|
|
Türkan SaylanKategori: Ayorum Güncel | 3 Yorum | Yazan: Tayfun Şahin | 24 Mayıs 2009 08:17:23 "Eğer burada, benimle ve ailenle kalırsan; uzun, huzurlu bir hayat süreceksin. Evleneceksin ve çocukların olacak. Onlar seni sevecek ve öldüğün zaman seni hatırlayacaklar. Ama senin çocukların ve torunların öldükten sonra; artık ismini de kimse hatırlamayacak. Eğer Truva'ya gidersen, hiç kimsenin kazanamayacağı kadar zafer kazanacaksın. İnsanlar senin hikâyelerini binlerce yıl anlatacaklar. Dünya senin adını hatırlayacak. Ama Truva'ya gidersen asla eve geri dönemeyeceksin ve orada öleceksin."
Büyük savaşçı Achilles (Aşil) Truva’ya gitmeden önce annesiyle görüşür ve annesi Thetis yukarıdaki cümleleri söyler sevgili oğluna. Nihayetinde, Achilles (Aşil), arkadaşı Kral Odysseus’un tanımlamasıyla “ savaşanların ve kahramanların binlerce yıl hatırlanacağı Truva Savaşı’na katılmaya karar verir. Annesinin ‘ölüm’ kehanetine rağmen Aşil aslında pek çoğumuzun istediği ‘ölümsüzlük’ün büyüsüne kaptırmıştır kendini. Aşil, onlarca yıl yaşayıp yok olmaktansa binlerce, belki on binlerce yıl yaşayacağı bir başka hayatı elde etmek için düşmüştür Truva (Çanakkale)’nin yollarına. Homeros’un anlattığı hikâye (İlyada ve Odessa) ile Brad Pitt’in başrolünü oynadığı Troy filminde anlatılanlar arasında farklar olsa da ‘ölüm ve sonsuz yaşam’ konusunda iyi bir örnek olduğunu düşündüğüm için değer taşıyor benim açımdan. Filmde anlatılan ölümsüzlük kavramına ilişkin benzer bir yazı da hatırlıyorum yıllar öncesinden. Yazarının adını unutmuş olsam da temel olarak şöyle deniliyordu yazıda: ”İnsanların iki ölüm tarihi vardır aslında. Birincisi bedenin işlevini kaybedip toprak altına gömüldüğünde gerçekleşir ki hemen hepimiz ölüm diye bunu tarif ederiz. İkincisi ise ölen kişinin adının son kez anılması anında gerçekleşir. Belki de asıl ölüm, adın son kez anılmasıdır.” Sahiden ne zaman ölür insan? Toprak altına girince bir beden ‘ölümün’ gerçekleştiğini iddia edebilir miyiz? Eğer öyleyse bugüne kadar yok olan milyarlarca insanın adını bile hatırlamazken Cengiz Han’ı, Sezar’ı, Fatih Sultan Mehmet’i, Karl Marx’ı, Lenin’i ya da Mustafa Kemal’i ölümlerinin üzerinden geçen onlarca, yüzlerce yıla rağmen nasıl açıklayacağız? Bana kalırsa nasıl ki doğan her çocuk, genlerimizin aktarımı sebebiyle ‘yaşamımızın devamı’ sayılıyorsa; geride bıraktığımız isimler de insanlığın ortak mirası olarak ölümden sonraki yaşamın anahtarıdır. ÇYYD’nin Genel Başkanı, değerli insan Türkan Saylan’ın ölüm haberi üzerine aklımdan geçenler; ölümün ne olduğu ve sonsuz yaşamın yoluydu. Her canlı gibi ölümü tatmanın mecburi olduğu bu dünyada, 70–80 yaş aralığında bedeni yaşamımızın bittiği varsayımı altında, geride bıraktığımız şeylerin bizi ne kadar yaşatacağı sorusu takıldı aklıma. Öyle ya, çocukları ve torunları tarafından anılıp, adı sonsuza kadar tekrarlanmamak üzere yok olan insanlarla karşılaştırıldığında Achilles’in ölümlü olduğunu iddia edebilir miyiz? Sultan Alparslan artık yaşamıyor, o 1072 yılında öldü demek ya da Fatih Sultan Mehmet sadece bir masaldı demek ne kadar doğru acaba? Elbette Türkan Saylan gibi kendini eğitime adamış, ideolojisi, yaşam felsefesi uğruna yıllarını harcamış insanları ‘çağ açan, tarih yazan’ insanlarla birebir karşılaştırmıyorum ama böylesi insanların, insanlık için bizlerden daha fazla mücadele ettiğini ve ölümsüzlüğe çok daha yakın olduklarını düşünüyorum. Türkan Saylan’ın son dönemlerinde ve ölümünden sonra ‘yobaz’ basında çıkan aşağılık haberleri ise insanlığın değil ama ‘terbiyesizliğin’ ölümsüzlük hanesine yazılan değerlendirmeler olarak görüyorum. Nasıl ki milyonlarca Yahudi’yi yakan Hitler ölümsüzse, nasıl ki Hz.Hüseyin’i haince pusuya düşürtüp öldürten Yezid kötülüğüyle ölümsüzse, inandığı değerler uğruna mücadele eden Türkan Saylan’a arsızca saldıran ‘zavallılar’ da kötüler âlemi için ölümsüzdür. Onlar Türkan Saylan adı yaşadıkça ‘arsızlıklarıyla’ anılacak ‘zavallılar’ arasında her daim yer bulacaklardır. Zira onlar 13–15 yaşlarında, para için satılan ve 60–70 yaşındaki soysuz, sapık, paralı adamların altında dal gibi titreyen çocukların insanca yaşamasına karşıdırlar. Onlar mal gibi gördükleri, akşam yataklarını ısıtmak dışında işe yaramadıklarını düşündükleri kadınların özgürlük mücadelesinin karşısında olanlardır. Onlar, tecavüze uğrayan sübyanların değil, salyalarını körpe bedenlere akıtan adamların(!) tarafında olanlardır. Ve bu aşağılık halleriyle, Türkan Saylan gibilere saldırdıkça, karanlığın ve pisliğin tarihinde ölümsüzlüğü yaşayacak olanlardır, onlar. İnandığı değerler uğruna ömrünü feda eden Türkan Saylan’ın aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken, hayatlarını değiştirdiği on binlerce ‘Kardelen’ adına, Yavuz Turgul’un unutulmaz filmi; ‘Eşkıya’daki gibi seslenmek istiyorum ona. “Korkma! Sadece toprağa gideceksin. Sonra toprak olacaksın. Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki… Belki o arı ben olacağım."
Yorumlarfugen
{ 20 Haziran 2009 00:53:56 }
Etkilendim. Hep sorgulayıp da yanıtını bir türlü bulamadığım bir durumu seninle de paylaşayım istedim. Kim bilir belki bir yanıt vardır bir köşede, ulaşamadığım.
Ölümünün ardından kaybedilenin değerlerini anlatmak, yıllar geçtikçe anmak ve anlamaya çalışmak çok önemli elbette. Ama ne yaparsak yapalım onun kavgasına bir başka kavga, davasına bir başka dava, düşüncesine bir başka düşünce ekleme olanağı yok artık ve not defterindeki son sayfa hep o sayfa olacak. Bıraktığı noktadan alıp yürüyenler olursa bu onun değil onu bilenlerin mutluluğu olur ancak. Onlar son sayfalarını yazana kadar... Bunun böyle olduğunu da hep biliriz. Öyleyse neden yaşamını kendine, yakınlarına değil de başkaları için kavgaya adayanları yaşarlarken o denli yalnız bırakırız? Hatta keşke sadece yalnız bırakmak olsa. Eteğine yapışıp geri sürüklemeye çalışırız? Sanki kavgası bizim kavgamız değilmiş gibi. Öylece izleriz tartaklanışını. Defterine yeni, yeni sayfalar eklerken hiç okumayız. Okursak onun daha güçlü yazacağını bile, bile bekleriz o son sayfanın yazılmasını. Hep merak ederim; Acaba kaç kez anlaşılamamanın üzüntüsü ile uyudu ? Daha yüksek sesli, daha hızlı olabilmek için o gücü nereden buldu? Anlaşılmanın huzuru ile uyumuş olsaydı daha mı güçlü olurdu? ibrahim
{ 29 Mayıs 2009 05:17:27 }
kisiden kisiye gorusler degisir, fikirler degisir, hizmet anlayisi degisir.. ama ben her ne kadar bazi fikirlerine cok fazla katilmasam da merhum bir kisinin ardindan meydan bosaldi diyerek, yada baskalarina al iste bak bize karsi cikma sende boyle olursun zihniyetine siddetle karsiyim.. insanimiz hep koyun gibi guduldu hala da oyle sanip gutmeye calisiyorlar.. bir gun benim guzel insanim uyanacak.. insallah o zamanda orada olursunuz..
alican erkan
{ 27 Mayıs 2009 15:23:26 }
yazilarini her hafta buyuk bir heyecanla okuyorum yurekli dostum.ardindan agitlar yakilan,turkuler soylenen,gozyasi dokulen guzel insanlara bir yenisi daha eklendi yureklerimizi kanatarak.ulkemin,guzel Turkiyemin aydinliga erismesinde emegi gecen Turkan hocaya ardindan atilan tutulan laflar,sapikca suclamalar inan senin kadar benimde yuregimi yaraladi dostum.ama inancimizi ve Gazi`nin gosterdigi hedefe ulasmaktaki gayretimizi daha da percinledi.Turkan hocaya ``isik dolsun cansiz yuregine``diyor bu muhtesem duygulu yazindan oturu seni gonulden kutluyorum kardesim.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|