|
|
sohbetKategori: Çevre | 2 Yorum | Yazan: Aykut Yazgan | 06 Eylül 2007 18:09:19 kendisine 'elektronik' denilen bu çağda insanların düştükleri hallere şaşırıyorum.
eskiden, hatta belki de şimdilerde bile, iki dost, iki arkadaş biraraya geldiklerinde sohbet dedikleri bir konuşma düzenine girerler. biri söyler biri dinler. sonra beriki söyler o dinler. ve bütün bu konuşmalarda karşısındakinin lakırdısına saygıyı, o konuşurken gözlerinin içine bakaraktan gösterir. ne kadar çirkin bir şeydir, sen konuşurken karşındakinin elinde çay bardağı, denizi seyretmesi. hani içinden de geçer ”sen beni dinliyor musun?” “dinlemiyorsan boşuna nefes tüketmeyelim...” ya da biraraya gelindiğinde çekilen bir fotoğrafa, yapılan bir resme, bir çizime kafakafaya verip (yani şöyle bir koltukta yanyana oturup) bakmak. eğer zevklenmekse zevki, yok eğer hırslanmaksa hırsı, öfkeyse öfkeyi, beğenmekse beğeniyi ulu orta, pesperdeden, dobradobra; yani bir şekilde söylemek. fikir beyan etmek. ama konuşmak. karşılıklı... gözgöze... düşünebiliyor musun. o güzelim karagözle hacivat konuşmalarını.. - …etvârı zarif, fasuhillisan, musahibeti tatlı - hoş geldin keçi suratlı - bir yâri vefâdar olsa, geliverse şu dört köşe perde üzre ayak bassa, o söylese ben dinlesem, ben söylesem o dinlese…her ikimiz söyleşirken seyreden ahibba safayâb olsalar, görüyor musun şu karşılıklı laf alıp vermeyi ? düşünebiliyor musun bir bardak demli çayı, ya da az şekerli bir kahve elde koca çınar altında bir masa başında üç beş dost, veya kış gününde sıcak soba etrafında.. hem o söylese ben dinlesem hem ben söylesem o dinlese... ve bizler söyleşirken elele, dizdize, gözgöze seyreden de sohbetten safayab olsa..... bir de yalnızca karagöze ait olanını alacaksın, “mail” le bir yerlere yollayacaksın. ve hacivat okuduktan sonra ya sırıtacak ya da kendi kendine “salak bu herif yahu” diyerek “iletiyi bir tıkla çöp kutusuna” atacak. ve telin öbür ucunda karagöz’ün bundan haberi bile olmayacak.. ama artık ne karagöz’ün ne de hacivat’ın umurunda bile değil.. laflarını, lakırdılarını, söylediklerini, sohbetlerini, hicvettiklerini karşısındakinin alıp almadığı. okuyup okumadığı.. anlayıp anlamadığı.. bir fikiri olup olmadığı.. beğenip beğenmediği.. artık herkes biryerlerden bir bilgi kırıntısı, bir bilgelik artığı, bayat bir hiciv kalıntısı, birisinin yaptığı bir resmi, birinin çektiği bir fotoğrafı bulup buluşturuyor. ama kendisine ait (çoğu zaman değil) ama başkalarına ait (çoğu zaman öyle) yolluyor hacivata... ucuz fikrin satışının, ucuz beyanların iletisinin, ucuz kopyalama becerisinin ve tekrarlarının tekrarının iki satırla yazılıp bir düğmeye basılmakla yüzbinlere yollanabilmesi, işin bukadar kolaylaşması, basmakalıplığı, yaveliği anlaşılır gibi değil. benim diyeceğim şu ki: bunların arasında belki de insanın (karagöz’ün) kendisine ait olan bir yazının bir çizimin ender de olsa kazara bu gayya kuyusuna düştüğüdür. emek verilip üretilmiş... senin ekranında gördüğün ancak, bir alfabenin bir araya getirdiği bir takım laflardır. sohbet denilen zevkten nice zamandır ayrı düşmüş; düşmüş ne demek, hem de ondan bihaber olan onun arkasındakini zaten düşünmez.. hayal bile edemez. acaba şimdi ne yapıyor. yazıyı yazarken mimikleri nasıldı... gözleri... gözleri... bu da diğerleri gibi senin için orta yere edilmiş yüzbinlerce günlük kerametten bir tanesidir.. şahsiyetsiz.. hatta bazen gönderenin ismine gözün takıldığında “gene neler saçmalamıştır” diyerek yazdığını okumaya bile tenezzül etmeden buruşturup atarsın... artık hiçkimsenin hiçkimseyi dinlediğini zannetmiyorum. hele doksanların sonunda ortaya çıkan ve şimdilerde çok ama çok moda olan “blog” çuluk bütün dünyanın, bilginin olmadan fikir kırıntılarının alabildiğine bolca savruldukları bir arena haline dönüştü. herkes “fikrini” söylüyor” hele elektronik ortamda (bayılıyorum şu lafa..) okura sunulan onlarca gazetede yüzlerce köşe yazarı günbegün bildikleri, bilmedikleri her konu hakkında yazıyorlar... her biboka maydanoz oluyorlar... biribirlerinle kavga ediyorlar.. biribirlerine sövüp sayıyorlar.. hiçbirisi bir diğerini dinleme zahmetine katlanmıyor.. karşılığında onlarca asgari ücret tutarında aldıkları paralarla resmi blog’çuluk yapıyorlar.. sizi bilmem ama benim için ürkütücü bir durum. 27 şubat 2007
Yorumlarnihat ziyalan
{ 16 Eylül 2007 03:43:41 }
deniz kizi`nin bizim zamanimiz geciyor sozu bana koydu.
yazip cizmem, uretme gayreti icinde olmam, zamanimin gecmemesi icin bir gayret degil mi? gelismenin icinde olmak, daha dogrusu cagi yakalamak icin genc mi olmak gerek? ayse kulin dert yaniyor: dis yazinda taninmak istiyorum ama yasin gecmis diyorlar. ben de diyroum ki: yazdigin tazeyse sana ilgi gosterirler. ayorum`culara sydney`den sevgi, dostlukla. nihat deniz gunal
{ 10 Eylül 2007 13:09:15 }
yeni kusaklar sohbet etmeyi ogrenemeden buyuyecekler.ama kimse tam yalniz olamaz. hic bir kulturde insan ne kadar tek olsa tam yalniz kalamaz.
Diğer Sayfalar: 1. yeni kusaklar da seyretmeyi, -yok dinlemeyi degil- gozetlemeyi, aramayi, konmayi, kaybolmayi, olmamayi,varmis gibi yapmayi iyi ogrenecekler. her uygarlik kendi degerlerini kendi bireylerrini yaratiyor. bizim zamanimiz da geciyor. degerini bilelim bari de bosa gecmesin. ha... yarin aksam musaitseniz size gelecegiz. cok optum.......... deniz kizi
|
| Tüm Yazarlar |
|