|
|
Sanat yapmak için mangal gibi yürek lazım!Kategori: Kültür/Sanat | 12 Yorum | 18 Ocak 2008 12:19:52 Erzurum'da söylediklerinizi yapmak için mangal gibi yürek lazım, der bir arkadaşları Ümit ve Nursen Köreken'e. Onlar, çocuklarla, gençlerle, kadınlarla tiyatro çalışmaları başlatmak, onları sanatla, özgür düşünce ve kişisel ifade olanaklarıyla tanıştırmak isterler. Erzurum'dan mektubunda Ümit Köreken, bizlere bu çabalarını, karşılaştıkları acı, tatlı zorlukları, düş kırıklıklarını ve başarılarını anlatıyor.
BEN DE VARIM! IÇIMDE ATES VAR! Nursen’e… 2006 yilinin yagmurlu bir eylül aksami iki kadin ve bir adam ellerindeki afisleri sehrin duvarlarina yapistiriyorlardi. Yoldan geçen birkaç kisi –onlara tuhaf gelmis olacak ki- durup sirilsiklam olmus kadinlara ve duvarlara tutturmaya çalistiklari afislere bakiyorlardi. Adam elindeki zamk dolu kovaya firçayi batiriyor, afisin yapistirilacagi zemine sürüyor, kadinlar hemen üzerlerine düseni yapiyorlardi. Sonralari bu islak, soguk ve bir o kadar umutlu aksami kahkahalar içinde konusacaklardi… “Ben de Varim!” diyordu afisin basliginda. Kadinlara ve çocuklara sesleniyordu. Basliklardan bazilariydi: “Masallarla kendimi taniyorum…” “Çocuklarla tiyatro…” “Yaratici Drama Yöntemiyle resim, müzik, dans…” “Hanimlarla farkindalik atölyesi…” Afislerin yapistirilmasindan iki ay sonra on kisilik çocuk, yedi kisilik kadin ve on iki kisilik karma yetiskin grupla baslandi atölyelere… Herkes saskindi. “Böyle bir sey Erzurum’da…” diyordu çogu. Çocuklar gibi oyun oynayan, canlandirmalar yapan, kendilerini o dört duvar arasinda hiç olmadiklari kadar özgür hisseden kadinlar saskindi en fazla. Sinifa girdiklerinde kimliklerini, sorularini, ön yargilarini, komsularini, akrabalarini soyunuyorlar ve gülen gözleriyle oyun oynamaya basliyorlardi. Atölye saatinin sonunda buruk birer gülümsemeyle soyunduklari her seyi giyinip gidiyorlardi. Çocuklar mutluydu. Tiyatroyla, resimle, müzikle, dansla, oyunla kendilerini ifade etmek onlar için bulunmaz bir firsatti ve en çok onlar tadini çikariyorlardi. Çalismalara ilk darbe bir kiz ögrencinin ailesinden gelecekti. Öyle ya, dokuz yasinda bir kiz sahneye çikar miydi? Dar pantolon giyer miydi? Kadin ve adamin yedikleri ilk tokat oldu bu. Demek her sey umduklari gibi gitmeyecekti. Ne var ki her hafta atölye çalismalarina gelirken hiç takmadigi papyonunu takmaya baslayan, ayna karsisinda kiyafetini düzelten, saçlarini tarayarak sol yanina yatiran dört yasinda Mert’in anne ve babasinin yazdiklari mektup onlarin içine biraz da olsa su serpecekti: “Oglumuz, atölye çalismalarina baslamadan önce çekingen bir kisilige sahipti. Iliski kurmakta zorluk çekiyordu. Resim yapmasini sevmesine ragmen renkleri bir türlü ögretemiyorduk. Atölye çalismalarina baslar baslamaz etkisini göstermeye basladi. Arkadaslariyla iliski kurmayi ve onlarla oyuncaklarini paylasmayi ögrendi. Sosyal yönü gelisti.” Kurduklari Atli Karinca Tiyatro Toplulugu’yla çocuk oyunlari çalismaya basladiklarinda çevrelerinde halka halka büyüyen insan toplulugunun içinde olmak kadar hiçbir sey onlari mutlu etmiyordu. Her aksam dokuzda açiyorlardi evlerinin kapisini. Yorgunluktan uyuya kaliyorlardi çogu zaman. Ama güzel düsler görüyorlardi, aydinlik düsler… Yirmiser metrekarelik iki sinifliktan olusan atölyelerinde dünyanin ve yasadiklari çevrenin degisimine, gelisimine, özgürlesmesine olan inançlari hiçbir zaman tükenmedi. Mayis 2007’de yaptiklari toplu gösteriler –tiyatro, dans, müzik, resim sergisi- sonrasi bir okul müdürü söyle diyecekti: “Tüm bunlari iki kisi mi yaptiniz?” Aldigi cevap karsisinda sasiracak ve: “Bu gösterileri bin kisilik okullar bile tertip edemiyor.” diyecekti. Bilmiyordu ve hiç bilmeyecekti. Bütün o gösterileri tertip eden iki kisi degil, onlarin içinde tasidiklari atesti. Insanca yasamaya, aydinlik bir gelecege olan tutkulariydi… Atli Karinca Tiyatro Toplulugu’yla çikardiklari çocuk oyunu ise, ücretsiz olmasina ragmen Milli Egitimin karsi çikmasiyla hiçbir okulda gösterilemeyecekti. 2007 yazinda da devam etti çalismalar. Aktif tatil basligi altinda sunuluyordu bu kez programlar. Çocuklara sanat dallariyla ve oyunla yogrulmus, televizyona bagimli kalmayan, bilindik tatil kaliplarini kiran bir tatil vaat ediliyordu. Bir yilin sonunda daha büyük bir yere geçmek istiyordu kadin ve adam. Daha büyük bir yer, daha çok insanla bulusmak, çalismak, onlari sanatla tanistirmak demekti. Uzun ugraslar sonucu bir apartmanin giris kati bulundu. Kitaplarindan baska hiçbir varligi olmayan adam ve kadin esyalarini yarim günde tasidirlar yeni bulduklari yere. Mutluydular. Büyük salonda çalismalarini daha verimli yapabileceklerdi. Kitaplarini raflara diziyorlardi ki kapi çalindi. Kapi komsusu olan kirmizi yüzlü avukat burnundan ates püskürerek bekliyordu kapinin önünde: “Olmaz!” diye kükrüyordu, “Apartmanimizda is yerine izin vermeyiz.” “Burasi bir is yeri degil…” denildiyse de dinlemedi. Bir kisi oldu iki kisi. Üç, dört… Derken tüm apartman toplandi kapinin önüne. Düsmanca bakiyorlardi kadin ve adama. “Kimsiniz siz?” diyordu biri. “Ne is yaparsiniz?” diye soruyordu digeri. “Siz simdi aksamlari burada olmazsaniz kaloriferler yanmaz, benim üst kattaki evim soguk olur.” diyordu emekli ögretmen kadin. “Kapinin otomatini bozarsiniz.” diyordu kravatli adam. “Gürültü çikarirsiniz.” diyordu örtülü bir kitabi gögsüne bastirmis yasli kadin. “Biz size tepki göstermiyoruz ama Erzurum böyle seylere hazir degil.”diyordu apartman yöneticisi. Adam ve kadin kapiyi kapattilar. Kapinin önünde bütün o insanlara kendilerini anlatmaya çalisirken birlesen elleri, birbirlerini kanatircasina sikiyordu. O gün kitaplarini yeniden kutulara doldurup bir kamyonete yüklediler ve bir is haninda, eskisinden daha küçük bir yere tasindirlar. Yeni yerleri kalabalik gruplarla çalismalar yapilabilecek bir yer degildi. Ne yapabileceklerini düsündüler uzunca bir zaman. Ekim ayinda kararlarini verdiler. Yeni yerlerine insanlari getiremeyeceklerse onlar insanlarin ayaklarina egitimi götüreceklerdi. Ilkokullara, anaokullarina, özel kreslere sanat egitimlerini içeren bir program sundular. Sunulan egitim programlari için tek tek anne babalara egitimler hakkinda bilgi verdiler. Neler yapacaklarini anlattilar. Tiyatrodan, danstan, yatici dramadan, müzikten, resimden bahsettiler. Kurduklari grupla özel anaokullarina sanat egitimleri götürmeye basladilar. Gözlerindeki isik yeniden alevleniyordu. Yeni yerlerinde bir de kostüm atölyesi kurarak egitim ve animasyon kostümleri dikmeye basladilar. Tiyatro çalismalarinin kapilarini yeniden araladilar. Ne var ki, 2007 yilinin sonunda ilk kayiplarini verdiler. Çalisma arkadaslarindan on dokuz yasinda bir fidani beynindeki bir ura teslim ettiler. Erzurum’a bir tiyatro salonu açma hayali kuran, konservatuvara girmek ve iyi bir oyuncu olmak isteyen bu fidani hep göz yaslari ve iç burkulmalariyla animsadilar. 2007 yilinin sonlarinda Erzurum’da bir hayal olan, Çagdas Drama Dernegi’nin “Yaratici Drama Liderlik Programi”ni yirmi kisilik bir grupla baslattilar. “Yaratici Drama” kavramindaki yaratici kelimesinin anlamini insanlara anlatmaya çalistilar. Sadece bu kelime yüzünden çalismalarin engellenmeye çalisilmasiyla karsilastilar. Dört haftalik egitimin her haftasini baska bir yerde yapmak zorunda kaldilar. Bir dostlari onlara söyle demisti: “Erzurum’da söylediklerinizi yapmak için mangal gibi yürek lazim.” Mangal gibi yürekleri var midir bilinmez fakat Erzurum’da, Agri’da, Van’da, Kars’ta; onlar gibi düsünen, memleketi için umut besleyen, farkliliklarin toplumu özgürlestirecegine inanan, küçük bir isigin çevresinde büyük bir aydinlik olusturdugunu gören insanlar olduguna, olmasi gerektigine inançlari hiç tükenmedi. Ve bu inanç onlarin umutlarini her dem taze tuttu, tutuyor… Ümit Köreken Ocak 2008 - Erzurum
Yorumlarayhan ışık
{ 18 Ocak 2008 15:28:14 }
yürüyün be! sizi şu vakitten sonra kim tutabilir. bir başarının gerçekleşme aşaması bir insanı bu kadar mı etkiler. gerçekten göz yaşımı tutamadım. şuan bu mesajı yazarken dahi ellerim titriyor. yolunuz açık olsun geleceğin aydın ve güzel insanları.
nihat ziyalan
{ 18 Ocak 2008 14:31:34 }
ICINIZDEKI ATES HIC SONMESIN
Diğer Sayfalar: 1. 2. Erzurum`u bir tasra kenti olmaktan kurtarmak icin caba veren bu iki guzel insani, bas koyduklari kutsal isi , ta basindan beri odum koparak izliyorum. korkmamin nedeni baslarina bir is gelecek diyedir. cunku tasrada insani gelistirecek her turlu sanat calismalarina kulp takma gorevlileri vardir. fakat bu arkadaslar aldirmadan yollarina devam ediyor. baslarina bir is gelirse ben burada kahrolacagim. ulkesini, insanini seven bu alinlari opulecek arkadaslarin, dilerim iclerindeki ates hic sonmesin. omrunuz guleryuzlu ve uzun olsun arkadaslar. sydney`den dostlukla. nihat ziyalan
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|