|
İşkence Ve HekimlikKategori: Kul / Özerk Benlik | 0 Yorum | Yazan: Prof. Dr. M. Orhan Öztürk | 30 Nisan 2009 08:06:13 İşkence bir insanlık suçudur. Türkiye yıllardan beri, uluslararası değerlendirmelere göre, işkenceyi devlet eliyle sürdürmüş olan birçok ülkeden biridir. Özellikle, 1980 darbesini yapan generaller yönetiminde işkence çok yaygınlaşmış, Türkiye bir işkence ülkesi olarak tanınmıştır. Özellikle, Güneydoğuda yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız, devlet ile bir terör örgütü arasında sıkışmış kalmış, işkenceye en çok uğrayanlar olmuştur.
Düşünebiliyor musunuz, işkence yöntemleri arasında tüm bir köy halkına insan dışkısı yedirmek gibi uygulamalar bile görülmüştür. Avrupa Birliği’ne girmeye çalışan Türkiye’nin işkence karnesinde 2000’li yıllarda bir miktar düzelme başlamışsa da, işkence ülkesi olmaktan henüz tam anlamı ile kurtulamamıştır. Amerikan Tıp Birliği Dergisi (JAMA) bütün dünyada en çok okunan, en etkili tıp dergilerinden biridir. Bu derginin 7 Ağustos 1996 sayısında (cilt 278, sayı 5) ülkemizle ilgili bir araştırma yazısı yayımlandı. Yazarlarının değişik kaynaklardan geçerli, güvenilir bilgi toplamaya çalıştıkları bu araştırma, ülkemizde hekimlerin, baskı ve tehdit altında, işkence yapanların suç ortağı durumuna sokulabildiklerini açıkça göstermektedir. Bu konuda ilk kıpırdanışı, 1980'lerin başında, Türk hekimliğinin unutulmaz örnek insanı Nusret Fişek hocanın başkanlığında Türk Tabipleri Birliği başlatmıştı. Bu yüzden Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeleri 1980 darbecilerinin soruşturmalarına da uğramışlardı. O dönemden beri Türk Tabipleri Birliği, hekimler arasında, hükümetler katında ve toplum içinde bir bilinçliliğin gelişmesi ve hekimlerin suça katılmamaları için çalışmışsa da, ülkemizde hekimlerin büyük çoğunluğu işkence konusunda suskun, edilgin kalmıştır. Örneğin, Türk Tabipleri Birliği'nin çeşitli girişimlerine, kimi gazetelerdeki yayınlara, özellikle psikiyatri kongrelerinde işkence konusundaki açık oturumlara karşın, bu suskunluk ve edilginlikte büyük bir değişim olmamıştır. Londra Üniversitesi'nden Dr. Metin Başoğlu'nun hazırladığı ve bütün dünyada işkencenin ruhsal etkileri konusunda en yeni, en değerli bilimsel verileri içeren "İşkence ve Doğurguları" (1) adlı kitap, yayımlandığından beri, ülkemizde çok az ilgi çekmiştir. Bu konuda suskun kaldıkça hepimizin suçlu olduğumuzu ve suçlu olarak bilineceğimizi vurgulamak istiyorum. Acıdır, ama gerçekten tanınmış bir işkence ülkesi olmuş durumdayız. 1980'lerden beri bütün dünya gözünde işkence yapılan ülkeler arasında ön sırada bir ülke durumuna düşerken, ülkemizde güvenlik ve yargı görevlileri, politikacılar, yöneticiler işkencenin önlenebilmesi için önemli bir adım atmamışlar, hatta zaman zaman, işkence yapanları korudukları izlenimini de bırakmışlardır. İşkenceye karşı olan kişilerin, sivil toplum örgütlerinin ve kimi yayın kuruluşlarının uyarıları yargının, güvenlik güçlerinin, hekimliğin, tüm toplumun süregelen işkenceler yüzünden yara almasını, lekelenmesini önleyememiştir. Ülkemiz, yalnız kendilerinin ya da partilerinin çıkarlarını düşünen yetersiz, güvenilmez politikacılar elinde çözümü zor, boyutları çok büyük sorunlar yumağının içine itilmiştir. Bu arada, birçok alanlarda olduğu gibi, hekimlik de çözümü güç sorunlarla baş başa bırakılmıştır. Hekimler kamu kuruluşlarında görev aldıklarında yerel yöneticilerin denetiminde çalışmakta, onlara bir belediye başkanı, bir savcı, bir kaymakam, bir polis müdürü buyruk verebilmektedir. Çok yaygın olmasa bile, kimi yerlerde, işkence görmüş bir tutukluyu muayene ettiklerinde, hekimlerin bağımsızca rapor yazmaları çeşitli tehditlerle önlenebilmektedir. Hekim kimliğinin gerçek iç yapısına baktığımızda şu öğeleri görürüz: Onun çocukluktan, aile ve toplumundan getirdiği bir kişisel kimliği vardır. Bu kişisel kimliğin içinde cinsel, etnik, ulusal, dinsel, ideolojik kimlik öğelerinin yanı sıra, her kişide olduğu gibi insan olmakla ilgili kimlik duygusu da bulunur. Bunların üstüne, belli bir eğitimden geçerek belgelenen meslek kimliği eklenir. Ancak, hekimi başka bütün mesleklerden ayıran, iki bin beş yüz yıl öncesinden beri, hekim kimliğinin ayrılmaz bir parçası olan kimlik öğesi onun evrensel-hümanist kimliğidir. Hipokrat’tan beri uyulan hekim andının içinde en önemli olan sözler işte bu evrensel-hümanist kimlikle ilgili olanlardır: Hekim, her koşulda, bir savaş sırasında bile, hastasını ulus, ırk, inanç, ideoloji, cinsiyet ayırımları yapmadan değerlendirmek ve yardım etmek zorundadır. Evrensel-hümanist kimliği üstlenmek ve buyruklarına uymak hekimin kendi etnik, dinsel, cinsel, ideolojik kimliklerinden geçici olarak sıyrılabilmesi, bunları geçici olarak bırakabilmesi demektir. Bunu yapabilmek kişiliğin gelişim sürecinde özerk benlik duygusunun özümsenmiş olmasına bağlıdır. İnançlarının, etnik duygularının etkisinden sıyrılamayan kul benlikli kişilerin evrensel-hümanist kimliği benimsemeleri çok güç, belki de olanaksızdır. Diplomasını alırken her hekim bu evrensel-hümanist kimliğin gereklerine uymaya namus sözü verir. Bu söze uyamayan hekim, hekim sayılamaz. Örneğin, dinsel inançları ve saplantıları ile karşı cinsten olanı muayene etmeyen, ulusal kimliğine, ideolojisine uymayan insanlara işkence yapılmasına göz yuman, raporları ile işkenceye suç ortağı olan bir tıp fakültesi mezunu hekim sayılamaz. Böyle kişiler özerk benlik duygusunu kazanamamış, inançlarına, etnik duygularına aşırı bağlı kul benlikli kişilerdir. Ülkemizde ağır bir siyasal, ekonomik, kültürel bunalım ve ahlak yozlaşması yaşanmaktadır. Devlet yönetimine, yöneticilere güven ileri derecede sarsılmıştır. Ülkenin içinden ve dışından gelen bütün eleştirilere kulaklarını tıkamış bir iktidar ve onu destekleyen politikacılar insan hakları, işkence, düşünce özgürlüğü gibi sorunlar karşısında duyarsız görünmektedirler. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti uygar dünyanın insan hakları ve işkence konusundaki bütün uluslararası sözleşmelerini imzalamış bir devlettir. Bu konularda belirgin duyarsızlık göstermiş olan yöneticilerimizi birçok kez uyaran Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) şu sıralarda, hükümetleri ve toplumu etkileyebilmek, bir baskı yaratabilmek amacı ile Türkiye'deki insan hakları ve işkence sorunlarını bütün dünyaya duyurmak için çalışmalarını hızlandırmış bulunmaktadır. Bu da ülkemize, toplumumuza karşı, zaten yüzlerce yıldır var olan, önyargıları, olumsuz duygu ve tutumları artırmaktadır. Yabancılara kızarak, "bize ne karışıyorlar" dediğimizde, devekuşu örneği ilkel yadsıma (inkar) türü bir aldatma savunmasından başka bir şey yapmadığımızı bilsek iyi olur. Bu ülkenin bir hekimi, bir vatandaşı olarak bu tür uluslararası gönüllü toplum örgütlerinin tepkilerini anlamak, bunlar üzerinde düşünmek, araştırma yapmak, çareler bulmaya çalışmakla yükümlüyüz. Bu koşullar altında, yalnızca hekimin sorumluluğunu belirtmekle, hekimi suçlamakla sorunun çözülemeyeceğini bilmemiz gerekir. Görevli adli tıp ya da sağlık ocağı hekimini zorla muayeneye götürüp, çeşitli tehditler altında, gerçek dışı rapor düzenlemeye zorlayan bir savcı, bir emniyet müdürü, bir kaymakam karşısında hekimin içine düştüğü çaresizliği gidermenin yollarını aramak ve bulmak zorundayız. Hekimin evrensel-hümanist kimliğinin özelliğini anlayamayan, tanımayan bir savcının, yargıcın, güvenlik görevlisinin de temelde kul benlikli kişiler olduklarını kabul edebiliriz. İşkence yapan, yaptıran, işkenceye göz yuman, onaylayan kişiler ya kendilerine verilen komutlara düşünmeden boyun eğen ya da içlerindeki ezici, yıkıcı, insanı aşağılayıcı eğilimlere (sadizme) teslim olmuş kul benlikli kişilerdir. Baskıcı yönetimlerin egemen olduğu toplumlarda böyle kul benlikli kişilerin işkence yapmaya yönlendirilmeleri sık görülmektedir. Ülkemizde hekimlerin, genel olarak toplumun suskunluğu, edilginliği sürdükçe, işkence yapanları koruyan yöneticilere ve işkenceye karşı toplum olarak kesin bir tutum alamadıkça; güçlü, etkili ses çıkaramadıkça, yalnızca işkenceyi yapanların, yaptıranların, yanlış rapor vermeye zorlanan hekimlerin değil, bütün yöneticilerin, bütün toplumun suç ortağı durumuna düşeceğini görmemiz gerekir. Geç de kalmış olsak, bu konuda bilinçlenerek etkin ve etkili bir savaşımı başlatabilmek için, bir yandan Türk Tabipleri Birliği ve benzeri kuruluşları, gönüllü toplum örgütlerini güçlendirmek, sürekli uyarmak, bir yandan da bireyler ya da büyük, küçük kümeler düzeyinde girişimler yapmak, çabalar göstermek zorundayız. Cumhuriyet, 16 Kasım 1996 (Değiştirilmiştir) (1) Başoğlu, Metin (Editör) Torture and Its Consequences. Current Treatment Approaches. Cambridge University Press, Cambridge 1992.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|