A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Merzifon Dedikleri

Kategori Kategori: Bir Ressamın Yaşamı | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Cemil Eren | 07 Haziran 2009 12:20:14

Merzifon'da yazlar sıcak geçmekle birlikte akşam üzeri çıkan serinlik rahatlatırdı herkesi. Kışları çok soğuk olurdu. Evler genellikle tek katlı olup kerpiçten yapılmaydı. Kuzeyindeki dağlar Merzifon'un odun ihtiyacını karşılardı; kaçak olarak kesilirdi meşeler.

  
Şehrin ortasındaki Paşa camisinin avlusundaki dev meşelerle, Medrese avlusundaki meşeler, ormanın eski çağlarda nerelere kadar uzandığının tanıkları olarak dururlardı. Ulu meşelerle dağlar arasındaki boşlukta ise ormandan geride kalan bir hazin manzara vardı.  

 
Amerikan Koleji
 
Hıdırlığa doğru bakıldığında Amerikan Koleji’nin beyaz-gri yapıları seçilirdi. Damları sanırım kurşunla kaplı olduğundan koyu gri idi, belki de arduvazdı. Kalorifer sistemi vardı. Merzifon’da başka hiç bir yapıda öyle bir şey yoktu.

Kolej, kız öğrenciler içindi. Tapucu Halil amcamın kızı Meliha abla da o öğrencilerden biriydi. Lacivert etekleri, kırmızı ceketleri, kırmızı bereleri vardı kızların. İçeri girmemize izin verildiği günler okulun tatil olduğu için öğrenciler olmazdı.
 
Kolej, yaşamımızda önemli yer tutmuştur. Özellikle pazar günleri; erken saatlerde gider iki kanatlı büyük giriş kapısının önünde kapıların açılmasını beklerdik heyecanla; kapılar açılır açılmaz çocuklar içeri dalardık. Bedava girdiğimiz sinemasında kısa metrajlı filmler oynatırlardı biz çocuklara. Küçük bir yüzme havuzu vardı. Orada çimmemize izin verilirdi, donlarla girer yüzmeye çabalardık. Bir de doğa müzesi vardı. İlk devekuşunu, devekuşu yumurtasını, daha başka kuşların doldurulmuş gövdelerini, bir çok taş örneklerini de orada görmüştüm. Devekuşu  yumurtası çok ilgimi çekerdi; öylesine büyüktü ki, futbol topu gibi, inanamazdım. Koleje her gidişimde ona bakardım.
 
 
Piribaba Tekkesi
 
Tekke bahçesi de ilgi odaklarımızdan biriydi. Bazan duvara tırmanır arkasında neler var görmeye çalışırdık. Bir sürü meyve ağacı vardı. Duvara yakın yerlerdeki eriklerden, cevizlerden aşırdığımız olurdu; ama Tekkeşin de korkulu kişimizdi. Hiç beklenmedik anda çıkagelirdi. Mahalleli çocuklara savaş açmış gibiydi. Ben hiç karşısına çıkmadım ama bazı çocukların korkudan duvardan atlayıp onun üstüne düştüğü bile olurdu.
 
Piribaba Tekkesi ile yol arasında 50x50m boyutunda bir meydan vardı. Belki biraz daha büyüktü.  Tekke içi derdik adına; orası belli başlı oyun alanımızdı. Evden kaçtığımız gibi soluğu orda alırdık. Mevsimine göre, ne oynayacaksak orda oynardık.
 
 
Paşaderesi
 
Mezarlık ve ortasından geçen Yeniyol uçurtma uçurduğumuz yerlerdi. Mezarlıkta gündüz korkusuz oynardık ama geceleri yanından geçmemiz bile söz konusu olamazdı, içinde hortlaklar dolaşıyor sanır, çok korkardık. Mezarlık biter bitmez bağlar başlardı. Meyve zamanı ise bağların çekiciliğine dayanmak olanaksızdı. Baharda çağlaları yolar, yazın kirazlara, sonbaharda da üzümlere dadanırdık.
 
Mahallemizden Yeşil Irmağın kollarından olan Paşaderesi denen bir çay  geçerdi. Çayın kenarında, Merzifon’un bittiği yerde Küçükköy vardı. Adı Küçükköydü, ama Merzifon’un bir uzantısından başka bir şey değildi. Kuzeye doğru yarım saatlik uzaklıkta Hıra, doğu yönünde bir saatlik uzaklıkta Marınca köyleri vardı. Küçükköy’le Hıra Alevi köyleriydi. Marınca, Kara Mustafa Paşa’nın doğduğu köydü. O köyün çocukları Merzifon’daki ilkokullara gelirlerdi her sabah yürüyerek.
 
Kuzeyde Paşaderesi, yöresindeki un değirmenleri, yeşil bitki örtüsüyle en önemli piknik yerlerinden biriydi. Çiğdem zamanı özellikle oraya gidilir, semaverler kurulur, yenilir içilirdi. Hıdırlık tepesinin yamaçlarında çiğdem toplar, büklüklerde menekşe arardık.
 
 
İki ev arasında
 
Bahtiyar amcamın evi ile sonradan gerçek anam olduğunu öğrendiğim Habibe’nin evi arasında gider gelirdim. Aralarında yalnızca bir ev vardı, sahibi Marıncadan göç edip gelmiş olduğu için onlara Marıncalı derdik.
 
Bahtiyar amcamın evi tek katlı kerpiç yapıydı. İki odası, bir de ahırı vardı. Önündeki, üstü teneke ile örtülü, iki yanı duvar, iki yanı da açık olan terasa sayvan derdik. Köşede gerçek bir ocak vardı ki yaz aylarında yemekler orda pişirilir, çamaşır kazanı orda kaynatılır, çamaşırlar orda, düz bir taş üstünde, tokaçlayarak yıkanırdı. Bağ bozumunda üzümlerin kaynatılıp pekmez yapıldığı yer de yine orasıydı. Sayvanın içinde bir de kuyumuz vardı; su gereksinimi oradan giderilir ya da Beşlüle’den helkilerle (bakraçlarla) taşınırdı. Beşlüle’de çamaşır yıkandığı da olurdu. İçme suyumuzu da ya Beşlüle’den ya da İçeri Pınar’dan getirirdik.
 
Beşlüle’nin kurnasında çimdiğimiz de olurdu, hayvanlar su içsin diye oldukça büyük bir kurna yapılmış zamanında. Arada bir Topçu alayının atlarını oraya getirirlerdi sulamak için. Atların itiş tepiş yalaktan su içmeleri seyredilecek şeydi. Ağır topları çeken kadanalardı bunlar; erler zor zapt ederler, suya ulaşmak için o iri yapılı kadanalar birbirlerine girerlerdi; toynaklarının Arnavut kaldırımı üzerinde tepinmelerden çıkan sesleri ürkütücü olur, atların ayakları altında kalmamak için alargada izlerdik yüksekçe yerlere çıkarak.
 
Evin sokak kapısı Doğu sokağa dik olan Körfez sokağına açılırdı; çok yıllar sonra kapı Doğu sokağa alındı. Dış kapı iki kanatlı olup giriş çıkışlar için bir kanadı kullanılırdı. Dış kapıdan girince iki metrelik bir yokuş çıkılır sonra iki metre daha gidince evin iç kapısına gelinirdi. İç kapıdan girer girmez sağda bir dokuma tezgahı ile karşılaşılır; elli altmış santim derin ve genişlikte bir çukurun üzerine kurulmuş, Merzifon bezlerinin dokunduğu bir tezgah. Tezgahın yukarısında dokunmakta olan donluk veya ketenlinin yumağı bulunurdu; kocaman ağır bir şey.
 
Zehra annem gündüzleri ev işlerini yoluna koyunca çukura oturur, mekiği soldan sağa, sağdan sola atarak ve tezgaha tutturulmuş defe denen ağır tarakla vurarak attığı iplikleri pekiştirir, bu devinimlerden dolayı da şak şak diye sesler çıkarırdı. Tezgahtan gelen ritmik ses, evde çalışmakta olan kocaman bir saatin tik takları gibi gelirdi bana. Arada bir saati sorduğunu anımsarım annemin. Saat, evin sokağa bakan duvarının önündeki ocağın tereğinde dururdu; saate bakar, on iki olup olmadığını, annem sorduğunda, söylerdim. Öğlen olmuşsa tezgahtan çıkar başka işlerine bakardı.
 
Evimizin sokağa  bakan penceresi yoktu;  Doğu sokağa bakan, karşı sıradaki Tatar evlerinin de sokağa bakan penceresi yoktu; evler kendi içlerine kapanmış gibiydiler. Bütün pencereler iç avlulara bakardı. Ancak iki katlı evlerin üst katlarında sokak pencereleri vardı. Tatar evleri birbirine benzerdi; dışarıya kapalı, kendi avluları içinde bir iki ağaç ve küçük çiçek tarhları ile süslenmiş, içleri çivitli kireçle badanalanmış tertemiz evlerdi. Hepsi birbirine yapışık sıra sra evlerdi, tamamı tek katlıydı.       
 
Bazı günler de öğle vakitleri karnım acıkınca Habibe anamın evine giderdim; o bana yiyecek bir şeyler verir karnımı doyururdu. Anamın oturduğu evin bir kısmı tamamlanmıştı. İki katlıydı. Ana kapıdan girince hemen solda kenef, biraz ilerde solda samanlık, samanlıktan sonra da iki basamak bir merdivenle çıkılan tezgah odası vardı. Anamların bu küçük odada kaldıkları da olurdu; odanın tavanı yüksekti, ondan yararlanarak, ancak geceleri yatmaya yarayan asma kat gibi bir şey yapılmıştı. Ağabeylerim çıkar orda yatarlardı. Tezgah odasının yanında üst kata çıkan ahşap bir merdiven, odanın tam karşısında da hafif bir yokuşla inilen ahır vardı. Ahır iki bölümdü ve oldukça büyüktü. Ahırın üstünde büyük, ocaklı bir oda vardı. Küçük kardeşim Nermin, orada beşiğinde uyurken yanında durur, ağladıkça onu sallardım. Anamın işi olurdu, bana çocuğa bakmamı söylerdi. Bu odanın arkasında kiler vardı. Evin üst katında bir oda tavanı, tabanı tahta çakılarak bitirilmiş, ikinci oda ise toprak taban ve toprak sıva ile bırakılmıştı. Üst katın diğer yarısı iki oda yerini kaplayan büyük bir boşluktu. Tavanı yoktu, yere büşürük dökülmüştü. Büşürük samanla karıştırılmış toprak sıvaya denirdi. Yukarı bakınca kirişler ve çatı görünürdü, bir de kuşhane dediğimiz dama çıkış penceresi vardı. Ağabeylerim bazen bir merdivenle kiremitliğe çıkarlardı.
 
Evin arkasında büyük bir avlu vardı. Sol tarafına anam bahçe yapar, orada biraz sebze yetiştirir, bir miktar da çiçek ekerdi, sarı sarı açan nergisleri vardı. Bahçede oldukça derin bir kuyumuz vardı, bakraçla su çıkarırdık, bazen de kovanın ipi koptuğu gibi kuyunun dibine düşerdi. Sonra gemi çapasına benzer küçük boyda bir çengelle kovayı çıkarırdık.  Kuyudan başka büyük bir ocak ve ekmek fırını vardı avluda. Büyük ocakta sonbaharda pekmez kaynatılır, küme ve pestil yapılır; fırında da ekmek pişirilirdi; bir kere fırın yandı mı komşular ekmek yapmak için sıraya girerlerdi. Mahallede bir iki fırın daha vardı, hepsi aynı zamanda yakılmazdı.
 
Anamın fırınının üstü her zaman ilgimi çekerdi; çünkü evde kullanımdan düşmüş ne kadar eşya varsa oraya atılırdı, hep orada oyun için işime yaracak bir şeyler bulabileceğimi düşünür, fırsat buldum mu oraya çıkardım. Anamın evine gelip oralarda oynamak hoşuma giderdi. Bahçede bir dut ağacı, bir de ayva. Avlunun arka tarafında da Mazinlerin Hüseyin efendinin bahçesi vardı, Gügüs’ün bahçesi denirdi oraya. Anamla beraber yaşayan bir de Şerik abumuz vardı. Şerik abu Satı anamın kardeşiydi. İyice kamburu çıkmıştı, keçi kılı gibi, beyaz saçları vardı. Başında hep yemeni olmakla beraber saçlar yanlardan dökülürdü. Kadınların hepsinin başı örtülüydü zateb. Şerik Abu’ya kızınca adı kör Şerik olurdu. Hiç evlenmemiş, başka yeri yurdu olmayan bir garipti; anam ona bakardı. Kristof Kolomb’un okul kitaplarında gördüğüm fotoğraflarını ona benzetirdim. Gözleri hastaydı, kanlı kanlı dururdu. Ellerini arkasına kor iki büklüm yürürdü. Kimse ona sevgi göstermezdi, ama o bizi severdi. Hiç evlenmemişti.
 
Habibe anamdan Zehra anamın evinde dönerken hava kararmışsa sokaktan korkardım. Ben diğer evin köşesine varıncaya dek arkamdan bakarlardı. Arkamdan bakan Haydar ağabeyimse, ‘Bahça arası’nı söyle gardaş, derdi. Avazım çıktığı kadar ‘Bahça arası yürek yarası...’ diye sözde türkü söyler, bitiremeden nefes nefese köşeyi döner, susardım. Eve gelmiş olurdum. Ağabeyim arkamdan gülerdi.
 
İki ev arasında gider gelirdim.
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git