|
|
Beraber büyümek...Kategori: Ayorum Güncel | 5 Yorum | 26 Şubat 2009 02:15:47 Her konuşmanın sonu dönüp dolaşıp onların amacı başka ya dayanıyor. Amaçları toprak almak! Toprak talebinden niye korkuyoruz? Kim ne taleb ederse etsin! Bize ne! Türkiye 1915 olaylarında Osmanlı Ermenilerinin topraklarını zapt etmedi ki. Kendi topraklarında yaşandı her şey. Zaptedilmis bir toprak yok ki toprak iadesi söz konusu olsun.
Kendi topraklarında, kendi vatandaşlarıydı Ermeniler. Her ne sebeple olursa olsun binlerce insan, çocuk, kadın, yaşlı, ölüme yürütüldü. Onlarca değil yüz binlerce insan öldü. Savaşta değil, yollarda öldüler. Karşılarındaki düşman değildi. O topraklara geri gelecekleri vaat edilmiş o toprakların öz ve öz vatandaşlarıydı. Aynı senin gibi! Hepsi mi hain di? Bunu tartışmaya çalışıyoruz son yıllarda. Nereden cıktı bu mesele diye soran sorunun ardında hala yok sayma var. Bir yerden çıkmadı, hep ordaydı, konuşulamıyordu, yok sayılıyordu çünkü. Ama şimdi konuşulmaya başlandı. Bundan niye rahatsız olalım. Biz kendi kendimize bir şeyleri sorgulayamayacak mıyız? Hep arkasında başka güçler mi aramak gerekiyor? İçimizden çıkan insanlar hep başkaları için mi çalışıyor? Diyelim ki Avrupa Birliği dayatıyor. Bu daha da utandırıcı değil mi? Madımak'ta 33 insan diri diri yakıldı. Yakanlar mı suçluydu, yananlar mı? Böyle bir tartışmayla mı bakacağız Türkiye’nin yarınlarına? Bir daha 2 Temmuzlar olmasın diye unutulmalı mı, hatırlanmalı mı? Nasıl hatırlanmalı, nefretle mi? Yok sayılarak mı? Maraş’ta yüzlerce insan katledildi. Hamile kadınların karınları yarıldı, bebekler bacaklarından ikiye ayrıldı. Tecavüzlerle, işkencelerle öldürüldü yüzlerce insan. Bizim insanımız! Koray Kaya Madımak’ta inanç adına, bir tek kişi değil, yüzlerce insan tarafından, kendinden geçerek tekbir çığlıklarıyla diri diri yakıldı, kül oldu. Koray 12 yasındaydı. Ablası Menekşe 14. Yanmış cesetleri birbirine sarılmış bulundu. Madımak otelinin olduğu yerde birbirine sarılarak can veren Koray ve Menekşe’nin heykelini düşünün. Tam bulunduklarındaki gibi birbirine sarılan heykellerini. Bir tek saniye bütün bildiğiniz doğruları unutun. İçinde gerçek Tanrı sevgisi olan insanlar biliyorum ki lanet okuyor bu içi dışı nefret ve kötülük dolu insan nüshalarına! Buna inanmak istiyorum. Başka çarem yok! Ama bu bile yanan ateşi söndüremiyor! Ateş çok büyük! Biz bu güzelim topraklarda birbirimizi yakıyoruz, öldürüyoruz, nefret ediyoruz. Bunu din adına, millet adına, vatanseverlik adına yapıyoruz. Bu ne ilk, ne de son maalesef. Sivas’ta Madımak’ta 2 Temmuz ‘da yitirdiğimiz kim? Biziz! Yüreğimiz! Bir insan kalbi olmadan yaşayabilir mi? Koray ve Menekşe size bakıyor, heykel olmuş Madımak'ta! Put mu sanırsınız? Tapar mısınız? Bir damla gözyaşıyla bu meydanda insanlar seni inanç adına üstüne benzin döküp yaktılar yavrum, bir damla gözyaşım bu koca alevleri söndürsün mü derdiniz? Türkiye tarihiyle yüzleşmeli. Çorum’la, Maraş’la, Sivas’la yüzleşmeli. O kadar çok şey var ki yüzleşilmesi gereken. Hepsiyle yüzleşmeli… Hiç korkmadan hem de… Sadece Türkler değil. Onurlu yaşamayı düşleyen bütün milletler. Ağrı’da, Erzurum’da da Türklere yapılan vahşetle Ermeniler de yüzleşmeli. Onlarda kendi şehirlerine Erzurum’u, Van’ı, Ağrı’yı unutmamak için, insanlık adına, onurlu insan olma adına yüzleşmeli; Asala’nın katlettiği Türk diplomatlarının katillerini lanetlemeli! Hiç bir sebep göstermeden; kayıtsız şartsız lanetlemeli! Önce kim? Niye biz? Bu sorular sadece bizi olduğumuz yerde saydırır. Bir adım insanlık adına ilerlemenin hesabı olmaz. Bize kimsenin ahlak dersi vermesine ihtiyacımız yok. Biz bunları kendi içimizde aşabiliriz. İnsanlık adına bu topraklarda kim zulüm gördüyse, hatırlanmalı. Hem de meydanlara dikilen barış heykelleriyle, parklarla, sokak isimleriyle, okullarda okutulan derslerle, seminerlerle, festivallerle, konserlerle, şiirlerle, şarkılarla, kitaplarla.. Birbirimizi iliklerimize kadar tanıyıncaya kadar hem de. Bütün bunlar erdemdir. Bizi birbirimize kenetler. Başımıza istedikleri kadar çorap örsünler, ördükleri çorabı yaz sıcağında kendileri giyerler. Bu gün Türkiye sınırlarından Ermenistan’a, bir karış toprak gündeme gelse önce karşılarında bu topraklarda yaşayan Ermenileri bulurlar. O talep ortalığı karıştırmak isteyenlerin talebi! Özür dileyenlerin değil. O çorabı örenler , “Ermeniler toprak istiyor “ diyor. Birbirimizi tanımamızı, anlamamızı, dinlememizi istemiyorlar. Birbirimizi seversek, sarılıp gözyaşı dökersek, biz yapmadık ama yapılanlar doğru değildi, bir daha olmasın dersek diye korkuyorlar. Bunun bilincinde olan ve hain damgasına rağmen taviz vermeyen aydınlarımız var. Her şeye rağmen var. Biz ise hala o insanların kime satıldığını, aydın olup olmadığını tartışıyoruz. İnsanlar fikirlerinde özgürdür. Kimse zorla başka birine özür diletemez, üzgünüm de dedirtemez. Ama bunu söyleyenlerin hakkını niye gasp ediyoruz. Ne adına? Hangi hakla? Çünkü onlar hain! Çünkü onlar satılmış! Çünkü onlar toprak istiyor! Murathan Mungan, Komet, Canan Tolon.. Bütün umudumu yitiriyorum bazen. Çağdaş bir insan olma adına… Toprakmış! Toprak nedir? Bir avuç toprağı al savur başka topraklara! Seninle yaşamadığım toprağı neyleyim! Bu topraklarda her ne sebeple olursa olsun, dini, milleti, amacı… Bir insanlık dramı yaşanmış ise, bununla yüzleşmek bizi küçültmez, yüceltir. Yaşananlara tek bir suçlu aramayın, bulamazsınız. Suçlu değiliz çünkü! Acı duyuyoruz, bir daha olmasın diye hatırlamak ve unutmamak istiyoruz. Koray’ı ben mi yaktım? Menekşe’ yi sen mi yaktın? Bunun ne önemi var, Koray’ın küllerinin savrulduğu bu topraklarda bunun ne önemi var? Koray yok artik! Menekşe yok artık! Madımak’ta yolda yürürken size sevgiyle 12 yaşında bir heykel çocuk çiçek verse, korkar mıydınız? Onu yakanların mı bu heykeli dikmesini beklerdiniz? Kısacık yaşamını bir nehir kenarında yitiren tunçtan, bronzdan, cansız, elinde bebeği ile heykel Ermeni küçük kız, nehire bakıyor. Kırmızı akan nehire. Ayni şey değil, senin çocukluğun sayılmaz mı derdiniz? Seni ben mi boğdum derdiniz? Burada durma, git buradan mı derdiniz? Şimdi sırası değil mi derdiniz? Sen bizden değilsin mi derdiniz? Bizim çocuklarımız da mı oldu derdiniz? Çocuk, ölürken de çocuk gibi ölür, masum ve çaresiz! Niye maziye yeniliyoruz, kazanmak bu kadar kolayken. Nevin Hirik, 19/Şubat/2009 Melbourne
YorumlarGündoğdu
{ 01 Mart 2009 08:02:47 }
Sevgili Nevin,
Yüreğinin sesini umarım ki, yüreksizler, yalakalar, iki yüzlüler, küçük hesaplar peşinde koşanlar, kendi yetersizliğini, iktidarsızlığını başkalarını aşağılayarak gidermeye çalışanlar, yanardönerler, esn rüzgara göre yön değiştirenler de bir nebze olsun duyar, insan olduklarını hatırlarlar. Sağol. mustafa alagoz
{ 28 Şubat 2009 09:53:26 }
Eğer bir önermeyi, bir düşünceyi ya da herhangi bir ilkeyi doğru kabul edip yola çıkarsanız ne yaparsanız yapın donuk dogmalara saplanırsınız. Bu, giderek bir kör inanca dönüşür, farklı olan her düşünceye kuşkuyla bakar duruma gelirisiniz. Düşünce kendi sonsuz yaratım gücünü varoluşun sonsuz olanaklarından kopardığı zaman ister istemez sloganlara, kalıplaşmış düşüncelere hapsolur. Merkeze neyi koyarsanız çeperi de ona göre örersiniz. Zemine neyi koyarsanız tüm yapınızın niteliği bu zemine oturmak zorunda kalır.
Milliyet, din, tarih, ideoloji, gelenek...hepsi de yaşamı gerçekleştirme ve sürdürme serüvenimizin yan ürünleridir, yani tarihseldirler. İnsanlar tarafından ortaya konurlar ve yine insanlar tarafından ortadan kaldırılırlar; ancak bunlar oylamayla reddedilen veya onaylanan türden güncel hukuk yasaları gibi değildir. Yaşam koşulları değiştikçe bunlarda ortadan kalkarlar, ama bütün bu ortaya çıkıp yok olma sürecinde bir öğe hiç değişmeden kalır: İnsan. Merkeze insan konmazsa hiçbir tarihisel olgu, hayat ve tarihin akışı anlaşılamaz. Din, ulus, gelenek gibi yaşamsal süreçlerin içine doğarız. Çocukluktan itibaren hiç sorgulamadan bunları içselleştiririz. Artık onlar bizim varlığımızın ortamı değil doğrudan kendisiymiş gibi algılanır. Dolayısıyla din, ulus, gelenek, inanç... gibi tarihsel-kültürel olgular benliğimize öylesine işler ki kendimizi onun bir uzantısıymış gibi duyumsarız. Böylece bu değerler insanın üstüne çıkarılır, düşüncemizin ve hayatı anlamlandırmamızın merkezine oturur. Bu noktada bizden olmayanı ötekileştirme başlar, bizden olmayan bizi tedirgin eder, bizim bu değerlerimize her türlü eleştiri ve farklı yorum bizi öfkelendirir. Bu sürecin yoğunlaşması ise ötekini yok etme pervasızlığına kadar varır. Dahası yok ettiklerimizi, zulme uğrattıklarımızı kendi kendimize kolayca "hak etmişlerdi" diyerek avutabiliriz... Gerçeklikle yüzleştiğiniz ölçüde gerçek size kucak açar, özgürleşme yoğunlaşır. Öteki diye bir şeyin olmadığı, sadece bir hakikatin yaşama aktarılması ve deneyimlenmesinde biçimsel farklılıklar olduğunu görürsünüz. Yunus Emre daha yüzyıllar öncesinden bu ayrımın yapaylığını ne güzel dile getirmişti: "Gelin tanışıklık edelim işin kolayını tutalım" Mevlana ise; "ne olursan ol yine gel" derken yüzeysel bir çağrı yapmıyordu, her türlü ayrımın geçiciliğini bilerek, özümüzün aynı olduğu hakikatine dayanarak bunu aşkla söylüyordu. Ne yaparsak yapalım birbirimizle ilişkide olmak zorundayız, çünkü birbirimize muhtacız. Muhtaç olduğumuz için sevmek zorunda değiliz, sevdikçe bu muhtaçlığımız aynı zamanda bir muhabbete dönüşür. Aslında öteki yok, sadece komşu var (ama mekân komşuluğu değil...), kimisi uzak kimisi yakın hepsi bu. "Komşunuz, sizin duvarın ardında yaşayan diğer benliğinizdir. Bunu anladığınızda, tüm duvarlar yıkılacaktır. Kim bilir belki de komşunuz diğer bir beden giyinmiş daha iyi olan kişiliğinizdir. Onu kendiniz kadar sevin... Komşunuz sizin, kendinizin dahi bilmediği bir sevinç ve kendinizin dahi paylaşmadığı bir hüzünle yüzünüzün güzelleştiğini izleyeceğiniz bir aynadır." (Halil Cibran; "İnsanoğlu İsa") Özgür bir duruşla ve insanı merkeze alarak yazılmış bu yazı bende bu düşünceleri uyandırdı. Kuru dogmalarla, taşlaşmış ruhsuz öfkelerle söylenen her sözün sadece öfke ve kini geliştirdiğini acı deneylerle yaşadı insanlık; bu yolun hiçbir soruna hiçbir çözüm getirmediğini de. Bu yazının içeriği kimilerini kızdırabilir, yanlış ya da anlamsız gelebilir, bu doğaldır. Eleştirmek, karşı çıkmak, yanlış-eksik olduğunu ileri sürmek insani bir tutumdur, hatta düşüncenin gelişmesi için gereklidir de; ancak küfür etmek ve kin kusmak ne yazıyı ne yazanı asla kirletemez... Mehmet Gündoğdu
{ 28 Şubat 2009 03:06:29 }
Sevgine, insan gibi duruşuna, yanlışın karşısında oluşuna selam.
Bizler önce önyargısız sevmeyi öğrenmeliyiz. Geçen gün Sudan da yapılan soykırımı okuyunca insanlığımdan utandım. Yemek yiyemedim o gün. Irzına geçilip öldürülen kızlar, çocuklar, katledilen toplam 450 000 insan hem de din adına. Ve bunları seyreden dünya, el uzatan devletler. insan olmaktan utanıyorum. Dünyalı olmaktan utanıyorum. Dünyanın neresinde insana kıyım varsa naletliyorum. Ama yaşanası bir dünya var. Bu dünya da karıncanın da yaşama hakkı var. Ah bir sevebilsek birbirimizi ötekiler demeden. İnanıyorum bu dünyayı yaşanılabilesi bir yer yapmak için uğraşan binlerce, milyonlarca insan gibi insanlar var. Gönlüne selam. Teşşekkürler. nevin hirik
{ 27 Şubat 2009 12:41:13 }
Kendi yazisina yapilan yorumlara cevap yazanlari icimden hep kucumsemisimdir.
Biliyorum bu yaptigimda dogru degil. Ama Gul hanimin beklemesine gonlum razi gelemedi. Cunku omru beklemekle gecicek. Bosuna beklemeyin Gul hanim. Sizi hayel kirikligina ugratmak istemem ama beni dediginiz yerlerde asla goremeyeceksiniz. Ama yok ben ille bekliycem diyorsaniz.. Ne diyim buyrun bekleyin.. gul
{ 27 Şubat 2009 04:20:16 }
Yakinda Nevin hanimi ermeni diasporasinin basinda gorursunuz..
Diğer Sayfalar: 1. Ben bekliyorum.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|