A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kaygan Zemin

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 1 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 20 Mayıs 2009 00:21:58

"Olmak" zorunda olmak insanı gerdirir. Gerilim, içimizdeki kuşkunun duyumsanmasıdır. Bu varoluşsal sorun düşünce tarihinin en önemli konularından biri olarak dirimselliğini sürdürür, sürdürmeye de devam edecektir. Öyle ki varlığımızın kanıtı bile kuşkunun bilinci yoluyla ileri sürülmüştür.

Descartes her şeyden kuşkulanarak düşünmesini harekete geçirdi, ancak kuşkulandığından kuşkulanamayacağını gördü ve bu noktada "düşünüyorum o halde varım" dedi.

Aslında bir ikilikten söz etmiyordu. Varım bunun kanıtı ise düşünmem değil; düşünüyorum demek ki varım biçiminde de değil; düşünmek doğrudan varlığımızın kendisidir denmektedir.

Kuşku ikilemin olduğu yerde vardır. Peki bizim ikilemimiz nedir?  İnsan hariç her canlı dünyaya geldiği gibi gider. Bunu söylerken her canlının beslendiğini, büyüyüp ürediğini ve öldüğünü bilerek söylüyorum elbette. Diğer tüm canlılar doğalarındaki program ne ise onu açarlar, türlerinin özelliklerini gerçekleştirerek ölürler. Bir kedinin kedi olarak nasıl yaşayacağı, ne yapacağı bellidir. Bir bitki de aynı şekilde. Tohumundaki program ne ise onu değiştirmeksizin olduğu gibi gerçekleştirip sonunda ortadan kalkar. İnsan dışında hiçbir canlının kendini varetme kaygısı yoktur, hatta onlar kaygı diye bir şey bilmezler.
 
Bilinç bir anlamda seçim yapma yetisidir, tersinden söylersek seçim yapmak bilincin bizzat kendisidir. Aslında seçim kimyasal süreçlerde, bitkilerde, tek hücreli organizmalarda ve hayvanlarda da var. Buna rağmen onlarda kuşku bulunmaz; varoluşsal boşluk olgusu onlarda yaşanmaz. Kimyasal süreçlerde bir element bir başkasıyla birleşirken seçicidir, canlı organizmalar yaşamsal işlevlerini gerçekleştirirken seçicidirler. Onların tüm davranışları programlıdır, verilidir. Bu zorunluluğun dışına çıkamazlar. Başka bir deyişle özgür iradeleri yoktur. İnsan özgür irade sahibi olmakla ayrıksıdır. Özgür irade sahibi olmak demek aynı zamanda seçim yapmama, vazgeçme yetisine de sahip olmak demektir. Burası biz insanların ikileminin kökünü oluşturur. Seçim yapmamak da bir seçimdir ve seçmediklerimizde seçtiklerimiz gibi kendilerine uygun eylemi gerektirirler. Ruhu seçim (düşünce, irade) olan eylemlerimiz bizim varlığımızı oluşa devindirdiğimiz akışımız; kendimizi yarattığımız sürecimiz, yazdığımız kaderimizdir. Bu akışı durduramayız, ama yönlendirebiliriz, tasarımlayabiliriz, ilkeler belirleyip programlayabiliriz.
 
İnsan hem bir SORU, hem de SORUNDUR. Sorudur, çünkü dönüştürücü bir güçtür; sorundur çünkü kendi kendini tanımak, kendini sonsuzca yeniden ve yeniden üretmek, geliştirmek ve en önemlisi tüm bu yapıp etmelerini anlamlandırmak zorundadır. Soru ikilemin olduğu yerde doğar, sorun ise bu ikilemin sürekliliğidir. (ilk soruyu Havva sormuştur: Yasaklanmış ağacın meyvesini yemeli yememeli mi? Adem’le beraber yedi ve sorun başladı: ekmeğini topraktan sen kazanacaksın, acı çekeceksin ve öleceksin, tanrısal emir böyle)  Bir ikilem çözülür yenileri gelir ve bu sonsuzca sürüp gider.
 
Gereksinimlerimiz vardır ve bu başlangıçta bir yoksunluktur. Bu yoksunluğun bilinci bizde istek olarak ortaya çıkar, istekler ise giderilmek üzere bizi seçimlere zorlar. Gereksinim verilidir, istek bilinçlidir, seçim yapma(ma)k zorunludur. O halde istek, varlığımızda taşıdığımız iki kutbun buluşması, birbiriyle örgün hale geldiği noktadır.  İsteğimizi tek tek nesnelere, olaylara vb. yöneltebiliriz hiç kuşkusuz. Peki, bütün bunları kapsayan ve aşan genel bir istekten söz edebilir miyiz?
 
İsteklerin isteği var mıdır? En kapsamlı istek hangisidir? Sonuç olarak şu ilkesel soruyu sorabiliriz: İNSAN NEYİ İSTER?
 
Bu soruya yanıt olarak sonsuzca yanıt verilebilir; yaşamayı ister, iktidar ister, para-pul ister, şöhret ister, sağlık ister, … Bunların tümü belirli bir gereksinime ve nesneye-olanağa yönelik olarak ortaya çıkarlar. Daha çok, insanın hayvani-toplumsal ve bu ikisi arasında ortaya çıkan kişisel diyebileceğimiz arayışlarına karşılık gelir. Yani hiç birisi tam olarak kapsayıcı olamaz. Dolayısıyla bu istekler sınırlı, koşullara bağlı ve geçici olarak ortaya çıkar ve kaybolurlar. Peki zamana ve koşullara aşkın, ortaya çıkmasını engelleyemediğimiz, gerçekleşmesi için kendimizi durduramadığız sonsuz bir isteğimiz var mı? Evet var: İSTENMEYİ İSTEMEK.
 
İnsanlaşma süreci burada başlar. İnsan bir yok varlıktır; donanımı ile varlık, anlamı ile yokluk. Bu donanımla potansiyel varlığını gerçek varlığa dönüştürmek zorundadır. Bu anlamda her anımızda hem varız hem yokuz. Varkıldığımız her şey artık bir potansiyele, olanağa dönüşmüştür ve bu olanakla yeniden varolma serüvenine girmek zorunda kalırız. Bunun için denir ki sadece insanın tarihi vardır, doğanın tarihi yoktur. (?)
 
İstemek düşünmektir, istenmekte düşünülmeye istemektir. O halde burada insandan insana gidip gelen varoluşsal bir enerji akışı,  düşünsel bir iletişim vardır. Bunun anlamı şudur: Birbirimize muhtacız. Bu son derece açık; çünkü benim herhangi bir gereksinimim ötekinin yaşam kaynağıdır, aynı şeklide benim insani her eylemim bir başkasının yaşamasına hizmettir. Ekmek yiyeceksem fırıncıya muhtacım, elbise giyeceksem terziye… 
 
Varlığımızı biliriz, ama kim olduğumuzu başlangıçta bilmeyiz. Onu toplumsal ilişki içinde oluştururuz ve bununla kabul görmek isteriz. Kimliğimizi ve varolduğumuzu deneyimlemek isteriz, bu ancak ötekiler ile ilişki içinde mümkün olabilir. Ötekilerin bizi nasıl gördüğü bundan dolayı bizi çok ilgilendirir. Çoğunlukla her türlü yapay, otoriter, gösteriş gibi sevimsiz davranışların nedeni olsa da yine de ötekilerin hakkımızda ne düşündüklerini, bizi nasıl anladıklarını ve anlamaları gerektiğini kendimize dert ederiz. Kendi özümüz olan bireyselliğimizi tatmak, verili olan yaşam enerjimizi gerçekleştirmek ve kendimizi anlamlı bulmak gibi önüne geçilmez dürtülerimizi ancak ötekilerle ilişki yoluyla yaşayabiliriz.
 
Her insan bu isteklerle kendini ortaya koyar. İsteklerinin yoğunluğu ve nesnesi ne kadar farklı olursa olsun tüm bu isteklerin ortak paydası başkaları tarafından kabul edilmektir. Burası kaygan bir zemindir, başka bir deyişle hak olana yönelmekle, sahte olana yönelmek iç içe bulunur.
 
Başkası olmadan birey olmaz, birey olunmadan başkası için değerli olunmaz. Değerimiz birbirimiz üzerinden ve birbirimiz aracığı ile yaratılır ve yaşanır. Bunun başka yolu yoktur. Onun için “İnsan özgürlüğe mahkumdur” denir. Çünkü özgürlük tüketmek değil yaratmaktır, değer hazır bulanan değil bulunanı ereğe doğru işlevli kılmaktır.
 
İnsan, bireyselliğinin varlığını ve kişiliğinin somutluğunu ötekiler üzerinden üç yoldan yaşayabilir.
-Ötekiler tarafından fark edilmek,
-Ötekiler tarafından otorite ve umut olarak görülmek,
-Ötekiler tarafından sevilmek.
 
Fark edilmek bizi toplumun kabul edilir, en azından dışlanmayan bir bireyi haline getirir; otorite ve umut olmak; egemenlik arzusunu ve başkasına hükmetme hırsının arayışına sürükler; Sevilmek ise özgürlük ve güvenlik getirir. Her üç eğilimde hepimizde bulunur. Birey kendi iç dünyasında bunu kendisi fark edebilir, fark ettiği ölçüde de nasıl tutum alacağına kendisi karar verir ve sonuçlarına da kendisi katlanır. Ama burası içten, kararlı ve süreğen bir sorgulamayı gerektirir. İnsan kendini kolayca aldatabilir. Kendi kuyusundan dünyaya bakan birisi gökyüzünü ancak kuyunun ağzı kadar görecektir. Onun için alternatifli düşünme, önyargılardan ve şartlanmalardan arınmış bir düşünsel tutum, sadece “neden” sorusuna yanıt arayarak değil “ne için” arayışına da girerek içimizdeki ego cambazının numaralarından yakayı kurtarabiliriz, ben böyle düşünüyorum…
 
***
 
Yıllardır tanıdığın bir arkadaşım var. Bir gün ailesi ile birlikte ciddi bir doğal afetin tehlikesi ile yüz yüze gelmişti. Ailecek hayati tehlike atlatmışlardı.  Çok sayıda ölü ve yaralı insanın ambulanslarla hastanelere taşınmasın şahit olmuştu. Bu yaşadıkları üzerin bana şunları söylemişti: “Bu kaza oluncaya kadar hep bir yerlerde yönetici olmak isterdim, göze batmak ve yönetici olmak isterdim. İnsanları yönetmek, bana akıl danışılsın isterdim; fakat bu olaydan sonda bu hırsım tamamen silindi.”
 
Ancak bu kez elinden geldikçe gayrimenkul biriktirmeye çalışıyordu. Kimin neye sahip olduğu onu çok ilgilendiriyordu. Çok şeye sahip olmakla güvenliğinin artacağını düşünmüş olabilir, belki. Ancak anlayışında herhangi bir dönüşüm olmamıştı. Hırs sadece hedef değiştirmişti: İktidar hırsı yerini mal hırsına bırakmıştı, hepsi bu.
 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

islam doğan { 20 Mayıs 2009 11:44:48 }
Değerli dostum,
Yazını anlayabildiğim kadarıyla okumaya çalıştım.
Kendince doğru şeyler yazmaya çalıştığına inanıyorum. Doğru şeyler diyorum çünkü aksini söyleyecek birikimim yok. Her yazını bekleyerek ve beğenerek okuduğuma inandığını sanıyorum.

Ancak, yazının son bölümünde anlattığın konunun benimle ilgili olduğunu anlayabilecek birikimim var. Yazının benimle ilgili olmasından kaynaklanan hakla sana bunları yazmak istedim.
Olay şu:
Bilindiği gibi karadenizli vatandaşlar atmaca, şahin, kartal,doğan vs avcı kuşlara çok meraklıymış. Bir gün karadenizli bir vatandaş İstanbul da kolunda şahini gezerken bir kalabalık görmüş, neler oluyor diye merak etmiş. Kalabalığa yaklaşmış,
"neler oluyor burada ?" diye sormuş.
Kalabalıktar biri: "Burada çok keskin bir evliya türbesi var, herkes bir dilekte bulunuyor çünkü bu mubarek kişi her dilediğini gerçekleştirir" der.
Bunun üzerine bizim karadenizli: "Ya evliya kuşum tutsun kuşu" diye dilekte bulunup yoluna devam eder. Biraz ilerleyince bir serçe gören bizim karadenizlinin şahini sahibinin kolunu koparırcasına avına hamle yapmak ister. Karadenizli vatandaş evliyanın keskinliğine şaşırarak şahini kolundan serçeye doğru uçurur.
Şahin daha serçeye ulaşamadan bir doğan bizim karadenizlinin şahinini bir pençede yerer serer.
Bizim karadenizli hiddetle geriye evliyanın türbesine dönerek: "Evliyalığına bir diyeceğim yok ama lafı g...tünden anlaysun, ben sana kuşum tutsun kuşu, kuş tutsun kuşumu demedim" der.
Selam ve sevgilerimle,
İslam Doğan
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git