![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Perşembe Pazarı
![]() Nafiye!!! Dedemin narası evin duvarlarında çın çın ötüyor. Annemi değil bütün köyü uyandırıyor sanırsın. Bir o pencereye dolanıyor bir öbürüne. Aynı odada yattığımız emekli müzik öğretmeni eniştem öyle bir sıçrıyor ki yerinden az kalsın yataktan düşecek. Gözlerini ovuşturarak “Saat kaç?” diye soruyor. “Üç.” diyorum. Usturuplu bir küfür savuruyor. Dedem oralı değil. Bas bas bağırıyor hâlâ. Annem, “Deli bu adam yahu!” diye söylenerek çıkıyor. Az sonra dışardan sesleri geliyor: “Ne bağırıyon buba sen?” “Gün öğle oldu siz uyuyun bakalım.” “Tövbe tövbe!” “Hadi hadi sallanmayın!” Annem ‘ya sabır’ çekerek geliyor geri. Perşembe pazarına çıkacağımız her gece yarısı aynı şeyleri yaşarız. Henüz horozlar ötmeden dedem kapıya dayanır. Bağıra çağıra bizi ayağa diker. Pazara gidecek kamyonetin sahibini de böyle uyandırmıştır. Adam uyku mahmuru gözleriyle boş boş bakarak: “Atın çuvalları.” der. Bu kısa cümle pazar yerine varıncaya kadar söyleyeceği birkaç cümleden biridir. Pazar şemsiyemizle biber çuvallarını yüklüyoruz önce. Ardından domates, erik, hıyar kasalarını da istifleyip bir köşeye annemle birlikte oturuyoruz. Bizim gibi iki aile daha yükleyecek pazarlığını. Dedem: “Haydi yolunuz açık olsun!” deyip ardımızdan el sallıyor. Perdenin ardından öfkeli gözlerle kendisine bakan eniştemi görmüyor bile. Teyzemle eniştem çarşamba sabahtan gelip gün boyu bize yardım ettiklerinden gece de kalalım dediler. Sabah, hasadını topladığımız tarlayı sulayacak babamı onlarla bırakıp yola koyuluyoruz. Pazarlıklarını çoktan yol kenarına dizmiş olan Veli Emmi her zamanki neşesinde. Kıkırdaya kıkırdaya konuşuyor. Yanında dikilen karısı dişlerinin arasından ha bire bir şeyler mırıldanıyor. Veli Emmiye çekişiyor olmalı. Kendi çuvallarını yükleyip kapı komşuları Hatça Yengenin üç beş parça öteberisini de taşıyorlar. Yükleme işi bitince kamyonetin boş kalan köşelerine ilişiyorlar. Kamyonet şoförü: “Sen öne binseydin genç” diyor. Annemin atkısını üstüme daha bir sıkı örterek: “Gerekmez abi devam et.” diyorum. “Acı patlıcan bu oğlan!” okkalı bir kahkaha patlatan Veli Emmi söylüyor. Asfalt yola çıktığımızda derin bir sessizlik başlıyor. Ara sıra yanımızdan hızla geçip giden arabaların motor sesleri bozuyor bu sessizliği. Hatça Yenge uyukluyor, Veli Emmi art arda öksürüp filtresiz bir cigara parlatıyor. Tepemizde gümüş bir tepsi gibi duruyor ay. Tan vaktinin koyu maviliği vuruyor kiraz, elma, erik bahçelerinin üstüne. Bir an içim üşüyor. Anneme sokuluyorum iyice. Yaz tatiline geldiğimden beri hiç ayrılmıyoruz. İkimiz de yaşadığımız her anı aklımıza kazımak ister gibiyiz. Hafifçe kayıp dizine yatıyorum. Gökyüzü öyle berrak ki… Geceden kalma çiy tanelerinin serinliği dokunuyor yüzümüze. Veli Emmi gecenin neminden mi etkilendi bilmem, yağmurlu bir türküye başlıyor: Tepeler tepeler de hey aman Yüksek tepeler vay vay Oralara yağmur yağar buralara serpeler Hey aman buralara serpeler Karısı dirseğiyle böğrüne dürtünce türküyü bırakıp cigarasından bir nefes çekiyor. Efkârlı efkârlı üfleyerek derin düşüncelere dalıyor. Bir ramazan akşamı saklambaç oynayacağız diye Veli Emmiyi kandıran köyün gençleri, yol üstündeki samanlığa saklanınca üstünden kapıyı kilitleyip kaçmışlar. “Açın haytalar kapıyı! Emminiz düğününüzde oynamaz bak!” diye diye sahura kadar şıkıdım şıkıdım oynamış. Sahur vakti camiye gidenlerden biri sesini duymuş da kurtarmış zavallıyı. Kendisine şaşkın gözlerle bakan adama: “Fena sobeledi bizi gençler.” diyerek ardına bakmadan basıp gitmiş evine. Türkü söylemeyi eskiden beri severmiş. Demir yolları işçiliği yaptığı yıllarda Akşehir-Afyon arası tren yolunu türkü çığıra çığıra arşınladığını söylerler. Pazar yeri çoktan cümbüş yerine dönmüş. Toptancılar ellerini ovuşturarak köylülerle pazarlığa tutuşuyorlar. Kimi hiç oralı olmuyor, kimi dünden razı. Üç aşağı beş yukarı toptancıya malı verip pazarın keşmekeşini çekmek istemeyenler peşin parayı ceplerine indirip gidiyorlar. Toptancılar kime yanaşacaklarını bilirler. Onların satıcıları bellidir. Babam olsa belki verir de annem, Gün boyu güneşin altında belimiz büküle büküle çalışmışız. Kendimiz topladık kendimiz satarız! der durur. Toptancı ağzıyla kuş tutsa bir kilosunu vermez. ![]() Annem sergilik çuvalları yere sererken ben de şemsiyeyi dikiyorum tepemize. Güneş hafiften kendini göstermeye başladı. Gün boyu o döndükçe ben de şemsiyeyi döndüreceğim. Evinin önündeki küçük bahçesinde yetiştirdiği biberleri, “Biz satar parasını sana getiririz.” desek de her hafta hiç üşenmeden pazara taşıyan Hatça Yenge termosundan çay dolduruyor hepimize. Kocası kalp krizinden öldükten sonra iyice yalnızlaştı kadıncağız. Bir oğlu var Almanya’da. İki yıldır Türkiye’ye geldiği yok. Ara sıra mektup gönderir de Hatça Yenge gözlerinde çocuksu bir parıltıyla mektubu göğsüne bastıra bastıra bize koşar. Kelimesi kelimesine ezberleyinceye kadar okutur da buruk bir gülümsemeyle kalkıp gider. Veli Emmi sergisini çoktan açmış, karısıyla lâf dalaşı yapıyor. Öyle dırdırcı bir kadındır ki o! Veli Emmi dırdırdan kurtulmak için damda yattığını anlatır durur. Hatta bir seferinde damdan düşmüş de bir yerinin acıyıp acımadığını düşünmeden “Aman hatun duymasın!” diyerek geri çıkıp yatmış. Ertesi gün yerinden kalkamayınca komşular karga tulumba hastaneye götürmüşler. Meğer kaburgalarından biri kırılmış. Hatça Yenge: “Huu çayınızı alın!” diye seslenmese dalaşmaları bitmeyecek. Veli Emmi bir koşu gelip kıvrım kıvrım dumanı tüten çayları alıyor. Bir yudum höpürdetip: “Bizim muhabbet kuşunun çenesi açıldı yine.” diyor ve gedikli dişlerini göstere göstere gülüyor. Biber çuvallarını yan yana diziyorum. Pazarcılıkta yalnızca malını satmak değil müşterinin göz zevkine hitap etmek de önemlidir. Bu yüzden sebze meyveyi gelişigüzel değil belli bir düzen içinde dizmek gerekir. İlk kez pazara çıktığımda yedi yaşındaydım. Dedemin bir at arabası vardı o zamanlar. Öteberiyi yükler beni de alırdı yanına. Tıngır mıngır varırdık pazara. Bir yandan sergiyi hazırlarken bir yandan da işin püf noktalarını anlatırdı. Çocuk aklımla anlattıklarını aklımda tutmaya çalışır, bir sonraki haftaya kadar hepsini unuturdum. “Nereye daldın oğlum?” çayıma şeker atan annem söylüyor. “Dedemin doru bir atı vardı hani? Ne oldu o ata?” “Kızıl olan mı?” “Hah o işte!” “Nerden geldi şimdi aklına?” “Güzel attı doğrusu. Sırtına bindirmez derdi dedem. Ama biz bindiydik.” “Bak bak. Kiminle bindiydiniz?” “Dayımla. Tırıs giderken iyiydi ya dörtnala kalkınca ikimiz de düşmüştük.” “Bir de düştünüz! Hiç anlatmadıydın oğlum.” “Dayım anlatırsan bir daha bindirmem demişti.” “Vay haylazlar vay!” “O güzel at şimdi nerde kim bilir!...” İkimiz de uzak anılara dalıp gidiyoruz. Sessizliği annem bozuyor: “Kahvaltını yap hadi.” Akşamdan hazırladığı arası peynirli ekmeği uzatıyor. Birkaç lokma alıp işe girişiyorum. Serginin sol başına sivri biberleri, hemen yanına sırasıyla kırmızı biberleri, fıstık yeşiline çalan çarlistonları, dolmalıkları ve hıyarları diziyorum. Domates kasalarından ilkini altını destekleyerek karşıdan çapraz görünecek şekilde yerleştiriyorum. Yanına aynı biçimde papaz eriğini koyuyorum. Biber çizilerinin arasından topladığımız fesleğenlerle bir güzel süslüyorum sergiyi. Etrafa fesleğen kokusu yayılıveriyor. ![]() Hatça Yenge’nin çuvallarını da boşaltıyorum. Bir çıkın sarımsakla, yarım çuval taze fasulye de toplamış. Hepsini diziyoruz yan yana. Artık hazırız. Pazarın öğleden sonra canlandığını herkes bilir ama bir de sabah serinliğinde taze taze almak isteyen müşteriler vardır. Pazar arabalarını sürükleyerek sergiler arasında dolaşmaya başladılar bile. Çaylarımızı yudumlayarak oturuyoruz serginin başına. Pijamalarının üstüne kahverengi ropdöşambrını geçirmiş bir amca yanaşıyor sergiye. Biberlerin en parlak görünenlerinden doldurmaya başlıyor uzattığım poşetlere. Akşam üstü gelse böyle seçerek alamayacağını biliyor. Fiyat düştükçe seçmece işi biter pazarda. Poşetleri arabasına yerleştirip parayı uzatıyor. Aldığım gibi yere bırakıyorum. “Siftah senden bereket Allah’tan amcacığım.” diyerek yere bıraktığım parayı alıp sakalsız yüzüme sürtüyorum. Yeni terleyen bıyıklarıma baka baka gidiyor. Pazarın gürültüsüyle zaman su gibi akıyor. Her serginin sabit müşterileri vardır. Bizimkiler de gelmeye başlıyor tek tük. Kimler yok ki bu müşteriler arasında: Emekli öğretmenler, yeni evli çiftler, teyzeler, amcalar... Emekli edebiyat öğretmeni Zafer Amca aralarında en şen şakrağıdır. Beni uzaktan görür görmez “Dikkat komutan karşıda.” diye bağırarak uygun adımda yürümeye başlar. Alışverişini yaparken memleket meselelerinden anlatır. “Vatan sizlere emanet haa, ona göre!” deyip gider. Gelenler gidenler satılanlar satılmayanlar derken vakit öğleyi buluyor. Ciğerci Naci Usta’nın üç tekerlisinden dumanlar yükselmeye başlıyor. Az sonra çırağı Ömer elleri ekmek arası ciğer ve ayranlarla dolu hâlde yıldırım gibi akar öteberilerin arasından. Annem ciğer şişlerin yanında yemek için sergiden aldığı sebzeleri ortaya doğruyor. Az sonra Ömer üç tane ekmek arası ciğer şişle geliyor. Şişlerin parasını uzatırken: “Yaz tatiline mi geldin abi?” diye soruyor. “Evet Ömer.” “Abi be, ben de kazanabilir miyim şu askeri okulu?” “Kazanırsın tabi.” “Nerde bizde o şans?” “Çalışacaksın Ömer. Şansla ilgisi yok.” “İlkokulu bir bitirsem…” Naci Usta’nın “Nerde kaldın oğlum?”diyen sesi duyuluyor. Ömer ok gibi fırlıyor. Yarı yolda dönüp bana bakıyor. “Bir gün olur belki abi!” diyor ve koşarak üç tekerlinin yanında alıyor soluğu. Ciğer şiş de öyle güzel kokuyor ki. Pazarın yorgunluğu insanı acıktırıyor doğrusu. Bir ara annem: “Seni hep sorar durur. Çocuk akıllı da elinden tutan olmayınca.” diyor. Sergilerin arasında bir o yana bir bu yana koşturan Ömer’e bakıyorum. Üç numara tıraşlı kafasından boncuk boncuk ter damlıyor. Öğleden sonra pazarın curcunası iyice artıyor. Bağırış, çağırış, havada uçuşan poşetler, aceleyle doldurulan terazi kefeleri, “Seçebilir miyim kardeş?” “Seçmece yok abla!” gibi cümleler... Gösteri zamanı yaklaşıyor. Veli Emmi dünden hazır. Bir mâniyle başlatıyor şenliği: Biberim ince ince Domatım pek narince Almadan geçme abla Pişman olma gidince Karşı serginin başındaki Sefer Dayı da patlatıyor bir mâni: Akşehir’de pazar var Tezgâhımda nazar var Doldur bey amca doldur Cebinde akrep mi var? Bütün Pazar esnafı Veli Emmiyle Sefer Dayının atışmasını bekliyor. Onların mânileri duyulunca millet de başlıyor bağırmaya: “Damping var damping!” “Zararına satışlar başlamıştır!” “Hıyar taban yaptı!” “Kız gibi narin biber!” “Mis gibi sarımsak!” Veli Emmi davranıyor tekrar: Fasulyem var sırıkta Döndüm durdum karıkta Arasta bizi bekler Taban kalmadı çarıkta Sefer Dayı durur mu? Lahanam dizi dizi Boş geçme abla bizi Enişte turşu ister Bozuver bugün perhizi Bir kahkaha tufanının ardından sesler daha da yükseliyor… “Koklamadan alma abicim!” “Bedava yaptık bedava!” “Eriğe bak eriğe. Hem tatlı hem sulu!” “Kilosu kaça demeden geçme!” Ben de koyuveriyorum ipin ucunu: “Gel, domatın kralı burada! Gel ablacım, gel gel gel!” Ben bağırıyorum annem dolduruyor. Kendimizi öyle kaptırmışız ki… Ne akşamın yaklaştığının farkındayız ne biberle domatesin tamamen tükendiğinin, ne de hıyarla erikten birer ikişer kilo kaldığının... Hatça Yenge getirdiklerini çoktan satıp bitirmiş, sergisini toparlamış, oturduğu yerde uyuklamaya bile başlamış... Ufkun kızıllığı belirginleştikçe sesler de yavaş yavaş kesiliyor. Yorgun geçen bir günün isteksiz lakırtıları duyuluyor ara sıra. Boşalan kasalardan birini ters çevirip oturuyorum. Annem, elindeki mendili terli sırtıma koymaya çalışıyor. Pazar bitti ya, bizi de bitirdi! Aheste aheste toparlanmaya başlıyoruz. Kalan öteberiyi poşetlerken yaşlıca bir teyze dokuz numara gözlüklerinin ardından meraklı meraklı bakınarak geliyor. Bir iki yutkunup poşetlere doldurduğum erikle hıyarı göstererek: “Bunların kilosu kaça oğlum?” diye soruyor. “Kaç paran var teyze?” diyorum. Fistanının cebini iyice karıştırıp üç beş tane bozuk para çıkarıyor. “Yeter teyze o kadar.” deyip kalan hıyar ve erikleri gökkuşağı gibi rengârenk pazar çantasına dolduruyorum. Ağzında kalan tek dişini göstererek gülüp uzaklaşıyor. Şemsiyeyi, çuvalları, kasaları toparlayıp gitmek için hazırlanıyoruz. Veli Emmi dudağının kenarındaki filtreli cigarasını kömürlü tren gibi tüttürerek geliyor. Pazarın şerefine filtreli cigaraya terfi ettiği belli. “Yeğenim.” diyor, “Askeri okula gittin amma senden yaman pazarcı da olurmuş hani.” Başımı zoraki sallıyorum. Neredeyse ona bile mecalim kalmamış. Sabahtan beri kayıp olan kamyonet şoförü de görünüyor az sonra. Bir köşede gün boyu uyumuş herhalde. Sabahki gibi şiş ve mahmur gözlerle bakıyor hâlâ. Kamyonetin kasasına ıvır zıvırları doldurup birer köşeye ilişiyoruz. Güneş battı batacak. Gözlerimden uyku akıyor. Ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla direnemiyorum. Bir ara Veli Emminin türkü çağıran sesi çalınıyor kulaklarıma… Ay oğlan arsız oğlan Meyvasız yarsız oğlan “Sus herif oğlanı uyandıracaksın!” diye söyleniyor karısı. Veli Emmi bir an susuyor. Belli belirsiz bir ıslıkla devam ediyor sonra. Annemin eli saçlarımda geziniyor. Alnımı kamyonet kasasının demir korkuluklarına dayıyorum. Demirin soğukluğu yayılıyor içime. Alacakaranlıkta traktör römorklarına, kamyon kasalarına doldurulmuş işçiler görüyorum. Kederli, yorgun, umutlu, dalgın yüzler gelip geçiyor. Gördüklerim birbiri içinde eriyor. Yeniden uykuya dalıyorum… Ümit Köreken Ocak 2008 Erzurum
YorumlarMehmet Eyilikbilir
{ 25 Ocak 2009 18:18:20 }
Çok güzel hareketler bunlar..
ECE YAVAŞCAN
{ 24 Ocak 2009 14:16:03 }
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() onur buya
{ 20 Ocak 2009 16:13:51 }
zevkle okudum, eline sağlık
Hüseyin Savaş
{ 15 Ocak 2009 20:51:22 }
Ümitciğim, gönlüne yüreğine sağlık, çoook güzel olmuş. İnsan kendi özdeğerlerini ne çok özlüyor deyil mi? Bizi biz yapan değerlerimiz!
Baktığım her yan sen Gördüğüm her renk sen Lakin! Ben seni bende buldum. Şemsin bol olsun selamlar. nevin
{ 15 Ocak 2009 04:19:53 }
Sevgili Umut Koreken,
uzun suruder okudugum, en guzel, en icten oyku. Lahanam dizi dizi Bos gecme abla bizi Eniste tursu ister Bozuver bugun perhizi Y i n e y a z e m i ? nevin Hüseyin Şen
{ 14 Ocak 2009 20:52:37 }
Ümit''çim eline, emeğine, gönlüne sağlık...keyifle okudum ve satırlardan sızan sıcaklığı duydum...Yenilerini okumayı bekliyorum...
nihat ziyalan
{ 14 Ocak 2009 14:03:27 }
DEVAMLI ÇİTAYI YÜKSELTİYOR
ümit koreken her yazdığıyla bir önceki yapıtını geçiyor. devamlı çitasını yükselten bir yazar. eline sağlık. gelişmeni sevinerek izliyorum. sydney'den dostlukla. nihat deniz
{ 14 Ocak 2009 12:47:32 }
sevgili umit, bir oyku okuyarak da insan mutlu olabiliyormus demek! hem de belki memleketten bu kadar uzak olunca, ozlemle bir iki damla goz yasi dokerek mutlu olmak!
bu rengarenk, yasam dolu, huzun, umit, mucadele dolu ama yine de kederden, bezginlikten, yilmisliktan yana agirliksiz oykunle, gunume isiklar sactin. yuregin dert gormesin. koyune izinli donen cocugun evdeki, okuldaki gunlerini, veli amcayi, hacar teyzeyi, narasiyla koyu ayaga diken dedeyi daha cok okumak isterdim. kimbilir belki baska oykulerinde bizlere yine yazarsin onlari. sevgiyle, dostlukla, deniz iccengiz
{ 13 Ocak 2009 12:41:55 }
Evet...
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |