|
|
Bahar Gelmiş Neyime (1)Kategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 21 Mart 2009 12:21:33 Avustralya yerlilerinde Avrupalılar kıtaya ayak basmadan önce mülkiyet kavramı yoktu. Özellikle toprağa sahip olmak değil, toprağın parçası olma görüşü vardı. Bugün mülkiyet herşeye hâkim olmuş durumda.
Yalnız somut, elle tutulur şeylere (ya da “şey”in çoğulu “eşya”ya) değil, patronun işçiye sahip olması, kadının erkeğin mülkiyetinde olması, ya da kadının kendini erkeğin sahibi gibi görmesi de bunun bir uzantısı elbette. Soyut kavramlar da kapanın elinde kalıyor. Doğaya bağlı kutlamalar, bayramlar da bir grubun, bir ulusun, bir dinin mülkiyetine geçirilmeye çalışılıyor. Bugünkü kültür mirasımız tümüyle kuzey yarıküreden kaynaklandığı için tabii, Hıdrellez de, ilkbahar ekinoksu da (gündüzle gecenin ilkbaharda aynı uzunlukta olduğu ve ondan sonra günlerin uzamaya başladığı nokta) buna göre belirlenmiş, bahar ekinoksu yılına göre 21-25 Marta, kış şenlikleri de 25 Aralığa denk gelirmiş. Ağustos-Eylül aylarındaki bağbozumu da ürünün bolluğunun şenliklerle, şarapla kutlandığı günlermiş. Bahar ekinoksu çevresinde kutlanan birçok gün, bayram var. Musevilerin “Hamursuz”u, Hıristiyanların “Paskalya Yortusu”, İranlıların (ve şimdi Kürtlerin) “Nevruz”u, ve duymadıysanız ilk benden duyun: bir de Nevruz’un Türklerin 4646 yıl önce (yani M.Ö. 2637 yılında) demir dağı eriterek Ergenekon’dan çıkmalarının yıldönümü olması. Böyle kesin bir tarih, bir efsane için nasıl saptanabiliyor demeyin. İlk büyük tek tanrılı din olan Museviliğe göre dünyanın Milattan önce 3761 yılında tam da 1 Nisan günü yaratıldığı “kitapta yazıyor”. Bu 3761 yılı da nereden çıktı derseniz, Adem ile Havva’dan başlayarak, onların evlâtları, onların evlâtlarının evlâtları, kaç yaşında öldükleri falan hesap edildiğinde Orta Çağdaki papazlar bu yılı bulmuşlar. Yâni dünya bundan tam 5770 yıl önce yaratılmış. İki efsaneyi birleştirirsek Adem ile Havva’dan yaklaşık (yaklaşık ne demek, kesin) 1124 yıl sonra Türkler demirden dağı eritip Ergenekon’dan çıkıyorlar. Dünyamızın 5770 yaşında olduğuna, “yaradılış kuramı”na inananlar 100,000 yıllık fosiller gibi “önemsiz ayrıntılar”ı bugün bile göz ardı edilebiliyor, Darwin Tübitak’tan aforoz edilebiliyor. Neyse konuyu dağıtmayalım, bahar bayramlarına dönelim. Ekinokstan sonra biraz gecikmeyle bir de Hıdrellez var. Ünlü Balkan müzisyeni Goran Bregoviç’in “Ederlezi” adlı o güzelim parçasını dinlerken bunun “Hıdrellez”den bozma bir sözcük olduğu aklıma gelmemişti. Sezen Aksu bu şarkının Türkçesini şöyle söylüyor: Bahar oldu aman / Al kese astım gül dalına / Adadım yarin adına / İki göz oda Dağ yeşil, dallar yeşil / Uyandılar bayrama / Her gönül şen / Bir benim bahtım kara Kokuyor buram buram / Fulyalar vakit tamam / Bir bana uğramadı /Bu bahar bayram Ağlama Hıdrellez / Ağlama be bana / Acı ektim yerine / Sevda yeşerecek / Başka bahara Ne yolu var ne izi / Tanıdık değil yüzü / Dilerim Allah'tan / Aşk sözün özü Sevdiğim yok, eşim yok / Ağardı bir gün daha / Ey benim şans yıldızım / Gülümse bana Ağlama Hıdrellez / Ağlama be bana / Acı ektim yerine / Sevda yeşerecek / Başka bahara "Hıdrellez" 5-6 Mayıs günlerinde yazın ilk günlerinin kutlandığı bir “bahar bayramı”. 21 Mart ile 6 Mayıs arası baharın gelişi, tek tanrılı dinlerden önce toprağa yerleşimin ilk başladığı Mezopotamya Orta Doğu ve doğu Akdeniz topraklarında çeşitli günlerde kutlanır olmuş. Hıdrellezde “bahar Hızır gibi yetişir” ve insanları kışın soğuğundan, sıkıntıdan, kıtlıktan kurtarır. 6 Mayıstan 8 Kasıma kadar olan süre “Hızır günleri” (yaz), 8 Kasımdan 6 Mayısa kadarki süre de “Kasım günleri” (kış) kabul edilir, bu nedenle 6 Mayıs kışın bitiminin kutlanacağı gün olmuş. Mevsimler tarım öncesi toplumlarda da önemli idi. Kışın besin bulmak, ya da hayvan avlamak daha güçtü, kışın soğuğunda sığınacak yer bulmak, ısınmak önemliydi. Tarım toplumlarında bu daha da ağırlık kazandı. Ürünün iyi olup olmaması tam anlamıyla “hayat memat meselesi” olduğundan baharın gelişi, toprağın ısınmaya başlaması, tohumun canlanması bu toplumlar için önemli tarihler oldu. Günlerin uzamaya başlaması da artık kışın doruğuna eriştiğinin, bundan sonra artık ölü toprağın yeşerip insanları doyurmaya başlayacağının habercisi oldu. Yaz sonunda, bağbozumu, insanın emeklerinin karşılığını gördüğü, toprak ananın bereketini kutladığı bir dönem oldu. Anadolu’nun en eski uygarlıklarından olan Frigyalılar (kıral Midas’ın Ankara-Eskişehir dolaylarında hüküm sürdüğü kırallık) tanrıları Attis’in öldükten sonra Martın 4. haftasında canlanmasını kutlarlarmış. Doğanın baharda canlanmaya başlaması hep bir tanrının ya da tanrısal bir varlığın öldükten sonra yeniden yaşama dönmesiyle simgelenirmiş. Tüm ön Asya mitolojisi ölüp ölüp dirilen tanrılarla dolu zaten. Anadolulu Troyalıların aslında Frigyalı olduğu, Frigyalıların tanrısı Mithras’ın ise ta Zerdüşt’e dayandığını biliyoruz. Bugünün Çukurova’sı Kilikya’da da Mithras pek popüler bir tanrıymış. Zerdüştlerin ateşe taptıkları gibi bir yanlış anlama vardır. Zerdüştlerde ateş, aydınlık kaynağı olarak saygı görür, söndürülmez ama tapınılmaz. Tüm ön Asya’da bahar aylarında kutlanan bahar bayramlarında ateş yakılması, ateşin çevresinde oyunlar oynanması, ateşin üstünden atlanması bahar bayramlarının ayrılmaz bir parçası olagelmiş. Tek tanrılı dinlerin Ortadoğuda ortaya çıkmasıyla bu dinler insanların bu doğal bayramlarını tümüyle yadsıyamayacaklarını anlayıp bu tarihleri bir güzel kendilerine uydurmuşlar, insanların daha önceki “pagan” adı verdikleri inançlarını içselleştirip dinselleştirmişler. Bu iş uzayacak, isterseniz haftaya devam edelim.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|