|
|
Ilımlı İslam ve LaiklikKategori: Yaşam | 0 Yorum | Yazan: A Yorum | 24 Şubat 2009 11:52:27 Ülkemizde yeni moda, ılımlı İslam! Bunun açıklaması yapılmıyor, bildiğim kadarıyla. Ilımlı olmayan İslam nasıl? Önce bunu irdeleyelim. Bunun tam karşılığı olarak İran ve Suudi Arabistan gösterilebilir. Pekiyi, biz ne zaman onlar gibiydik? Cumhuriyet'ten önce, Osmanlı zamanında.
Devlet din kurallarına göre işliyor, padişahlık olmasına rağmen Şeyhülislamın, ulemanın sözü önde geliyordu. Bu yüzden matbaa ülkeye 250 yıl sonra girmiş, çağdaş okulların açılması yıllarca gecikmişti. Ailede kadın ev işleri ve çocuk doğurma makinesi olarak kabul ediliyor, onların okuması, iş yapması dışarı yüzü açık çıkması, sokakta bir arada konuşmaları, dükkânlara girmeleri hep yasaklanıyordu. Herkes istese de istemese de dini kuralları uygulamak zorundaydı. Uygulamayanlar cezalandırılıyordu. Cumhuriyet'ten sonra ne oldu? Laiklik geldi. Ne yazık ki 80 yıl sonra devletin Cumhurbaşkanı olan kişi bile laikliği anlamıyor. Laiklik dinin devlet işlerine, insanların günlük işlerine girmemesi. Herkesin dinini inandığı bildiği gibi yapması, kimsenin bu konuda kimseye karışmaması. İnancın, devlet kurumlarına sokulmaması. Din kıyafeti ile devlet kurumlarında çalışılmaması. En kestirme anlatım bence bu. Tam bir demokrasi. Ülkeye laiklik gelince insanlarda büyük bir rahatlık başlamıştı. Kimse kimsenin korkusu, eleştirisi yüzünden değil, kendi inancı dolayısı ile dininin kurallarını yaptı. Yaptıklarını da başkalarına gösterip ondan yarar sağlama yoluna girmedi. Laiklik dinsizlik değil, hakiki dindarlık demektir. Dinimizde Hırıstiyanlıkta olduğu gibi, Allah ile kul arasına kimse giremez. Zaten bu deyim bile laikliği anlatıyor. Herkesin inancı vicdanında. Laiklik çıkınca, onu çıkaranlara yaranmak için hemen dine karşı konuşacak yalakaları susturmak amacıyla onlara 3 yıla kadar hapis cezası kondu kanunda. Böylece dinimiz de koruma altına alınmış oluyordu. Laiklik çıktıktan bir süre sonra hiç eğitimi olmayan rahmetli annem "Aman kızım, insanlarımız dinini bırakmaya ne de hevesli imiş, sanki onlara Atatürk 'dininizi bırakın' dedi." demişti. Annem bile laikliğin dinsizlik olmadığını anlamıştı. Herkes öyle rahattı ki, isteyen dininin kurallarını yapıyor, onu ne kimseye gösterip öğünme veya yararlanma aracı olarak kullanıyor, ne de yapmayana karışıyordu. Ramazanda isteyen yiyip içiyor, isteyen orucunu tutuyordu. Oruç tutanlar, tutmayanlara, "Yiyorsunuz!", diye kafa tutmuyordu. Annem, yalnız ramazan değil üç aylarda da oruç tutardı; ama bir gün olsun bize, "Neden karşımda yiyip içiyorsunuz!" dememiştir. Ona göre asıl günah öyle söylemekti. Birlikte çalıştığımız rahmetli arkadaşım Hatice Kızılyay, çalıştığı sürece dini kurallarını yaptı; ama kimseye yaptığını bildirmedi ve bir kez olsun bana da "Sen neye yapmıyorsun!" demedi. Üstelik o, çok kısıtlı yaşayarak azıcık maaşından artırdığı üç beş kuruşun zekâtını bile verirdi. Şimdiki dindar geçinenler, milyarları aşan paraları ve kilolarca altınlarının zekâtını vermeye kalksalar, kim bilir ne kadar fakir insanımızın evi olur, karnı doyardı! Burada bir anımı yazmadan geçemeyeceğim : Refah partisi zamanında Gönen'de Refah Partisi'nin belediye başkanı adayı çok kuvvetli, diyorlardı. Ona karşılık başka partinin adayı seçimi kazanmıştı. O günlerde ben Gönen'de banyolarda idim. Orada satıcı kadınlardan birine: "Ne yaptınız siz, niçin öteki partiyi kazandırdınız." diye sitemli konuşunca, "Bırak Allah aşkına; bugüne kadar bizim dinimize karışan mı vardı, camiler mi kapalı idi, nereden çıktı bunlar!" demez mi! Başı örtülü bir hanımdı. Sarıldım, yanaklarından öptüm. İşte laiklik dindar bir kadınımızın ağzından bugünün Cumhurbaşkanı'ndan çok daha açık anlatılmıştı. Benim anladığım, memleketimizde laiklikle birlikte ılımlı İslamlık başlamıştı. Kimse kimsenin dinine inancına karışmıyor, insanlarımız dinli, dinsiz ayrılmıyordu. Allah herkesin kalbinde idi. Okuyan kızlar asla başlarını örtmeyi düşünmüyorlardı. İşin ilginç yanı daha ne kıyafet kanunu ne laiklik varken 1923, 1924, 1925 yıllarında çıkan okul resimlerinde hiçbir kızın başı örtülü değildi. 1980'lere kadar hiçbir kız da başımı örteceğim, demedi. Baş örtme, 1980 yılında kurucu Mecliste Mehmet Yamak adlı birinin, "İmam Hatip kızlarının başları örtülsün." diye bir demeç vermesi ile başladı. Ben hemen kendisine, bizde bir rahibe sınıfı olmadığını ve laik devletin okullarına din kıyafeti ile girilemeyeceğini, yazdım. Ne yazık ki, ne eğitimcilerden ne siyasetçilerden ne de aydın geçinenlerden bana katılan olmadı; hatta, Ecevitler ve YÖK bile onaylar göründüler bu durumu. Hepsine kınayarak mektup gönderdim. Ondan cesaret alan Erbakan takımı, liselerde, üniversitelerde çalışkan ve fakir kızları bularak başlarını örtme koşulu ile aylığa bağladılar. Bu çocuklara da o zamanlar "Laik devletin okuluna din kıyafeti ile gelemezsin!" denmedi. Hatta, bazı aydın geçinenlerimiz onu demokrasiye ve hoşgörüye bağlamaya kalktılar. Sonunda bu örtü bir "baş bohçası" na, alınlarındaki şeritle de rahibe kılığına döndü. Etekler yerleri süpürecek kadar uzadı. Sonunda bu kıyafet bir parti ve dindarlık simgesi haline girdi. Bu kıyafette olanlar, erkeklerimiz tarafından "namuslu" olarak kabul edilmeye başladı. Kızlar iyi koca bulmak için kapanmaktan çekinmediler. Çünkü onlar dişleri, tırnaklarıyla uğraşıp almamışlardı özgürlüklerini. Köleliğe alışmışlardı. Erkekler vermişti hakları onlara, şimdi geri alıyorlardı. Ne yazık ki, gazeteci kadınlarımız bile kendilerini bekleyen sonuca aldırmadan onları savunmaya kalktı. Şimdi ülkemiz ılımlı İslam mı oluyor bakalım... Başı bohçalı hanımlar "dinli", başı açık olanlar "dinsiz" (!) kabul ediliyor. Daha önce böyle bir ayrım yoktu. Lokantalarda bile namaz kılmak için yer aranıyor. Yemek yenecek yerlerin namaza ayrılması için zorlanıyor. Halbuki dinimizde kaza namazı var. Akşam evinde kılarsın namazını. Hayır, herkese göstermek gerek, başarı puanı almak için! Ramazanda lokantalar akşam yemekleri dışında açılmayacak. Okullara mescit isteniyor, küçük çocuklara zorla namaz kıldırılıyor ve anlamadıkları dualar ezberletiliyor. Ne kadın, ne de çocuk hakları var ortada. Allah da artık kalplerden sokağa indiriliyor. Dine sarılan erkekler, mayolu kadın resimlerinden bile etkileniyorlar. Diğer erkeklerin hissi yok mu acaba? Askerlerimiz, vatanımızı korumak için düşmana karşı şehit oluyorlar. Ninelerimiz bu vatanı özgür yapmak için çocuklarını bile feda edip cepheye koştular. Şimdi ise laik devletin en başı Cumhurbaşkanının eşi olan hanım ülkesinin yararı adına, başına bağladığı bir eşarbı çıkarıp eşi gibi çağdaş bir kıyafete giremiyor. Neden, koca korkusu. Çünkü kocası onun başı yoluyla o mevkie geldiğine inanıyor. Halbuki seçimi kazanmanın; eşlerinin başından çok, oy için verilen paralar ve rüşvetlerle olduğunu hepimiz biliyoruz. Oysaki Kuran'da rüşvet vermek günahtır. Ayrıca Kadınların başlarını örtmesi ne İslam'ın şartı, ne de farzı. Kuran'da örtmeyenlere cehennem, örtenlere de cennet sözü yok. Ama şimdi yine para ile kızların, kadınların başları örttürülüyor. Bunun kimse farkında değil görünüyor. Bu paralar nereden geliyor, soran arayan yok. Erkek baskısı alıp başını gidiyor, zavallı aptal kadınlar para yüzünden kendilerini ve kızlarını yeniden köleliğe sürüklediklerini anlamıyorlar. Uzun lafın kısası, biz laik devlet olarak tam ılımlı İslam'dık. O zaman da başörtüsü örten kadınlar vardı ama laik devletim kurumlarında okuyan çalışanların aklına örtünmek gelmiyordu. AKP iktidarıyla ülkemizden ılımlı İslam yok edilip koyu İslam getirilmek istenmektedir. Bunun en belirgin örneği de laik devletin en baş idarecileri kendileri en modern şekilde giyindikleri halde eşlerini sözde din! kıyafetinde resmi törenlere sokmaya çalışmaları. Bunu hoş görmeye çalışan gafillere, özellikle kadınlara kızıyor, acıyor, ülkem namına çok çok üzülüyorum. Haydi hayırlısı... Muazzez İlmiye Çığ 08.09.2007
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|