A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kaz Dağları'nda İlkyaz

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 4 Yorum | Yazar Yazan: Cemil Eren | 22 Mayıs 2009 15:32:04

21 Nisan'da çıktık yola. Kaz dağlarında Kavlaklar köyüne gideceğiz. Arabanın bagajı köy meydanında yeni yapılan su deposunun dış yüzeylerini süsleyecek olan seramiklerle dolu; eşyalarımızı seramiklerin yanına yöresine yerleştirmeye çalışıyoruz. Saat onda çıkabildik yola. Arabanın direksiyonunda Hüseyin Pazarcı, yanında eşi Nilgün Gürkan; arkada Zeki Gülay, kızım Zeynep ve ben.


Hüseyin Beyin kafasında yol programı, hangi saatte nerede olacağını biliyor aşağı yukarı o saatlerde oraya varıyoruz. Hüseyin Bey hızlı araba kullanıyor; arka koltuktan kilometre satını görebiliyorum; 140’tan aşağı düşmüyor, zaman zaman 180’i görüyorum. Ben kullanacak olsam yüzden yukarı çıkmam diye düşünüyorum.

Saat onikide Eskişehir’deyiz. Kentin içine girmeden Anadolu Üniversitesinin önünden geçiyoruz. Eskişehir’in yeni halini görmek istiyorum ama uğramıyoruz. Öğle yemeğini İnegöl’de köfteci Orhan’da yiyeceğiz, program öyle. Bir saat sonra da İnegöl’de masalara oturuyoruz; köfte ve piyazdan oluşan nefis bir yemek. Hüseyin Bey hesabı kimseye bırakmıyor. Bir mola da Susurluktan sonra Ulusoy’da veriyoruz…

Güre’den çıkmadan bir sapaktan sağa dönüp nefis bir orman yolundan beş dakika gidince Kavlaklar köyünün meydanındayız. Küçük bir meydan, çocuklar top oynuyorlar, aralarından geçip yola devam ediyoruz, biz geçinceye kadar oyun duruyor. Yokuşa vurmadan diğerleri arabadan iniyor, bir ben kalıyorum, yol bozuk, yağmurdan su arkları oluşmuş. Evin önüne gelesiye arabadan inenler de yetişiyor. Zeytin ağaçları içinde büyük bir ev. Arazinin her yanı dikenli tellerle çevrilmiş. Nilgün Hanım telli demir kapıyı açıp sağ yana kaydırıyor ve araba kapıdan avluya giriyor… Saat altı, Hüseyin Beyin önceden söylediği saatte eve vardık!

Park yerinin tabanına kaldırım taşları döşenmiş, sağ yanda çok büyük bir ev, önünde de çok büyük bir masa bulunan ve Edremit Körfezine tepeden bakan büyük bir teras... Etkileyici, beklediğimden daha büyük; gerçi Nilgün Hanım söylemişti evin çok büyük olduğunu…

Kapılar açılıyor, Zeynep’le Nilgün Hanım ve Zeki önce terası temizlemeye koyuluyorlar, masanın üzeri sarı sarı tohumcuklarla kaplanmış. Ev yola çok yakın. Terastan bakınca önümüzde orman gibi zeytinlik… Dokuz dönüm. Tek ev yapmaya izin varmış. Zeytinlik uzanıyor aşağılara, aralarında incir, badem ve bir iki çeşit ağaç daha var. Arazi köyün girişinde bitiyor. Terastan bakınca karşıda Edremit Körfezi, körfezin arkasında da Midilli adası uzanıyor…

Evin girişinde köye giden bir yol var. Gerisi Kaz Dağları. Toprak bir yol Milli Parka tırmanıyor. Yolun hemen arkasında bir başkasının arazisi var, hemen çitin arkasında da bakla tarlası.. Milli Parka giderken sağda solda birkaç ev daha... Büyük parseller içinde, her birinde de üçer dörder kangal köpeği...

Pazarcılar arazinin etrafına çektikleri çitin kenarlarına morsalkımlar ve asmalar dikmişler, asmaların çoğu tutmuş üzüm vermeye başladıklarında orada şarapçılık yapmak işten bile değil. Evin deniz tarafında küçük bir bahçe içinde havuz ve yaz akşamlarında yemek yemeye uygun bir teras daha var.

Akşama doğru Hüseyin Bey salondaki şömineyi tutuşturuyor, badem ve zeytin ağaçları yavaş yavaş yanarak salonu ısıtıyor, elimizde rakı kadehleri şöminenin etrafına diziliyoruz. Keyifli bir akşam başlıyor, günün yorgunluğunu çıkartmak için de rakı en iyisi.

Ertesi sabah seramikleri deponun yanına götürüyoruz. Hüseyin Pazarcı da o küçük meydana çocuklar için kaydırak, salıncak ve çöğdürümçök ( tahteravalli) yaptırmış. Ustalar dedikleri saatte gelip montaja başladılar. Hüseyin Bey Balıkesir  Milletvekili, DSP’den. Uluslararası Hukuk okumuş Paris’te. Basın Yayın Fakültesinde hocalık yapmış. Oldukça uzun zamandan beri de politikayla uğraşıyor. Ecevit’in hukuk danışmanıymış zamanında.

Biz de Güre’ye gidip seramikleri yapıştırmak için aletler ve yapıştırıcı alalım dedik. Güre İskelesine bayıldım; o denli görsel bir şölene dönüşmüş ki fotoğraf makinemi yanıma almadığıma pişman oluyorum. Ağlar iskelede, kırmızıdan sarıya değişiyor renkleri, balıkçı tekneleri iskeleye demirlemiş, caraskallar yine iskelede. Birkaç balıkçı balığa çıkma hazırlığı yapar gibi görünüyorlar, aslında iskelede devinim yok; öyle güzel fotoğraflar çekilebilir ve onlardan bazıları resme dönüşebilir ki, yarın makinemle gelir çekerim, diyorum. Bir iki balıkçı dükkanı var arka tarafta, ama balık yok…

Malzemelerimizi alıp köye dönüyoruz. İşçiler montajı hemen hemen bitirmişler, bir de bank yaptırmış Hüseyin Bey, onu da su deposunun yanına yerleştirmişler ve şimdiden bir iki köylü banka oturmuşlar.

Sabahtan köyün muhtarı arandı, bulunamadı, Kazdağlarındaki tarlalara çalışmaya gitmiş, onun yerine muhtarın anası Sabriye Orki orada. Kendini tanıştırıyor. Üzerinde yeşil bir ceket var, sıradan bir ceket değil, Yörük giysilerinden. başı sarılı, tepesinde taç gibi bir şey, onun kenarından da altınları görünüyor. Kuşkuyla bakıyor yapılanlara. Elinde baston yerine uzun bir değnek, ona dayanarak ayakta dikiliyor…

Eve çıkıyorum, benim için yapacak bir şey yok

İkindi vakti tekrar geldiğimde cıvıl cıvıl çocuklar Zeki’nin başında. Her biri eline bir seramik almış altına yapıştırıcı sürmüş nereye yapıştıracağını soruyor. Zeki de bir orkestra şefi gibi onları yönlendiriyor. İçlerinden biri( Ozan) durumu kavramış Zeki’nin kalfası gibi. Yapıştırılan seramiklerin kenarlardan taşan çimentoyu ıslak bir bezle silmeye uğraşıyor, çimento kurumadan. Oğlanlar, kızlar arılar gibi çalışıyorlar. İki oğlan su deposunun üstüne çıkmış, damın üstüne yatmış aşağı doğru eğilip yapıştırılan seramiklerin üzerindeki yapıştırıcıyı temizliyorlar.

Hepsi İlkokul çocukları. Gözlüklü sarışın bir kız elinde kenarlarına yapıştırıcı sürülmüş bir küresel seramik bana doğru geliyor. Adın ne diyorum,.


Yazgülü…


Gazeteci arkadaşım Yazgülü’nü anımsıyorum. .. Yıllar oldu onu görmeyeli, en son İspanya Sevilla’da mı karşılaşmıştık, Expo 92’de!  Ben Donkişotlarımı sergileyecektim, o da gazetecilerle gelmişti Türk Pavyonuna…Gazeteciler iki Bakan ve iki milletvekiliyle Amerika gezinden dönmüşlerdi; rahmetli Mustafa Ekmekçi de Cumhuriyet gazetesini temsilen gruptaydı.

Kavlaklar köyünün Yazgülü fotoğraflarını çekmemi istiyor seramiğini yapıştırırken. Onu gören başka çocuklar da duvarın önünde poz vermeye koşuyorlar…Sabriye Orki de orada, yapılanları izliyor. Onu da çekiyorum Nilgün hanımla sohbet ederken. Esmer yaşlı bir adam var, ona işaret ediyorum fotoğrafını çekeyim mi, diye, kafasıyla olumsuzluyor, üstelemiyorum; son derece fakir görünüşlü, fotoğrafının alınmasını istememesini anlıyorum…

Köy gerçekten fakir ama çocukların giysileri temiz. Bir minibüsle okuldan dönmüşler köye ve çantalarını bir yana atıp işe koyulmuşlar. Köyün güzel bir okulu var hemen su deposunun arkasında, ama köyde okula giden sadece 8 çocuk olduğu için kapalı. Taşımalı sistemle başka yerdeki bir okula gidiyorlar; köylü de okulu düğünlerde kullanıyor. Okulun bahçesinde büyük kazanlarda yemek pişirmek için Millet Vekilinden ocak yapmasını istiyorlar. Vekilleri de onu da siz yapın hepinizin elinden iş geliyor, diye yanıtlıyor.

Yaz aylarında düğün dernek okul binasında yapılırmış. İki hanım daha geliyor süslemeleri görmeye , orta yaşlılar, birinin elinde şemsiye var, kol kolalar. Onlar poz veriyorlar fotoğraf için. Genç bir kadın da beyaz keçileriyle köye doğru gidiyor, onları da çekiyorum.

Köy Alevi köyü, cami yok, cemlerini köyün büyük bir evinde yaparlarmış, köyde cem evi de yok. Millet vekili Hüseyin Pazarcı yakınıyor, her şey de devletten beklenmez ki diye. Köylülerden sıcak bir  davranış görmüyorum. Ama çocuklar başka...

Akşamları evde şömine yakılıyor, yakılan ağaçlar sert ağaç olduğu için dayanıklı, salon  ısınıyor. Ekibimizin yarısı Perşembe günü gelecek. Cuma öğleyin de Hüseyin Bey Sivrice köyünde balık yedirecek, şimdiden telefon edip lokantaya tembih ediyor her balıktan olsun diye… Güre’den veya Akçay’dan bulabildiğimiz balıkları yiyoruz akşamları.  

Su deposunun boş bırakılan duvarlarına çocuklar resim yapıyorlar; öylesine heveslendiler ki sen yapacaksın, ben yapacağım kavgası başladı aralarında. Öyle görünüyor ki Hüseyin Beyin beklentisi gerçekleşecek; su deposunun seramiklerle ve resimlerle süslenmesi çocukların bazılarında bulunan gizli yeteneği su yüzüne çıkartacak ve bazıları sanata yönelecek, belki de köyden bir iki sanatçı çıkacak… Olmayacak şey değil!

Bir oğlan çocuk çok güzel bir ev resmi yaptı, bir başka çocuk değişik bir biçimde gül resmi çizdi… Daha şimdiden Zeynep’ten ders almak isteyenler var; Nilgün hanım köye bir seramik fırını alıp çocukları yetiştirmeyi düşünüyor.

Su deposu donatıldı, sadece demir kapısı kaldı. Zeki kapıyı maviye boyadı, üstüne de telden kıvırarak yaptığı kuşları kaynakla yapıştırmayı düşünüyor, ama kaynak makinesi olmadığı gibi olsa da elektrik yok yakınlarda. Zeki’ye kapıya vidala dedim, dedim ama matkap ta yok… Kapını üzerine benim kuş resmi yapmamı düşündüklerini sezinliyorum, söyleyemiyorlar bana ama bakışları ele veriyor… Ben sonunda tek çözümün eldeki boyalarla kapıya bir iki martı çimek olduğuna karar verince, hepsinin dili çözüldü… Tamam yapalım…Ben iki martıyı boyarken çocuklar da kendi işlerine öylesine dalmışlar ki dönüp de bana bakmıyorlar.

Akçay’a gidiyoruz, 23 nisan bayramı kutlanıyor, kalabalık… İskelede ve Akçay’ın içinde dolaşıyoruz. Balıkçıya uğruyoruz, balık alacağız. Balıkçı çengele asılmış bir Orkinos balığını, kurban gibi kesip kesip satıyor. Hüseyin Bey ve Nilgün Hanım balıkçının tavsiyesine uyup balıktan büyük bir parça kestiriyorlar, kahverengine dönük kırmızımsı orkinosun eti. Kuşbaşı, haşlama yapmak üzere tarifini de veriyor balıkçı…Akşama orkinos yiyeceğiz.  Akşamüzeri biz rakılarımızı yudumlarken şöminenin önünde, Nilgün Hanım, Kadriye, Zeynep, Yıldız ve Kamile salonun bir kenarındaki açık mutfakta orkinosu pişirmeye uğraşıyorlar.  Işık Kansu, Kadriye, Yıldız ve Kamile o gün öğleden sonra geldiler.

Ateş güzel yanıyor zeytin odunları iyi ısıtıyor bizi, hava serin…

Balığın kokusu gelmeye başladı, içimizde kimse orkinos yememiş, nasıl olacak diye merak içindeyiz… Rakıların ikinci kadehlerini içmeye başladık. Burada oksijen bol, orman ve deniz havası rakının etkisini yumuşatıyor…

Yemek hazır dediler, kalkıp sofraya oturuyoruz. Evin masaları dikkat çekici, kalın keresteden yapılmış, bacakları da kunt. Her yerde var bu masalardan, en büyüğü giriş terasında. Masada yerlerimizi aldık, balık kocaman bir tencerede geldi. Görünüş pek çekici değil, ama tadı iyi olmalı umudu için de bekleşiyoruz. Benim tabağıma kondu, fazla beklemeden küçük bir parça attım ağzıma. Işık Kansu karşımda, beni izliyor…

Balık nasıl diye soruyor bana. Ne desem diye düşündüm, ağzıma pişirilmiş yumuşak bir ağaç parçası atmış gibiyim. Eh! diye bir ses çıkıyor ağzımdan…Işık atlıyor bu yanıtın üstüne. Şakalaşmalar başlıyor, kimse beğenmedi anlaşılan. O gecenin dalga geçme konusu Orkinos oluyor; bunu pişirmenin başka bir yolu olmalı diyorum; Nilgün hanım pişirdi balığı, onun için de fazla yüklenemiyoruz; ama şakalar sürdükçe bir daha kimsenin orkinos almayacağı anlaşılıyor. Çok neşeli bir akşama damgasını basıyor orkinos…

Ertesi gün Cuma, Güre’ye iniyoruz. Dokuz yıl önce gelip evlerinde iki gece kaldığım, çok hoş vakit geçirdiğimiz arkadaşlarımı arıyoruz. Biraz dolaştıktan sonra taş yapı küçük evi buluyoruz. Ev boş, içinde oturan yok. Hemen yandaki kapıyı çalıyoruz, Ayşe Hanım neden sonra kapıyı açıyor. Tanıdı beni. Ne kadar sevindi anlatılır gibi değil. Kahvaltı ediyormuş. İlla onunla kahvaltı etmemizi istiyor. Gece kalın diyor, arkadaşlarımız bekliyor, kalamayız diyoruz, ama Ayşe hanım çok ısrar ediyor, kalamayacağımızı anlayınca ilki litrelik bir su şişesine zeytinyağı koyuyor.

Yeniden Güre’ye dönüyoruz, arkadaşlarımızla buluşup Asos yakınında Sivrice köyünde balık yemeye gideceğiz… Yol bir buçuk saat sürüyor. Deniz kıyısından gidiyoruz bir süre. Yol çok güzel, zeytin ağaçlarının arasından geçiyor.

Sivrice henüz bozulmamış. Çok şirin bir köy. Birkaç ev ve bir iki otel yapılmış ancak. Fehmi ustanın balıkçı lokantası deniz kenarında, çiçekler içinde bir ev ve lokanta... Lokantanın arkası pansiyonmuş. Bitişiğinde ev yok, çiçeklerle donanmış çok güzel bir bahçe... Burada kalsam diye aklımdan geçiyor. Zeynep de bayıldı buraya. Lokantanın önünde denize doğru uzanan bir kayalık var. Hava güneşli ama deniz belli ki soğuk. Lokantanın önü ve yanları mor çiçeklerle tarla gibi olmuş. Masamız yarı gölge bir köşeye hazırlanıyor.

Bizden başka müşteri yok. Balıklar çeşitli. İki büyük sahan içinde fırında pişirilmiş, fırın hemen yanda taş ve topraktan yapılmış. Balık sahanları  yörede çıkan her türlü balıkla dolu, dayanamayıp önce fotoğrafını çekiyorum bozulmadan.

Hiç bu kadar güzel görünüşlü ve lezzetli balık yememiştim, balığın tiridini çorba gibi içiyoruz… Hüseyin Beyin övdüğü kadar ve hatta ondan da güzel. Kahvelerimizi lokantanın önüne çıkarılan koltuk ve sandalyelere yerleşip içiyoruz. Balıkları ve kahveleri pişiren Fehmi ustanın eşi. Ona ve Fehmi ustaya teşekkür edip ayrılıyoruz.

Asos’a çok yakınız.  

İçimizde Asos’u görmeyenler var, dokuz kişiyiz iki arabada. Yokuştan yavaş yavaş iniyoruz arka arkaya.  Arabaları yokuşta park edip yürüyoruz. Elimde baston olduğu gibi birisi de kolumdan tutuyor, bacaklarım çok zayıf bu sıra, dengem de bozuk. Asos çok kalabalık, bir kısmı da aşağılara kadar inmiş aralarıyla; Kadriye Jandarma çavuşuna soruyor, bunlara neden izin veriyorsunuz, diye. Bırakmazlarsa şikayet ediyorlarmış gibi bir yanıt alıyor. Otellerin önü, deniz kıyısı dolu.

Yürüyoruz içerlere doğru, yokuş her yan. 1976’da Yarkın ve Alman arkadaşlarımızla geldiğimizde ne denli tenha idi. Benzin sıkıntısı vardı Türkiye’de, Çanakkale üzerinden İstanbul’dan gelmiş ve yollarda bulabildiğimiz yerde 20 litrelik bir bidonu benzinle doldurmuştuk. Asos’a geldiğimizde arabanın arkasında benzin kokusu, baktık bidon delikmiş… O kadar da sigara içilmişti arabada. Hemen bagaj kapısını açıp havalandırmıştık sarı volvoyu. Kalan benzini de Yarkın balıkçılara vermişti…

O zaman Asos öylesine güzeldi ki!!!

Asos’un içinde elimizde dondurma külahları ile dolaşıp arabalara gittik. Behramkale’ye uğramadan yola devam ettik. Bir süre gittikten sonra Yıldız, Behramkale’yi görmediğini söyledi, geri dönelim dedim. Öndeki araba yola devam etti. Ben kahvede oturdum, Işık , Kadriye, Yıldız ve Zeynep Behramkale harabelerini görmeye gittiler…

Cumartesi sabahı kahvaltı ettikten sonra Hüseyin Pazarcıyı otobüsüne götürdük. Dönüşte Su Deposunda yarım kalan işlerimizi bitirmeye koyulduk. Çocuklar kendi resimleri ile uğraşırken ben de maviye boyanmış demir kapının üzerine havada cilveleşen iki martı resmi boyadım, beyaz boya ile…

O gün, Zeynep, Işık, ben Tahta Kuşlar köyünü de görelim, dedik. Dokuz yıl önce ziyaret etmiştim ama Zeynep daha önce görmemişti. Köy eskisi gibi değildi! Çok ev yapılmış. İlk gittiğimde bir müze vardı küçük bir evde. Şimdi büyük bir müze yapısıyla karşılaştık. Müzenin sahibi Ali bey kapının önünde karşıladı bizi, beni tanıyormuş gibi sıcak karşıladı, ama hatırladığını sanmam. Bir köy için çok güzel bir müze, bulabildiği her şeyi sergilemiş. Müzeden sonra bir de köyün içini görelim dedik. Şaşırdık, ne çok ev varmış! Birbirine de çok yakınlar.

Işık, bize Zeus Altarı’nı göstermek istedi. Kaz dağlarının yüksek tepelerinden birinin zirvesinde. Arabayla epeyce tırmandık dağa. Bir ayrımı geldik, yolun biri dağa çıkıyor, diğeri Adaköy’e. Arabayı bırakıp dağ yoluna girdik. Her yer çam. Tırmandıkça sol yandan köyün fotoğraflarını çektim, manzara çok güzel. Genç bir de adam var yolda, yanında küçük bir çocuk, yoruldukça kucağına alıyor. Benim için de dağa tırmanmak kolay değil, ama inat ediyorum. Yavaşça, dura yürüye, ağaçları ve köyü seyrederek elimde baston çıkıyorum. Işık benimle zaten. Zeynep önden gitmişti, telefon ediyor, baba gelme buralar çok dik diye… Zeus Altarı’nı görmeyi aklıma koymuşum, çıkacağım. Gerçekten bir yere geliyoruz dikleşiyor yol. Devam… Uzunca bir süre gittikten sonra yol düzleşiyor, karşıda Altarı görüyoruz.

Çok büyük bir kaya üzerinde. Bir yanında korkuluksuz, kayaya yaslanmış taş merdiven var, basamakları da yüksek ama bastona dayanarak çıkmaya çalışıyorum. Merdiven bitti sanırken sola doğru kıvrılıyor, birkaç basamak daha çıkınca o görkemli kayanın üstünde oluyoruz. Altar orada.

Bütün Edremit körfezi ayaklar altında… Harika bir görünüm. Körfezi o tepeden seyretmek bir başka güzellik. Tüm yorgunluğa değiyor. Fotoğraflar çekiyoruz. Dönüşte, yalnızca merdivenleri inmekte zorlanıyorum. Basamaklara oturup adeta sürünerek iniyorum, ayakta inmem olası değil.

Dağdan inip Adaköyü geziyoruz. Kaz dağlarının arkasına saklanmış, çok güzel bir köy. İmreniyorum. Meydanında güzel bir kahve var, evleri eski taş yapı, selvilerle çevrilmiş mezarlığı görülecek şey.

Güre iskelesinin arkasına balıkçı dükkanı ve küçücük mangalının üstünde balıkçıdan alınan balıkları pişiren bir adam var. Işık’la beraberiz. Zeynep istavrit alıyordu…Balıkçının  mangalında cızırdayan Orkinos şişler iştahımızı kabarttı. Işık, orkinostan büyük bir parça kestirdi.  Balıkçıya Orkinos maceramızı anlattık, adam ben terbiye edersem seversiniz, dedi. Nasıl terbiye ettiğini sordum. Önce sır diye vermek istemedi.



Abi sırrımızı verirsek biz maçı kaybederiz.

Yahu sen ne diyorsun, seninle biz aynı takımdanız, dedim. Gülüştük. Nasıl terbiye ettiğini anlattı. Eve geldik. Işık, terbiye edip şişleri dolaba koydu. Ev sahibi Nilgün, konuk hanımlar bahçeye masa çıkartıp sofra kurmuşlar havuzun kenarına. Bahçede çaylarımızı içtik, otların ve çiçeklerin arasında. Akşam yemeği keyifli olacaktı orada. Güzel güneş vardı. Güneş çekilmeye başlayınca hava serinledi. Henüz akşam yemeğini bahçede yemenin zamanı gelmemiş. Masa tekrar içeri alındı.

Işık, zeytin dallarından çöpler kesti ve terbiye edilmiş, buzdolabında birkaç saat bekletilmiş şişleri çöplere dizdi. Zeki, mangalı yaktı. Rakılarımızı doldurup balıkların pişmesini seyrettik, şişlerin üzerine bahçeden koparılmış ıtır yaprakları kondu, balıkçıdaki şişlerden daha nefis bir koku yayılmaya başladı. Son akşamın keyfini mangal başında rakılarımızı yudumlayarak çıkartırken Nilgün, Kadriye, Yıldız, Kamile ve Zeynep mutfakta salata hazırlayıp salondaki masif uzun masayı donatıyorlardı. Balıklar kızarmaya başlamıştı, gözümüz mangaldaydı, bir akşam evvelki mantarsı orkinoslardan daha iyi olacak mıydı, diye de merakla bekliyorduk.

Kavaklar köyüne ve Edremit Körfezine akşam inmeye başlamıştı; yine de Ayvalık’a kadar körfezin kıyısındaki köyler, kasabalar seçiliyordu; manzara çok güzeldi. Bol oksijenli dağ havası müthişti…  Orkinos şişler nefis olmuştu! İçimde bir sürü soru birikmişti.

Kaz Dağları çok görkemliydi, Edremit körfezinin güzelliği soluk kesiyordu. Fakat tüm bu güzellik içinde yaşayan köylülerde garip bir durgunluk ve çekingenlik vardı. Çocukluğumdan beri alışık olduğum Alevilerin sıcak konukseverliği yerinde, donuk, küskün bir karşılama vardı. Çocukların, ellerinde bir seramik parçası, duvarda yapıştıracak yer arayan coşkusu büyüklerde yoktu. Duyarsız bakışlarla yalnızca izlemişlerdi yapılanları. Hem şaşırmış hem üzülmüştüm.

Kaz Dağlarının Ana Tanrıçası gibi, elinde asası dikilip bizi izlen Sabriye Orki yöresel giysileri ile dikkatimi çekmiş, gözümü almıştı. ’Meraklı bakışları hep üstümdeydi. Bir kez ''Dede..'' demiş, gerisini getirmemişti. Beni Alevi Dedesi mi sanmıştı, yoksa ak saçım ve sakallarım mı böyle düşündürmüştü.

Fakir giyimli yaşlı adam neden fotoğrafının çekilmesine izin vermemişti? Ezikliği, fakirliğinden miydi, belgelenmesini mi istememişti?

Pazar sabahı kahvaltı edip Kavlaklar meydanına indik. Su deposunun birkaç fotoğrafını daha çekip, rastladığımız köylülere veda ettik. Bu görkemli ve güzel yerden unutulmaz anılar ve çözmeye çalıştığım sorularla ayrıldım.

Cemil Eren
Kaz Dağları, Nisan 2009

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

nilgün gürkan pazarcı { 24 Mayıs 2009 09:42:44 }
Cemil Eren''in çizdiği kuşlar Kazdağında Kavlaklar Köyünde bir kulübenin kapısını süslüyor şimdi...Dağların, doğanın dostlarla paylaştıkça tadına daha çok varılıyor ama kocaman bir gerçek daha var: Kazdağlarına önce orada yaşayanların sahip çıkması gerekiyor.Yazlıkçıların attığı çöpler, yokedilen zeytinlikler, kötü yapılaşma güzelim doğayı tahrip ediyor.Yerel yönetimlerin rant sağlamalara izin vermemesi, orada yaşayanların çevre bilincini kazanması gerekli... Bu konudaki her çaba gelecek için çok ama çok önemli... Cemil Eren gibi, diğer dostlar gibi yaşama güzellik katan herkese teşekkürler.
Edip CEYHAN { 23 Mayıs 2009 15:43:23 }
Gerçekten harika, yazılanlarla fotograflar üst üste oturduğunda sizin yaşadıklarınızı bende yaşadım burda. Ne güzel bir gündü demi :)
nihat ziyalan { 22 Mayıs 2009 19:05:53 }
Cemil Eren'le uzun süredir birlikteyim.

kendisini tanıdıkça hayran kalıyorum.

kızı zeynep de cin gibi, iyilik dolu biri. kendi yemek yemiyor. sokak köpeklerini besliyor. çok güzel bir insan.

bartın'da konuk gittiğim evde okudum bu enfes yazıyı.

ayrıntı başımı döndürdü.

eline sağlık cemil usta.

bartın'dan dostlukla.

nihat ziyalan
pinar ozkan { 22 Mayıs 2009 17:52:39 }
Sevgili Cemil Eren,
Kaz dagina gitmeyi planlayanlara fikir veren, gidemeyecek olanlara ise cok iyi gelen bir yazi.
Eline saglik.
Bir kez daha anladik, ne varsa cocuklarda var.

Bir de su orkinos sislerin terbiye sirrini ogrensek?
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…

Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

Türkiye artık yabancılar içinde ucuz değil…
2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git