|
|
Allahına Gurban (2) - KURBANKategori: Ayorum Güncel | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 26 Aralık 2008 02:14:41 İbrahim veya Abram ya da Abraham peygamberlerin atası sayılır, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın İbrahim soyundan gelenlerin dini olduğu savunulur. Eski Ahit'in "Yaradılış" bölümde şöyle bir anlatı var.
“Tanrı İbrahim’e ‘İbrahim’ dedi, o da ‘evet buradayım’ diye yanıtladı. Tanrı ‘çok sevdiğin, tek oğlun İshak’ı al, Moriah beldesine git, orada sana söyleyeceğim dağlardan birisinde oğlunu kurban edip yak’. İbrahim sabah kalktı, eşeğine semerini vurdu, adamlarından iki genci ve oğlu İshak’ı yanına kattı, yanına yakmak için odun aldı ve Tanrı’nın dediği yere doğru yola çıktı. Üçüncü gün İbrahim kafasını kaldırdı, o yeri gördü. İbrahim yanındaki gençlere ‘siz burada eşekle bekleyin ben çocukla gidip dua edip döneceğim’ dedi. İbrahim yakılacak odunu alıp oğlu İshak’a yükledi, kendisi eline ateşi ve bıçağı aldı ve birlikte gittiler. İshak ‘ateş ve odun var ama yanmış kurban için kuzu nerede?’ dedi. İbrahim ‘oğlum, Tanrı yanmış kurban için kendisi bir kuzu verecek’ dedi ve yollarına koyuldular. Ve Tanrı’nın dediği yere geldiler. İbrahim orada bir sunak yaptı, odunları yerleştirdi, oğlu İshak’ı bağladı ve sunağa, odunların üstüne yatırdı. Ve İbrahim elini uzatıp oğlunu kesmek için bıçağı aldı. Tanrı’nın meleği ona cennetten seslendi ve ‘İbrahim, İbrahim’ dedi. O da ‘evet buradayım’ dedi. Melek ‘elini çocuğa sürme, ona birşey yapma, çünkü oğlunu, biricik oğlunu benden esirgemediğin için şimdi Tanrı’dan korktuğunu biliyorum’ dedi. İbrahim kafasını kaldırdı, baktı ve çalılara boynuzu takılmış olan bir koç gördü. İbrahim gidip koçu aldı ve oğlunun yerine o koçu kurban edip yaktı. İbrahim o dağa Tanrıdağı adını verdi... Tanrı ‘sen oğlunu, biricik oğlunu benden esirgemediğin için seni kutsuyorum, senin tohumunu gökteki yıldızlar, kumsaldaki kum taneleri kadar çoğaltacağım ve senin tohumların düşmanlarının kapıarını ele geçirecek. Ve senin tohumunla dünyadaki tüm milletler kutsanacaklar, çünkü sen benim sözüme itaat ettin’ dedi”. İbrahim’in öyküsü Kuran’da biraz değişik, İshak’ı değil kurbanlık olarak İsmail’i anlatıyor. Saffât Sûresinde olay şöyle geçiyor: “İbrahim ‘Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver’, dedi. İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik. (İsmail) Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Biz ona: " Ey İbrahim!" diye seslendik. Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim'e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır. Sâlihlerden bir peygamber olarak O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik. Kendisini ve İshak'ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.” İbrahim’in İsa’dan 1500-2000 yıl önce yaşadığına, 86 yaşındayken İsmail’in, 100 yaşındayken de İshak’ın babası olduğuna, Arapların İbrahim’in oğlu İsmail soyundan geldiklerine ve sünnet geleneğini 175 yaşında ölen İbrahim’in bir süre kaldığı Mısır’dan taşıdığına inanılır. Gördüğümüz gibi, gerek Eski Ahit’te, gerekse Kuran’da Tanrı’nın İbrahim’i sınamak için oğlunu kurban et dediği anlatılmaktadır. Tanrı “kullarının” kalbinden geçenleri, kimin Tanrı’dan korktuğunu bilmiyor mu sorusu yanıtsız kalmaya mahkûm tabii. Tanrı iyi ise kötülükler nereden geliyor sorusu da filozofların kafasını uzun sure karıştırmış. Azteklerin “iyi tanrı-kötü tanrı” ikilisi buna bir yanıt getiriyor. Oysa tek tanrılı dinlerde buna yer yok. Kötülükler “şeytan” ile açıklanıyor. Oysa herşeye kâdir Tanrı’nın şeytanın kötülük yapmasına neden fırsat tanıdığı da bir başka soru. İnsanları sınamak içinse o insanları “yaratan” da Tanrı değil mi? İsa’dan once 341-270 yıllarında yaşamış Lapseki felsefe okulu hocası Grek filozofu Epikür şöyle demiş: “Tanrı kötülükleri engellemeye niyetli ama gücü mü yetmiyor? O zaman herşeye kâdir değil demek Herşeye kâdir ama niyeti mi yok? O zaman kötü niyetli demek Hem gücü yetiyor hem de niyeti iyi mi? O zaman kötülükler nereden geliyor? Yoksa hem kâdir değil, hem de iyi niyetli mi değil? O zaman biz ona niye Tanrı diyoruz?” Epikür tek tanrılı Ortadoğu dinlerinden uzak olduğu için bu soruları sorabilmiş. Oysa bu dinlerde “günah” diye bir kavram var. Ve günah cezasız kalmamalı deniyor. Museviliğin aslında ancak Yahudiler Babil’e sürüldüğünde bir din olarak oluştuğunu ve Hamurabi’nin “göze göz, dişe diş” yasalarını hatırladığımızda aynı görüşün Museviliğe ve daha sonraki dinlere Mezopotamya’dan yansımış olması da gayet olağan. Günahları affedilmemiş olan kişi sonsuza kadar Tanrısından uzak kalmaya mahkûmdur deniyor. Eski Ahitte “hemen herşeyi kan temizler, kan dökmeden düzelme olmaz. İnsanın günahlarını ancak insan kanı temizler” deniyor. Günah işleyen kişi aslında kendisinin kurban edilmesi gerektiğini bilir ama insan günah işlediğinde insan ruhuna aykırı ve hayvan gibi davrandığı için Tanrı onun yerine bir hayvanın kurban edilmesini kabul eder diyorlar. Bugünlerde, Noel’de Hıristiyanların doğumunu kutladığı İsa’nın Tanrı tarafından kurban edilmesi? Hem Tanrı tarafından, hem de Tanrıya kurban edilmesi? Haftaya da bu konuya girelim.
Yorumlarmustafa alagoz
{ 26 Aralık 2008 14:51:37 }
Kutsal metinler (Tevrat-İncil-Kuran) birbirleri ile bağıntılıdır ve bu bağıntılılık gözden kaçarsa anlaşılmaları daha da zorlaşır. Eğer bir insanın doğumundan kendi ayakları üzerinde duracak hale gelinceye kadar olan yaşam süreci izlenirse kutsal metinlerin içeriği biraz daha iyi anlaşılır. Daha doğrusu ne denli örtüştükleri görülebilir. Kutsal metinler insanı anlatır, ama bunu öyküler ve son derece örtük simgesel dille yaparlar. Simgesel anlatım doğrudan bilgi vermez, insanı daha çok; hermeneutiğe, çağrışıma, derin düşünmeye ve içsel deneyim yoluyla içsel keşfe yöneltir. Kutsal metinlerdeki bu simgesel anlatım birebir kabul edilirse, doğrudan olguyu dile getiriyormuş gibi ele alınırsa içinden çıkılması imkansız hale gelir. Bu simgeler dinciler tarafından olduğu gibi ele alındığında bağnazlık, kör inanç ve bunun sonucu her türlü vahşetin uygulanabileceği bir ilkelliğe dönüşür. Geçmişte (engizisyon) ve günümüzde de bolca örneklerini görüyoruz, özellikle İslam coğrafyasında. Eğer pozitivist bir yaklaşımla ele alınırsa bu kez saçma sapan öyküler olarak algılamaktan kurtulmak imkansız hale gelir. Yıllar önce kafamda şöyle bir soru uyanmıştı: İnsanlık tarihinde, yazıldığı zamandan günümüze kadar varlığını korumuş ve yaşamın içinde ektisi azalmadan süren metinler hangileri? Yanıt kutsal metinler. Bir soru daha, peki bunları bu kadar dayanaklı kılan nedir? Olaya bir de bu açıdan bakmak insanı farklı arayışlara ve anlayışlara götürüyor.
Diğer Sayfalar: 1. İkincisi; eğer bir yaratan ve yaratılan olduğu varsayımından hareket edilirse yine işin içinden çıkılmaz hale geliyoruz, bu durumda da bu iki ayrı Varlığın ilişkisini anlamakta açmazlara düşüyoruz. Sevgili Gündoğdu';nun bu sorgulayıcı tutumu hoşuma gidiyor. Amacım doğrular ve yanlışlar bulmak yerine konuya başka açılardan bakmanın olanakları olduğunu dile getirmek. İçeriğe dair bir noktayı hatırlatmak gerekir. Kuran-ı Kerim'de kurban edilmek istenen oğlun adı verilmez. İsmail olduğuna dair söylemler tefsircilerin kabulüdür. İsmail 'tanrı işitir' demek) ve İshak ('Güler' demek) bunlarda simgesel, İsmail'in anasının bir cariye olması da. Bu konular ayrı bir yazıda ele alınmayı gerektiriyor. İnsansılıktan insanlığa dönüşme potansiyelinin herkeste olduğu gerçeği kadim bilgeliğin temel tutumudur, kutsal metinlerin insanlara çağrıları bence bu noktada toplanıyor. Dinler, inanç biçimleri ve ritüelleri ile ne denli ayrı olsa da şu noktada birleşirler: İnsan egosunun köleliğinden kurtulmalıdır. Bu noktada varoluşsal bir çatışkımızla yüzleşiriz; Arzuların ve özlemlerin benliğimize hükmetmesi. Bunun için aşkınlığa yönelmek gerekir, en sevdiğin ve en çok değer verdiğin şeyden vazgeçmen gerekir. Örneğin ömrünün sonunda bulduğun oğlundan bile vazgeçebilmelisin. Peygamber İbrahim'in oğlunu kurban etme ritüeli insanın bağlandığı ilkeleri ile nefsani arzularının çatışkısını simgeler, değerlerin ve hak bildiğin şeyler için arzularını terk edebiliyor musun? Konuya ilgi duyanlar için Türkçeye de çevrilmiş eserler var. Özellikle İbni Arabi'nin son derece yetkin ve zengin çalışmaları incelenebilir. Kutsal metinlerden alıntılarla ve bunların nasıl anlaşılması gerektiğine dair pek çok söylemde bulunmak mümkün, ancak bu bir sorumluluk ve yetkinlik meselesi, öncelikle bunu kendim için söylüyorum. Bana göre belirli bir konuda sonuçlanmış kesin şeyler söylemek yerine anlamanın zevkine, dönüşmenin heyecanına kapılmak daha doyurucu. Tasavvuf söyleminde şu önermeyi duyduğumda şaşırmıştım:"Allah zıtların cemmidir (toplamı)" İbni Arabi'den bir alıntı: "Allah, zıtları toplaması özelliği ile bilinebilir. O, İlk'tir, Son'dur, Zahir'dir, Batın'dır. Allah gözüken şeyin aynı olduğu gibi gözükme esnasında gizli kalan şeyin de aynıdır. " Bu söylemdeki Allah sözcüğü yerine Varlık sözcüğünü, daha sonra enerji sözcüğünü koyarak okursak, bir de bu şekilde düşünürsek ne olur? Düşünebilmek; hiçbir amaç gütmeden, bir ayrıcalık ummadan; saygı, beğeni elde ederim, şunu-bunu kendime hayran bırakırım kaygısı taşımadan düşünebilmek, daha doğrusu böylesi bir hale gelmek ne hoş. Bunun için birbirimize döneriz, bir akıldan bir akıla köprüler kurarız, kurmaya çalışırız; iletişmek-anlamak-anlaşılmak için; didişmek için değil.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|