın yaratılışını kutsal kitaplardakinden farklı olarak ortaya koyuyorsa, bilim,  toplumun düşünce ve yaşam düzenine egemen olan dine karşı gelmiş olacaktır.  Yüzyıllar boyunca, bilimsel sorgulamaya, araştırmaya karşı dinsel inanışların baskı olarak kullanıldığını gösteren örnekler çoktur.
 
Din bir siyasal ideoloji, bir devlet düzeni olmadıkça, bir başka deyişle toplumda laik düzen egemen kaldıkça, dinle bilim arasında önemli bir çatışma kalmaz. Ama bir ülkede, aile içinde, okulda din öğretisi soru sormayı, akıl yürütmeyi, araştırıcı olmayı kısıtlayacak ya da önleyecek derecede yaygın ve güçlü olursa, o ülkede bilimsel düşüncenin, bilimin ilerlemesini bekleyemeyiz.  Hıristiyan toplumların tarihine bakacak olursak, Orta Çağ’ın sonuna doğru, yüzlerce yıldır toplumda egemen olan ağır baskıcı  din yönetimine ve öğretimine başkaldırı ile özgür düşünebilme,  dogmalara karşı çıkabilme çağı başlamıştır. Sanatın, bilimin hızla ilerlemesi de ancak bundan sonraki yüzyıllarda gerçekleşmiştir.  İslamiyet'in ilk dönemlerinde  böyle özgür düşünme, araştırma ortamı bulunduğu kabul edilirse de,  bir devlet ve toplum düzeni olarak İslamiyet'in, yüzlerce yıldır, özgür düşünceyi, bilimsel gelişmeyi kısıtlayıcı bir inanç dizgesi olarak egemenliğini sürdürdüğü ya da sürdürmek için çabaladığı açıktır.
 
Soru 5: Din öğretimi sırasında çocuklara anlatılanlar üzerinde ne düşünüyorsunuz?
Yanıt: Üzülerek söylemeliyim ki,din öğretimi içinde çocuklarımıza biz yalnızca dinin değişik kurallarını, cin, şeytan, ruh, melek, cennet, cehennem gibi kavramları öğretmekle kalmıyoruz. Onlara, her şeyden çok, korku ve suçluluk duyguları aşılıyoruz.  İnsana güven veren, sevgi aşılayan bir inanç yerine güvensizlik, korku, suçluluk duygusu aşılayan bir öğretimin sağlıklı olabileceğini düşünemiyorum.
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…
Türkiye raporu: Özgürlükler ciddi zarar gördü

Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı
Almanya'daki Türk doktor sayısı 2 bin 600'ü geçti

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL
REMZİ RAŞA’YI ANMAK İÇİN

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı
Ton balığında cıva: Zehirli madde seviyesinin kontrollere rağmen hala yüksek olduğu tespit edildi

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti
İnsanlık için küçük ama Türkiye için çok büyük bir adım

Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor
Dünya Mutluluk Raporu yayınlandı: Avusturalya listenin 10., Türkiye 98. sırasında yer aldı.
Dünyada zorla çalıştırılanların sayısı artıyor.

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git