A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Bir Okulun Yeniden Doğuşu

Kategori Kategori: Hizan Köy Masalları | Yorumlar 11 Yorum | Yazar Yazan: Deniz Günal | 26 Nisan 2008 03:32:25

Ağılözü İlkokulu'nun onarılışının küçük öyküsünü okuyacaksınız. Dağların tepesinde yıkık dökük bir okulun, emekle, sabırla, küçük eller büyük umutlarla bir eğitim öğretim yuvasına dönüşmesinin öyküsünü... Ve biliyor musunuz bu daha bir başlangıç! Yoksun, uzak köylerde yıldızlar gibi ışıyan bütün öğretmenlerimize selam olsun!

Oğul ömrün uzun ole, ömrün uzun, toyun güzün ole
Saçın sakalın ağare oğul, su gibi beğtın ağ ole

Şeri şeytandan, kuri buhtandan korunesen
Uğurlu kedemli olesen, yokluh görmiyesen oğul
Yiddi kat şaran altın tahesen

Üzün güle oğul, üzün ağ ole, yer gök imdadan gele
Men sendan raziyem, Allah da senden razi ole


Sekiz Kırık Sıra Sekiz Kırık Masa


Altın taste yoğurdum
Dert içinde boğıldım
Ane belın büküle
Gam için mi doğırdın?


Köye üçüncü gelişimde eşyalarımı, yatağımı, yorganımı, yiyeceklerimi de yüklenmiştim. Yerleşecektim artık. Akşamüstü vardım. Bütün gece çalıştım, evimi temizleyip olabildiğince yerleştim. Heyecandan uyudum mu uyumadım da uyuduğumu mu hayal ettim anlamadım.
Günün ağarmasıyla birlikte cıvıldamalar duymaya başladım. Kuşların değil benim öğrencilerimin sesiydi. Öyle heyecanlıydım ki. Köyü, kaldığım lojmanı, okulun sefil halini bıraktım bir yana, öğretmenliğimin ilk gününün tadını çıkarmaya karar verdim.

Çay demleyip, kahvaltımı yaptım. Gece özenle ütülediğim gömleğimi, pantolonumu giydim, aynanın karşısında kravatımı titizlikle bağladım. Yeni ayakkabılarımı da giyip sevinçle dışarı çıktım. Öğrencilerimi ilk kez görecektim.

Çok güzel bir bahar havası vardı. Çocuklar lojmanın sağ tarafında kalan, köyün tek düzlüğü olan yolda oyun oynuyorlardı. Demir kapıyı kapatırken alışkın olmadığımdan biraz sert kapatmışım. O sesle hepsi olduğu yerde dondu kaldı. Ürkek bakışlarla bana döndüler. Sonra kafalarını öne eğip çağırmamı beklediler.

Önce alçak sesle bir deneme yaptım, boğazımı temizledim, derin bir soluk alıp bağırdım.

Çocuklar buraya gelin!

Sanırım biraz detone oldum. Sesim cümlenin sonuna doğru kısıldı, ben bile zor duydum. Ama onların çocuklar dememle bana doğru koşturması bir oldu. Onları nasıl karşılamalıydım bilmiyordum. Okulun ilk günüydü.

Hadi sıraya girin! İstiklal Marşı okuyacağız.

Tıpkı çocukluğumda bizim de yaptığımız gibi itişerek öne geçme yarışına tutuştular. Sesimi yükselttim.

Rahat durun! Küçükten büyüğe sıraya girin!

Biraz doğru biraz yanlış girdiler sıraya. Okula gelen on iki öğrencimle İstiklal Marşı okuyacaktık. Ses vermem gerekiyordu. Biraz çekiniyordum.

Korkmaaa sönmeeeezz…..

Yine yarısı iyi, yarısını kendimin bile duymadığı kısılmış bir ses çıktı. Toparladım kendimi.

Hadi çocuklar. Bir, iki, üç!

Korkmaaa…. Sönmeeeez ……….

….. Bu……… Bu…………………..

Tam bir düşkırıklığıydı!

Üç büyük çocuk, doğru yanlış biraz söylüyorlar, diğerlerinde çıt yok. Utandıklarını düşündüm.

Tekrar ses veriyorum herkes söyleyecek.

Bu kez güçlü, güvenli bir sesle kurallarına tam uygun ses verdim.

Sonuç?

Yine düşkırıklığı!

Birbirinden farklı başlayıp farklı hızlarda, vurgularda giden üç çocuk ve sessiz, şaşkın, kıpırtılı diğerleri.

Anlamıştım. Bilmiyorlardı. Eğer İstiklal Marşını öğrenmemişlerse gerçekten bir şeyler öğrenmiş olabilirler miydi?

Derse girdik. Önce kendimi tanıttım. Tek tek adlarını sordum. Alışkın olmadığım adlar vardı. Sağbatullah, Gaybetullah, Maşallah. Onlara yaka kartı taktım unutmayım diye. Okuma bildiklerini düşünerek, kendime de taktım. Yine yanılmışım. O üç çocuktan başkası okuma yazma bilmiyordu. Ayşe, Meryem, Maşallah.

Şaşkındım. Birinci sınıf beşinci sınıf hepsi aynıydı. Tekrar tekrar okumalarını istedim ama olanaksızdı. Harfleri bile tanımıyorlardı.

Yıkılmıştım. Oturacak bir yer aradım. Benim için bir masa ve iskemle yoktu. Gelmeyen öğrencilerden birinin yerine oturup şöyle bir sınıfa baktım.

Sekiz kırık sıra, sekiz kırık masa, okuma bilmeyen dokuz öğrenci. Okula gelmeyen sekiz öğrenci, belki kaydı bile olmayan başkaları.

Çocuklar arkadaşlarınız okula niye gelmedi?

Uzun bir sessizlik oldu. Sabırla bekledim.

Onları hayvanlara göndermişlerdir,
dedi Maşallah sonunda.

Kalktım çaresizlik içinde sınıfta dolanmaya, çocuklara sorular sormaya başladım. Daha önce neler öğrenmişler, neler yapmışlar anlamaya çalıştım. Çoğu Türkçe bilmiyordu. Bilenler yarım yamalak Türkçeleri ile bana anlatmaya çalıştılar. Üç saati böyle geçirdim. Anlattıklarına inanamıyordum. Bu kadar ihmal edilmiş olabilirler miydi?

Ben de mükemmel değildim. Daha öğretmenliğimin ilk günüydü, beş sınıf bir arada okutacaktım. Okulda kitap yoktu, telefon yoktu, aldığım üniversite eğitimi beni anadili başka olan çocuklara öğretmenlik yapmam için hazırlamamıştı.

Öğle yemeğine gönderdim çocukları. Ne yapmam gerektiğini düşünerek okulun çevresinde bir saat dolaştım. Öğle yemeğinden yedi çocuk döndü.

Çocuklar diğer arkadaşlarınız nerede?

Öğretmenim, onların evde işleri oluyor, hep bu kadar gelirler okula.

İnanamadım. Çocuklar mutlaka yanlış anlamışlardı.

Hadi defterlerinizi açın.

Hiç birinde defter yoktu. Sonunda çıldıracaktım galiba.

Pekala hepiniz eve. Bütün arkadaşlarınıza söyleyin. Yarın temiz, önlüklü olacaksınız. Kalemlerinizi, defterlerinizi çantanıza koyup geleceksiniz. Hepiniz geleceksiniz. Hayvanlara gitmek yok.

Dersi bitirmiştim ama ben de bitmiştim.



Bir Yıldız Doğuyor

Bi ay doğdi kenarsız
Niye beni kınersız
Ele bi ah çekerem
Ateşımdan yanersız

Köye yerleşmiştim. Odunluğun yanındaki evime. Elektrik bir vardı bir yoktu. Geceleri korkuyordum. Suyum yoktu. Okulun önündeki çeşmeden alıyordum. Telefonum yoktu. Annemi, kardeşlerimi merak ediyordum. Birine bir şey olsa haberim bile olmayacaktı. Her gün dersten sonra köyün en yüksek tepesine çıkıyordum, bir saat yürümem gerekiyordu ama cep telefonum bir tek orada çekiyordu.

Alışamıyordum.

Çocuklarım okuyup yazamıyordu. Bir çoğunu her sabah kapı kapı dolaşıp evlerinden almam gerekiyordu. Yoksa hayvan otlatmaya gönderiyorlardı. Önceleri rica ediyordum, ikna etmeye çalışıyordum. Baktım olacak gibi değil, tehdit etmeye, kızmaya başladım.

Okul zaten yıkıktı. Yerler toprak, camlar, sıralar kırık. Okula bile benzemiyordu. Bu sefil ortamda onlara nasıl bir şeyler öğretecektim?

Karamsarlığım çaresizliğe dönüşmüştü.

Kaçıp gidemezdim. Öğretmen olmuştum. Annem sevinçten havalara uçmuştu. Başka yere tayinim çıkmıyordu. Burada kalacaksam hakkını vermem gerekiyordu.

Çocuklarla birlikte düşünmeye başladım. Ne yapabilirdik?

Süsleyerek güzelleştirmeye çalıştık okulumuzu. Çirkin bir insanı süsleyerek güzelleştirebilir misiniz? Yıkık dökük bir okul da güzelleşmiyordu.

Defalarca temizledik, her türlü düzenledik. Bir türlü olmuyordu. Karar verdim. Kırık olan her şeyi onaracak, yıkık olan her şeyi yeniden yapacaktım. Ama nasıl?

Tam otuziki yıldır odunluk olarak kullanılan müdür odasını bilgisayar sınıfı yapmaya karar verdim. Çocuklar çok güldüler. Sevindiler mi eğlendiler mi anlamadım.

Sınıfı da onaracaktım. Duvarlara tavana badana yapacaktım, delikleri kapatacaktım, yerlere ne yapacaktım bilmiyordum ama bulacaktım bir yolunu. Sağlam, temiz, şirin bir okulum olacaktı.
 
Köylülerden yardım istedim. Hepsi okulu onaracağıma çok sevindi. Ama hepsinin çok işi vardı. Birbirlerinin üstlerine atmaya başladılar. Hiç birinden bir daha yardım istememeye yemin ettim.

Büyük bir onarım işi bekliyordu beni ama işten de çalışmaktan da korkmam. Köyde büyüdüm, beş yaşımda başladım çalışmaya, tarlaya gittim dedemle, bahçede anneme yardım ettim. Babam inşaat işçiliği yapardı, köyde ne tür inşaat işi olsa ona gelirlerdi, ben de yardım ederdim. İnşaat işinden anlıyordum yani.

Çocuklarla sıraları dışarı taşıdık. Delikleri, çatlakları kapatmakla başladım onarıma. Çocuklara ders anlatıyor, ödevlerini veriyor, sonra sınıfa kendi ödev alanıma dönüyordum. Havalar güzeldi neyseki, dışarda ders yapmak hoşlarına gidiyordu.

Okulumun tavanı bildiğiniz tavanlardan değil, çok ilginç bir yapısı var. Badanası çok zor oldu. Üç gün sürdü. Gözlerime kaçan kireç geceleri uykusuz bıraktı beni. Tavan bittiğinde boynum tutulmuştu. Bir hafta kendime gelemedim. Ama sınıfım aydınlanmaya başlamıştı.

Geceleri elektrik olduğu sürece devam ettim badanaya, uzun sürdü yine de. Çocuklardan başka yardımcım yoktu, onların da gücü yetmiyordu. Hem onların okuması gerekiyordu. Eğitim öğretime şehirdeki çocuklardan daha çok gereksinimleri vardı.

Kaba iş bitince sıra ince işlere geldi. Yeni sıralar getirdim ilçeden. Üstlerine mavi örtüler aldım, camlara pembe perdeler taktım. Pullu balıklarla haftanın günlerini, simli renkli kelebeklerle tarih ve mevsim şeritlerini yaptım. Rengarenk oldu sınıfım, çocuklarımın gözleri ışıldamaya başladı.

İlçe esnafı bana çok destek olmuştu. Onların sayesinde bilgisayar sınıfımız için karo buldum. Ama sonbahar yağmurlarının azizliği tuttu, köy dolmuşlarının yolunu mahvetti. Dolmuş köye üç km uzaklıkta yükünü indirip kaçınca, karoları öğrencilerimle beraber tek tek taşıdık okula.

İlk kez karo döşeyecektim nasıl yapacağımı bilmiyordum. Zeminin uygun olmadığını anlamam uzun sürmedi. Ağılözünün yolları gibiymiş. Odunlar için farketmemişti elbette. Kırıp yeniden beton atmam gerekti. Kırmak sorun değildi ama çimento yoktu. İlçeye gitmeden çimentoyu getirtemezdim. Ben de haftada ancak bir kez inebiliyordum.

İlçede çimento bulamadım. Bitlis’e gidip almam gerekti. Bu arada köy yolu kapandı. Ne oldu nasıl oldu anımsamak bile istemiyorum artık. Benim meşhur çimentolarım sonunda köye geldi.

Bu kez, farkettim ki kum da yoktu. Bezmiştim ama pes edemezdim. Süngümü düşürüp köylülere gittim. Köye beş kilometre uzaktaki dereden katırlarla kum getirdik. Üstümden büyük bir yük kalkmıştı. Artık her şeyi tek başıma yapabilirdim.

Beton yapmak ne zormuş meğer. Köyde su şebekesi yoktu ki. Öğrencilerim arasında büyük olanlar kovalarla çeşmeden su getirdiler. Betonu karıştırmaktan kollarım koptu ama sonunda oldu. Öğrencilerim karoları taşıdı ben döşedim. Bitti! Odunluktan bir bilgisayar sınıfı çıktı. Çok ama çok güzeldi. İçim içime sığmıyordu. İçeri girmeye kıyamıyorduk. Kapıdan gururla bakıyorduk bilgisayar sınıfımıza.

Ama elektrik sorununu çözemiyordum bir türlü. Anlamıyordum ki elektrikten. Israr ediyordum yalnızca, inat ediyordum. Birkaç gece sigortaları attırdım, köyü elektriksiz bıraktım. Olmuyordu. Tüm emeklerimiz boşa gitti diye düşünürken bilgisayar odasını kitaplık yapmaya karar verdim. Elimde yirmi sekiz tane kitap vardı. İlçeye gidip marangozdan eski giysi dolabı aldım. Kitaplarımızı dizdik, içinde kayboldular adeta. Gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum.

Bu arada YAŞASINNN!!! köye su geldi. Sabahları evimin musluğundan akan suyla yüzümü yıkamak, Tanrım, ne büyük bir zevkti. Evet, bu bir zevkti!

Artık ayağım alışmıştı her Cuma mutlaka ilçeye iniyordum. Türk Telekom’u kendime kapı yapmıştım. Mesaileri bitmeden yetişmek için araba çağırtıyordum. Muhabbetlerini çok sevdiğimden değil. Okuluma yani evime telefon bağlatmaya çalışıyordum. Yalnızca iki kişi çalışıyordu.Onlar da bu çok sayıda köyü olan ilçenin işlerine yetişemiyordu. Her defasında köyün birindeki bir arızaya gitmiş oluyorlardı. Diyorum ya. Israr ediyordum, inat ediyordum. Bekliyordum. Bazan biri dönüyordu ama ilgilenmiyordu benimle.

Bir gün bizim köyün tepesinde gördüm onları. Bakım yapmaya gelmişler. Koşarak gittim. Yalvarmaya başladım.

Ne olur, benim okuluma da hat çekin.

Ne dedimse olmaz dediler. Ağlayarak döndüm. Yarım saat sonra kapımı çaldı biri, dayanamamış. Kabloyu getirmiş, telefon direğinden eve hat çekti. Şimdi, bir tek ilçeye gidip kağıtları imzalamam kalmış. Hemen ertesi gün indim ilçeye, içimde bir sevinç bir sevinç’. Tam bir ay kimseye ulaşamadım. Ama umutluydum. O kablo evime çekildi ya, artık bağlanması an meselesiydi. Her gün her saat alıcıyı yokluyordum. Çıt yoktu. Sonunda kabloyu çeken adamı yakaladım masasında.

Hoca! Sen o gün ağlayarak dönünce içim cız etti. Boş kablo çektim sevinesin diye.

Aylardır boş kablodan ses beklemişim! Yaşadığım kırıklığı, öfkeyi anlatmama gerek var mı? Meğer bir bebekmişim ağzıma yalancı emzik vermişler. Gençmişim, cahilmişim aldatılabilirmişim. Bir dağ köyünün öğretmeniymişim, oyalanabilir mişim.

Kendimi toparlayıp ile gittim. Şikayet dilekçesi yazıp verdim. Bir şikayet dilekçesi de Ankara’ya gönderdim. Çok geçmedi. Bir akşam evime şirketin bölge şefi geldi. Her şeyi hazırlamış, kağıtlar yanında. Telefonum bağlandı. Elime fırsat geçti ya, kullandım elbette.

İnternet de istiyorum!!!

Adam bana bulmuş da şımarmışım gibi baktı, ama bir kaç gün sonra ilçeye gidince, İnternet’i de bağladılar.

İşte hayatımın dönüm noktası budur. Öğretmen oluşum değil. Bitlis’e varışım değil. Yıkık bir okulda bir dağ başında Türkçe bilmeyen çocuklara öğretmenliğe başlayışım değil.

Ava Berham dağlarının tepesinde, korkulu yalnız gecelerimde, öğrencilerime bakarak yaşadığım çaresizliklerin en koyu deminde, dünyaya ulaşabileceğim, dünyayı benim yapacak bir yıldız doğmuştu.

Hayata gözlerimi yeniden açmıştım.

Elektrikler kesilmediği sürece elbette.



Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 2 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

nihat ziyalan { 26 Nisan 2008 08:30:21 }
sevgili deniz,

bu bitlis oykuleri muthis.

ne zaman kitaplasacak diye merakla bekliyorum?

eline saglik.

oradaki arkadaslara da selam sevgiler.

lutfen arkasini birakma bu oykulerin.

sdyney`den dostlukla.

nihat ziyalan

Diğer Sayfalar: 1. 2.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git