|
|
Yıldız YaseminKategori: Kültür/Sanat | 2 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 27 Nisan 2009 01:33:23 Cadde, hafta sonunun yalnızlığını bir iş gününün koşturmasında unutmaya çalışacak. Baskıcı endüstri mahallesinin arasına sıkışmış dizi dizi küçük fakir evlerin hüznü, gürültücü dışa dönük pazartesinin dokunuşuyla beş gün için unutulacak. 1950'lerde iki kafadarın bir tanecik baskı makinesi satın alıp kurdukları atölye büyümüş de büyümüş. Bir fabrikaymış artık burası çocukları işin başına geçtiğinde, atölye değil.
Pazartesi: Bir kadın yürüyor güneşli kaldırımda. Birazdan yaşamının bir gününü daha geçirmek üzere eski büyük yapıya girecek... Her sabah, bu kocaman tuğla binaya doğru yürürken bir daha geri gelmeyecek ‘an’ı, ‘ zaman’ı bir kez daha sezinliyor kadın... Bir başka kocaman yapıyı, soğuk kış sabahlarını, yirmi beş yıl öncesinden bir konuşmayı anımsıyor kimi zaman. Yeni budanmış ağaçların altına gelince başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Güney yarım küre göğü elimi uzatsam dokunulur gibi. Biçimli ak bulutları çevreleyen berrak açık mavilik... Pırıltısıyla gözlerim kamaşıyor. Ağaçları budamışlar. Fazla budamışlar. Tatlı tatlı kokan yıldız biçimli yaseminler yok olmuş. Geçen hafta, kokusuyla baş döndüren çiçeklerle kaplıydı. Beyazın tanımı olacak denli beyaz çiçeklerle... Büyük, ağır kapıyı neredeyse güçlükle itip içeri giriyorum. Brigs Printing… Günaydın. Size nasıl yardımcı olabilirim? Kathy’nin sesi inceliyor, uzuyor, alıp başını kahverengi tuğla eski binadan çıkıyor. Belki kırlara çimenlere dokunup belki okyanus havasını soluyup dönüp geliyor. Bir elini resepsiyon masasının bej rengi parlak kaplamasında gezdirerek kendini oyalıyor Kathy. Öbür elini bana selam niyetine kaldırıyor. Mutluluğun peşinde bir sekreter kız... Bir türlü yakalayamayan... Yaşam karşısına, kızkardeşinin dediği gibi, kolları bütünüyle dövmeli ama ruhları işlenmemiş adamlar çıkartıyor. Keyifsiz görünüyorsun. Hafta sonun iyi geçmedi mi? Kolları dövmeli adam cuma gecesi Kathy’nin iki göz odalı evine şöyle bir uğramış, ertesi sabah kayboluvermiş. Oysa Kathy planlar yapıyordu: Bu ev kolları dövmeliyle ikimize biraz küçük... Hele ileride bebek de olursa... Beraber daha büyükçe bir yere taşınsak diyorum... Kolları dövmeliye hafta sonunda söz edecekti planından. Her cumartesi olduğu gibi, kocasıyla kulübe ya da sinemaya giden kızkardeşinin çocuklarına bakmış Kathy. Roald Dahl okumuş onlara. Çarli’nin Çikolata Fabrikası... Çarli’nin Büyük Cam Asansörü de kitaplığın ucunda sırasını bekliyormuş okunmak için. Nasılsa yaşanacak başka cumartesi gecelerini bekliyormuş. Kızkardeşi ve kocasının klüpte soğuk birer bardak bira ve patates kızartmasıyla geçirecekleri cumartesileri... Kendi de eğlenmiş Çarli’yle ve çocuklarla ilkin. Sonra sıkıntı çöküvermiş üzerine koyu bir bulut gibi. Yeter artıkkk... Küçücük bir çığlık koyveriyor. Kathy bu... Arada bir minik çığlıklar atması gerekiyor. Can sıkıntısı dağılıyor, toz toz olup havaya karışıyor ince çığlığında. Ben onu anlıyorum. Mutlu olmak istemesini, mutluluğu, bir kez elde edilince hep orada olacak bir eşyaymış gibi arayışını bile anlıyorum. Güne bu duyguyla başlayıp geceyi bu duyguyla bitirmesini... Beynini yüreğini bir ağ gibi saran beklentiyi çok iyi anlıyorum. Yanlış anlama, çok seviyorum bu çocukları. Ama yetmez mi artık? Benim de kendime ait bir yaşam istemeye hakkım var. Öyle değil mi? Kimin yok ki? Kathy bu sabah gerçekten keyifsiz. Belki haberi duydu. Satın Alma Müdürü Peter’ın, sabahları herkese günaydın demeden yerine oturmayan güleryüzlü ve cana yakın yaşlı Peter’ın müzmin bekar oğlu sonunda hoşuna giden bir kızla tanışmış. Birkaç hafta önceydi... Söyleniyordu Peter. Otuz üç yaşında. Hala bizimle oturuyor. İlişkileri sürdürmekte zorlanıyor çocuk. Neden bilmem? Bir baba sevgisiyle, hoşgörüsüyle eklemişti. İstemediğinden denemediğinden değil. Uygun birine rastlayamadi herhalde. Türkçe konuşuyor olsaydı “kısmet değilmiş” diyeceğini düşünmüştüm. Hani insan aynı durumda olan başkalarından destek alır da, onların durumu değişince desteği kaybetmiş gibi olur ya, belki de Peter’ın oğlunu duyunca öyle bir şeyler duyumsadı Kathy. Erkek arkadaşının bahaneleri bitmiyor da bitmiyor. Hafta sonu için yapılan planları işim çıktı diyerek sık sık atlatıyor kolu dövmeli. Kimi zaman ansızın geliyor, geceyi Kathy’nin evinde geçiriyor. Ertesi gün kayboluyor ortadan. Annesi sevmiyor kolu dövmeliyi. Sana hayır yok bu çocuktan. Kathy de için için biliyor bunu. Gene de kesip atamıyor. Uslanacak diye bekledim bunca zaman. Bir gün evleneceğiz diye alttan aldım. Boşuna mı geçti iki yıl? Müşteri İlişkileri Bölümündeki kızlar Kathy’e rahat vermiyorlar. Düğün ne zaman hayatım? Evlenir evlenmez bebek mi? Masa komşum Tracy ve ben Huysuzlar Bölümünün kızları diyoruz onlara. Huysuzlar Bölümünün bir de balığı var. Üç mızmız kıza eşit uzaklıktaki dosya dolabının üzerinde, küçük bir kavanozda yüzüp duruyor. Bu sabah baktıklarında balığı ölü bulmuşlar. Kim bilir kaçıncı? Biri gidiyor biri geliyor balıkların. Bu kızlara balık mı dayanır, diyorum Tracy’ye, kıkırdıyor. Ölü balığı tuvalete atıp sifonu çekmişler, diyor. Ciddi bir yüzle soruyor sonra. Ölü balıklar niye tuvalete atılır? Balık bir su hayvanı olduğu için mi? Huysuz kızlardan biri olan Jodie’ye sorarsanız balık ölümlerinin faili; bunu bir cinayetten sözeder gibi söylüyor; alt kattaki fabrikadan havalandırma düzeneğiyle gelen kimyasal kaplama malzemesi kokusu. Her an patlamaya hazır bir öfkeyle yüklü Jodie geçen gün Satın Alma’daki kızlardan birini azarladı. Kızın göz pınarlarında birikmiş yaşı gördüm. Sustum. Herkes gibi sustum. Ah! Niye sustum? Yürekli olmak neden böylesine güç kimi zaman? Bu sabah ölü balığı görünce gene köpürdü Jodie. Bir başladı mı bitmiyor. Ağzını hiç açmasa çok daha iyi. Ölü balık görmekten bıktım. Hani kaplamanın kokusunu önlemek için bir şey yapacaklardı? Koku olduğu gibi üst katta. Sanki endüstri devriminden önce yapmışlar bu binayı. Doğru dürüst havalandırma yok. Zehirleneceğiz bu gidişle. Bu son olsun. Bir daha gündüz yaparlarsa, bir dakika durmuyorum burda, çıkıp gidiyorum. Fabrika Müdürü Jim odasından duyuyor bu söylenmeleri. Sesini çıkarmıyor. Jodie’nin geçimsizliği herkesi korkutmuş. Geçen gün Satış Bölümü Müdürü de itiraf etti. Yalan söyleyecek değilim ya, doğrusu çekiniyorum Jodie’den. Fabrikadaki genç işçiler dalga geçiyorlar. Sevgilisi yok da ondan. Otuz beşine gelmiş ve boştaysan böyle olursun. Kendini kurban etme pahasına şu kızı mutlu etmeye ne dersin? Herkese de iyiliğin dokunmuş olur. Neden bana söylüyorsun? Sen yap bu iyiliği. Belki cennete gitme şansın bile doğar. Jodie huysuzsa huysuz... Bu sözler hoşuma gitmiyor. Ayıp ediyorsunuz çocuklar. Hoş değil söyledikleriniz. Jodie’yi kayıracak ne var şimdi? Konuşup gülüyoruz işte. Öğlende elmamı alıp dışarı çıkıyorum. Sırtımı kirli tuğla duvarlara verip caddeyi dinliyorum. Gürül gürül akıyor yanı başımda cadde, tutup yakalanabilir gibi canlı. Bir kamyonet hızla geçiyor önümden. Ağactaki tek tük kalmış yaseminlerin kokusuna uzaktaki köpek maması fabrikasından gelen tiksindirici koku karışıyor bir an için. Elimle itiyorum havayı. Karşı kaldırımın önüne küçük bir araba park ediyor. Saçları toplanır gibi yapılıp özellikle biraz dağınık bırakılmış hoş bir genç kadın iniyor. Üzerinde şirket armalı koyu gri ceket ve etek. Omuzunda taşınır bilgisayar çantası. Arka koltuktaki iş çantasını ve dosyayı kapıyor aceleyle. Yandaki tekstil şirketine doğru yürümeden önce gülümsüyor bana. Kızın yüzündeki anlamı seviyorum. Henüz bıkkınlığa teslim olmamış, sonu gelmeyen isteklerle, hırslarla değişime uğramamış iyi ve canlı yüzünü. Tanımadığım bu genç kadının olası yaşamını düşünüyorum. Gülümseyen gözleri akşam mutlu bir eve gireceğini hayal ettiriyor bana. Ardından, Pazarlama ve Müşteri Hizmetleri Müdürü Kimberly’nin yapma kahkahaları, işleri kapmak üzere özel olarak hazırlanmış konuşmaları, rol yapan yüzü geliyor gözlerimin önüne. Brigs Printing’in yakınan kirli tuğla duvarlarına dönüyorum yüzümü. Başımı kaldırıp binanın eskimiş mimarisine bakıyorum. 1950’lerde bir sonbahar günü düşlüyorum. Taze yapı kokusu ofislerde, koridorlarda... Başlangıcın kokusu... Heyecanın umudun. Yıldız yasemin gene orada... Gene çiçeğe durmuş... Belki de herşey aynıydı. İçeride bir Jodie... Dosya dolabının üzerinde kavanoz ve içinde bir balık... Yine konuşan şakalaşan işçiler... Bugün gibi bir gün ama 1950’lerde bir gün... Öğleden sonra Tony bir kağıt parçası getiriyor. Fabrikadaki en eski ve en az kullanılan makinenin ustası olmakla övünüyor Tony ama herşeyden çok sevdiği, iş tanımına yazılmamış gönüllü görevi. Ragbi bahis oyunu düzenlemek. Tony’nin uzattığı kağıdı alan Fabrika Müdürü Jim küfürü basıyor. S....... Bu kadarcık mı doğru bilmişim bu hafta? Hey! Bu ne biçim konuşma böyle? Hele kızların önünde. Kızların dili benden bozuk birader. Doğru söylüyor. Bu ofiste her gün ağızlardan çıkan küfürleri saymaya kalksak kafamız karışır. Jodie başı çekiyor. Küfürler sıradan sözcüklerle aynı hızda çıkıveriyor ağzından. Öfke, hayal kırıklığı, hoşnutsuzluk başka türlü anlatılamazmış gibi... Hey, diyor Jodie. Burası Avustralya, küfürsüz olur mu hiç? Hem, diye ekliyor. Bu küfürler de ne ki? Ben küfür etmeyi eskiden çalıştığım taşımacılık şirketinde öğrendim. Orda bu küfürlere kız küfürü derlerdi. Tamam tamam, diyor Jim. Biz de biliyoruz onları. Sakın öğretmeye kalkma. Sonra bana dönüyor. Türkçe küfür bilmediğimi sanma, yıllar önce Türk işçileriyle çalışmıştım. Hala aklımda öğrettikleri küfürler. Nedense herkes küfürleri çok seviyor. Akşam üzerine doğru Kathy mahzun gülümseyerek yanıma geliyor. Az önce annem aradı. Erkek arkadaşı evlenme teklif etmiş. Okyanustaki adalardan birinde tatildelermiş annesiyle erkek arkadaşı. Ilık bir gecede kumların üzerinde bir masada yemek yiyorlarmış, tek taşlı yüzüğü cebinden çıkarıvermiş adam... Annem adına mutluyum. Babamla birbirlerini yediler bitirdiler. Umarım şimdi mutlu olur. Durgun sönük bir hüzün gözlerinde Kathy’nin... Her perşembe gecesi kulüpte ıvır zıvır genel kültür bilgi yarışması yapılıyor. Altı kişilik gruplardan oluşan masalar birbirleriyle yarışıyorlar. Gediklileri var bu yarışmanın. Kathy hiç kaçırmıyor. Gerekli kişi sayısını tamamlamaya çalışırken Harry’ye de soruyor. Harry dijital baskı makinasında çalışan genç çocuk. Bugünlerde onu Kathy’nin masasının yanında çok sık görüyorum. Ertesi sabah Kathy durmadan çalan telefonlar arasında anlatıyor. Brigs Printing. Kiminle görüşmek istemiştiniz? Şimdi bağlıyorum efendim. Yarışmada üçüncü geldik. Brigs Printing. Jim Carrington mı? Hemen bağlıyorum. Bizim masanın sözcülüğünü Harry yaptı. Jim’in telefonu cevap vermiyor. Mesaj bırakmak ister miydiniz? Ödül kazandık. Kulübün restoranı için indirimli yemek kartı. Harry sık sık dijitalin başından ayrılıyor, resepsiyona Kathy ile şakalaşmaya geliyor. Kathy mutfaktaki bisküvi kavanozuna bir koşu gidiyor, Harry’ye çikolata parçacıklı iki küçük bisküvi getiriyor. Gözlerimin önünde bir aşk doğuyor. Kolları dövmeliyi unutuyor Kathy. Oysa Harry bana bir delikanlı gibi görünüyordu çizgisiz ve masum yüzüyle, tam çıkmamış sakallarıyla. Kathy’nin yanında neredeyse bir erkek kardeş gibi. Benden üç yaş genç olsa da, hayattan ne beklediğini biliyor. Çok olgun ve kararlı. Benim istediğim de bu değil mi? En iyi sen bilirsin ne istediğini. Evlenmek istiyorum. Çocuk istiyorum. Kathy ve Harry bir sonraki hafta sonu için Harry’nin amcasının yazlık evine gitme planı yapıyorlar. Amcası ve ailesi Kathy ile tanışmak istiyor. Yaşam ne tuhaf... Orta yaşa tırmanmakta olan kolu dövmeli evlilikten korkuyla kaçarken, genç Harry kararını vermiş görünüyor. Bir Cuma: Haftalar geçti... Kavanozdaki balık yaşıyor. Neşeli bir balık bu... Huysuz kızlar mızmızlığı sürdürüyorlar. Balık aldırmıyor...Yaşama tutunuşuyla hakkından geliyor üç kızın... Kadın, cuma akşamının tatlı keyfiyle binadan çıkıyor. Yağan yağmurdan sonra yıldız yasemin gene çiçek vermiş. Sanki canı istedikçe çiçeğe duruyor bu ağaç... Bir an duraklayıp, çiçeklerin havayı saran şekerli kokusunun tadını çıkarıyor. Akşam serin dışarıda. Sonbahar kışa değişiyor. Caddede hafta sonu hazırlığı... İş yerlerine öğle yemeği satan kafelerin hepsi çoktan kapanmış. Yağmur başlıyor incecik. Cadde boyunca sıralanmış ofislerin parlak ışıkları rüzgarla dans ediyor. Islak kaldırımda yürüyor. Yaşamı içinde duyumsayarak... Yolda, hemen yanında gerilimsiz bir yavaşlıkla ilerleyen arabaya bakıyor. Sürücüsünün radyodaki müziğe keyifle eşlik ettiğini görüyor. Birazdan o da öyle yapacak... Kasım 2008 – Nisan 2009
Yorumlarayse guven
{ 12 Temmuz 2009 13:02:08 }
bir ofis hayatinin sikintili ve hos anlarii ancak bu kadar surukleyici yazilabilir...
ve mutsuzluklarin her an yildiz yasemenler gibi cicege duracagi, hayatin her aniyla yasanmaya deger oldugu bu kadar guzel hissettirilebilir. kutluyoruz... nihat ziyalan
{ 11 Temmuz 2009 12:23:03 }
ŞİİRLİ BİR METİN
Diğer Sayfalar: 1. tatilden döner dönmez AYORUM'u açtım. Özlemişim. Saba Öymen'in bu şiir dolu metni yorgunluğumu aldı. başından beri izlediğim Öymen'in metinleri gittikçe yetkinleşiyor. Dil örgüsü de gelişip duruyor. Eline sağlık Saba. Nice böyle yazılara. Dostlukla. nihat
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|