|
Çıldırmış Bir Toplum Olabilir mi?Kategori: Kul / Özerk Benlik | 0 Yorum | Yazan: Prof. Dr. M. Orhan Öztürk | 10 Haziran 2009 14:19:15 Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ve 21. yüzyılın başlarında Türkiye'de o denli anlaşılması güç çatışmalar, zorbalıklar, şiddet, dengesizlikler, tutarsızlıklar, yozlaşma belirtileri oldu ki, zaman zaman bütün toplumun ruh sağlığı üzerinde kuşkular doğdu. "Toplumsal şizofreni:den bile söz edildi.
Toplumda yaygın bir yağma düzeni ortalığı sardı; aydınlanma devrimine karşı gerici akımlar giderek güç kazandı; ülkenin yönetimi bu akımların eline geçti. Gerçekten özerk benlikli ve özgür düşünebilen bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplum olsaydık böyle bir durum gelişebilir miydi? Bütün topluma yayılmış salgın bulaşıcı hastalıkların olabileceği eskiden beri bilinmektedir. Ancak, bir toplumun tümünün ya da büyükçe bir kesiminin ruh sağlığında yaygın bozukluk olabileceği konusunda yeterli bilgimiz olduğu söylenemez. Kimi örnekler büyük kitlesel çılgınlıkların olabileceğini düşündürüyor. 16.yüzyılda, Küba'nın İspanyol ordularınca ele geçirildiği sırada, savaş nedir bilmeyen on binlerce yerlinin deniz kıyısındaki uçurumlardan kendilerini atarak toplu özkıyım (intihar) yapmış olduklarını Küba'lı bir hekimden dinlemiştim. Orta Çağ Avrupa'sında, yüz binlerce ruh hastasının şeytana tutuldukları gerekçesiyle, diri diri yakılmış olduğu bilinmektedir. Uygar dünyada Hitler döneminde, Alman toplumunun tümüyle sağlıklı ruhsal durum içinde olduğu savunulamaz. Yıllar önce, tanımış olmaktan onur duyduğum Nurullah Ataç'ın kendisinden dinlemiştim: Orta Çağda, çarmıha gerildikten sonra İsa'nın göğe çekilmiş olduğundan kuşku duymayan Hıristiyan papazları, her Yahudi gibi yedi günlük iken sünnet edilmiş olması gereken İsa'nın sünnet etinin göğe mi çekildiği, yoksa yerde mi kaldığı konusunda birbirlerine girmişler; bunun yüz yıldan uzun süren kavgası boyunca nice papaz öldürülmüş. Şimdi, neredeyse bin yıl sonra, 21. yüzyıla girdiğimizde, ülkemizde benzer bir durumla mı karşılaşıyoruz? Televizyonlarda tartışılıyor: Oruçken karısının dilini emen insanın orucu bozulur mu, bozulmaz mı? Sivas'ta, sanat, düşünce insanı otuz yedi aydının diri diri yakılması bir bağnazlık çılgınlığından başka ne olabilir? Bu bağnazlık çılgınlığını, dolaylı da olsa, onaylayan okumuşlar, yazarlar, politikacılar gördük. Televizyon kanallarının çoğu, derece kapma (rating) dedikleri bir tutku içinde sanki çıldırmış bir toplumu görüntülüyor. "Korkunç" ya da "şok" haberler her gün, her gece çoluk çocuk herkesin önünde sürüp gidiyor. Gösterişli, "medyatik" sunucular dincileri, cincileri, şarlatanları, yağmacıları, politikacıları konuşturuyorlar; bilerek ya da bilmeyerek bunların reklamını yapıyorlar. Televizyonlarda, gazetelerde en sık görünen, okunan konular çeteler, kasetler, trafik kazaları, terör, cinayet, parti kavgaları, pahalılık, türban, skandal...... Hemen her gün televizyonlarda politikacıların sayısız dil, anlatım yanlışlıkları ile dolu içeriksiz palavralarını dinliyor, duygusuz, tutarsız davranışlarını görüyoruz. Devlet televizyonu her gün aynı şeylerin yinelendiği parti konuşmalarını en önemli haber saatinde teker teker yayınlayarak, haber niteliği taşımayan saçmalıkların sürdürülmesini görev sayıyor. Büyük bir değerler yozlaşması, güvensizlik, belirsizlik, kuralsızlık, duyarsızlık, çıkarcılık, tüketicilik toplumun hemen her kesimini sarmış görünüyor. Ve sanki büyülenmiş bir toplum gün boyu saatlerce, ilerlemeye, kültüre, estetiğe, aydın, demokratik bir toplum olmaya hiçbir katkısı bulunmayan sunucuları, "sanatçıları", politikacıları merakla, şaşkın, kızarak, üzülerek izliyor. Artık kimdir hasta olan bilinemiyor; sunucular mı, soyguncularla, yağmacılarla işbirliği yapan politikacılar mı, tartışmalara katılan kişiler mi, izleyiciler mi? Belki hepsi. Bir gün, konuşmasını kesmeden dinlediğim bir şizofrenik hastam birden durmuş, "Yarım saattir bu saçma sapan şeyleri konuşuyorum, siz de dinliyorsunuz. Bu ne biçim iş?" demişti. Politikacılardan, medyacılardan, bütün izleyenlerden şöyle bir süre durup: "Bu ne biçim iş? Biz bu çılgınlığın neresindeyiz?" diye sormalarını isterdim. Sabah yürüyüşlerimizde bir mühendis arkadaş sık sık takılır: "Bunların hepsi hasta; kabahat sizde, bunların tedavilerini yapamıyorsunuz." Eski bir Çin söylencesine göre, önbiliciler (kahinler) imparatoru uyarmışlar: Bir yağmur yağacak, Sarı Irmağın sularından içen herkes delirecek. İmparator, aklını korumak amacı ile, sarayın bütün sarnıçlarını, kaplarını su ile doldurtmuş. Zehirli yağmurlar yağdıktan sonra Sarı Irmağın sularından her içen, giderek bütün toplum çıldırmış. Sonunda, çıldırmayan yalnız imparatorun kendisi kalmış. Bu çıldıranlar dünyasında yapayalnızlığını, yabancılığını görünce, o da çareyi ırmağın sularından içerek delirmekte bulmuş. Görünen o ki, bizde, bu çıldırtan sulardan önce halk içmemiş. Toplumun üst katmanında olanlar, okumuşlar, zenginler, din adamları, medyacılar, politikacılar önce içmişler; bunların ardından da çaresiz kalan halk. Bunun söylence olmayan öyküsü şöyle: Bu ülke, bu toplum yüzlerce yıl kötü yönetimler yüzünden geri, okuma yazmasız, bilgisiz kalmış, büyük yenilgilere uğramış; sömürgeliğin, köleliğin sınırına gelmiş. Akla, sağduyuya, bağımsızlığa, özgürlüğe, uygarlığa inanan bir büyük önder bu toplumu çıkmazlardan kurtarmış. Ülkeyi geri bıraktıran karanlık güçlerle amansız bir savaşa girmiş, aydınlanma devrimini başlatmış. Sağduyunun, aklın, bilimin ırmağından içiniz, kendinizi akıl dışı, bilim dışı inançların zehirlediği ırmaklardan koruyunuz demiş. Bu büyük adamla birlikte bu toplum, kısa sürede büyük atılımlar yapmış. Ama zamanla, toplumun üst katmanlarındakilerin, özellikle politikacıların, yöneticilerin, üniversite hocalarının, din adamlarının, medyacıların çoğu onun gösterdiği yoldan sapmışlar; oy, koltuk, parasal kazanç, kişisel çıkar tutkusu ile zehirli suları içmeye başlamışlar. Bunları medyada göre göre, toplumda da bilincine varamadan zehirli sulardan içenler artmış. Sonunda bu ülke, bir yanda aklı, bilimi, özgür düşünceyi, uygarlığı, sağduyuyu tutanlar ile öbür yanda bu değerleri yadsıyan, ama ellerinde güç olan gericiler, sahte dinciler, çıkarcılar, soyguncular, yalancı politikacılar arasında bocalayanların, şaşkına dönenlerin yurdu olmuş. Özerk benlikli, özgürce düşünebilen bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumda böyle bir şaşkına dönüş olabilir miydi? Cumhuriyet,13 Ocak 1999
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|