|
|
Bir kara çarşaflı... Kızıl saçlı ben...Kategori: Yaşam | 23 Yorum | Yazan: Hatice Deniz | 26 Mart 2011 14:41:01 Farklı yaşamların birbirini kabullenmekte en çok zorlandığı ülkelerden biri Türkiye. İnsan, zor hayat koşulları, geçim sıkıntıları, hayatta kalabilme yarışının içinde, bir de kimliğini kabullendirebilme çabasına giriyor. Üstelik farklı olanı merak ediyor insan doğası. Ben de, benden farklı olanı, boyalı kızıl saçlarıma, ojeli tırnaklarıma tezat oluşturacak birilerini, kara çarşaflıları merak ettim. Ve bu serüvene başlamış bulundum.
Bıçağın en keskin tarafı Evet yaptım, hatta çok iyi yaptım… Hiçbir şey imkansız değildir… Oysa “yapamazsın” demişlerdi. “Hiç sana göre değil…”demişlerdi. Çarşafı, Yenibosna’daki Medine Pazarı’ndan aldım. Sanırım içeriye böyle hoplaya zıplaya giren tek kız müşteri bendim. Daha içeri adımımı attığımda genzime saplanan bir buhur kokusuyla irkildim. Neler yoktu ki Medine pazarında; seccadeler, Kâbe’nin minyatürleri, dini hikayeler anlatan kitaplar, rengarenk türbanlar… Yani bir dindarın bulabileceği pek çok şey vardı Medine Pazarı’nda. Çoğunluğunu erkekler oluşturuyordu müşterilerin. Onlar da gayet mistik bir hava içerisinde; kimisi tespih istiyor, kimisi takke, kimisi Yasin, Kuran vs… Çember sakallı, cübbeli iş sahibi bizzat ilgilenecekti benimle. “Çarşaf istiyorum,” dedim ve ekledim; “Mümkünse en küçük ebatta…” Sanki mağazadan kot alırmış gibi, olağan bir şeymiş gibi göstermeliydim bu isteğimi. Dükkan sahibi yüzünde gizleyemediği alaycı bir ifade ve şaşkınlıkla, “Hayırdır?” diye sordu. Çarşaf giyen kadınlarla ilgili bir yazı yazmak istediğimi söyledim, alaycı bakışlardan rahatsız olarak. “Geçici olarak istiyorum, emanet bulursanız çok sevinirim,” dedim. O ise ciddi ciddi, “Belki giyince memnun kalır, hiç içinden çıkmazsınız, belli mi olur?” dedi. Övünerek, “Bizim hanımın iki tane var,” dedi. “Allah bilir gardrobunda o iki çarşaftan başka bir şey yoktur,” dedim içimden. O ise benimle oldukça ilgilenmişti, Telefonla arayıp eşinden çarşaflardan birini ödünç vermesini istedi. Eşi de üşenmeden dükkana kadar geldi. İşte o anda kıyametler kopacak sandım çünkü kadının bana karşı tepkisi korkunçtu. Onların deyimiyle ‘fitne fesat karıştırmayacağımdan’ emin değildi ve bunu yüzüme en iyi şekilde yansıttı. Öfkesini hiç çekinmeden yansıttı, beni Şam Şeytanına benzeterek… O gün eve elim boş döndüm ama ertesi gün kararlı bir şekilde çarşafı satın alacaktım. Hani bize yasak olan bir bahçeye kaçak girdiğimizde tattığımız tuhaf bir heyecan vardır ya… Olayın içine girmeden yaptığım bütün tahminler yanlış çıktı. Çarşafın içine girmeden önce bol ve rahat bir şey olduğunu düşünmüştüm, tek sorun sıcaklık gibi görünüyordu. O kadar da sıradan bir konu değildi doğrusu. Bana göre çarşaflı bir kadın: Mutlu mudur, mutsuz mudur, kimin umrundadır! Ama onu giyiyor ve yüzünü kapatabileceği kadar saklamayı başarıyor. Kimse onun altındaki güzelim canlının ne hissettiğini anlayamıyor. İşte böyle bir şeydi kara çarşaf… Belli bir donukluk ve güç gösterisi. Hani şairler kızların dağınık saçlarından, dudaklarındaki tebessümünden etkilenip satırlar karalarlar ya. Hüzünlerinden, güzelliklerinden, neşelerinden, kızaran yüzlerden, al al olan yanaklardan. Oysa çarşafa girmiş kadınlarda, kızlarda sanata ve sanatçılara verilecek malzeme görünürde yoktu. Zaten kimsenin ilgisini çekmemekti amaç, ilgi konusu olmak değil. Belki de alışık olmadığım için giymek göründüğü kadar kolay olmadı. Tersi yüzü, önü arkası, iğnesi kopçası, düğmesi derken resmen savaş verdim. Onu boğuşarak giydiğim gün, dışarı adımımı attığımda garip bir ürpertinin, tuhaf bir heyecanın ayak bileklerimden beni yakaladığını hissettim… Hoplaya zıplaya yürüyemeyecektim, koşamayacaktım, hareketlerim ağırlaşmıştı, çarşafın gerektirdiği bir ruh haline girmiş olmalıydım. Korku değildi hissettiklerim. Hani bize yasak olan bir bahçeye kaçak girdiğimizde tattığımız tuhaf bir heyecan vardır ya. Ben de kapkaranlık bir sığınağa kaçak girmiştim işte. Sanki her zaman evden bu şekilde çıkıyormuş gibi çıktım. Zaten ister korku ister heyecan, ne hissedersem hissedeyim hiç kimse bir şey anlayamayacaktı. Mahallemizin tanıdık esnafı hakkımda ne düşünebilirdi? Yoktum…Sanki hiç varolmamıştım! İlk önceleri kimselerin yüzüne bakamadım… Sanki insanlar benim kara çarşafa değil de cıvıl cıvıl bir dünyaya ait olduğumu anlayacaklar, birisi gelecek ve üstümden onu yırtarak çekecek, rengarenk saçlarımı ortalığa saçacak ve bu oyunu bozacakmış gibi hissediyordum. Ağır adımlara ve çarşaf eteklerinin ayaklarıma dolanmasına alışınca insanların gözlerine bakmaya cesaret ettim. Henüz Yenibosna taraflarındaydım, kimse bana bakmıyordu. Ne kadınlar, ne erkekler, ne çocuklar… Sanki ben hiç orada değildim. Yoktum. Hiç varolmamıştım, sanki aralarından geçmiyordum. Akşamları kimseden laf yemeden geçemediğim o yolu şimdi hiç varolmamışçasına geçiyordum. İçimi garip bir öfke kapladı. Ne yani, bu toplumun içinde rahatça yaşayabilmem için, taciz edilmemek ve sükunetle yürüyebilmek için çarşafa mı girmek gerekti! Erkeklere kızdım; kendi içlerinde yaptıkları küçük hesaplara ve ayrımcılıklarına, tesettürsüz kadınlara bakış açılarına. Belki onlar bu bakış açısına sahip olmasalardı ya da kendi içlerindeki fesatlıkları bize, biz kadınlara yansıtmasaydılar buna ihtiyaç olmayacaktı. Belki de baskı vardı; baba baskısı. Evlenip yuvadan ayrıldığında gelen koca baskısı. Yine erkekler mi yani sebebimiz? Hayır, o kadar da basit değil. Tek sebep bu olamaz! Ben de sınırları zorlayacaktım! İşte ben bu yüzden girmiştim o hiç anlam veremediğim karaçarşafın altına; getirilerini ve götürülerini, insanların bana bakış açılarını merak ettiğim için. Yollar değiştikçe gördüğüm yüz ifadeleri de değişti. İnsanların bana bakışı da değişti. Madem ki bir haftalığına başkasının yerine geçme fırsatım olmuştu, ben de sınırları zorlayacaktım. Yönümü Bakırköy’e çevirdim. Bir an için Hürriyet Meydanı’ndaki kalabalıkta, insanlar beni ezecek sandım, çünkü hareketlerimi kontrol edemiyordum. İster istemez yavaş yürüyordum, çamaşırcılarından iç çamaşırları aldım, hiç kimse yanıma yardımcı olmaya gelmedi. Sanırım nasıl bir şey alacağımı, alacağım çamaşırların rengini, şeklini, inciğini boncuğunu merak ediyorlardı.İşaretleşmeleri ve birbirlerine yaptıkları kaşgöz sonucunda meraklarını dindirdiler. Kasaya gittim. En sonunda birisi, “Fantezi reyonumuz da şurada,” diye yer gösterdi, gülümsemesini bastırmaya çalışarak. Herhangi bir bara gitsem neler yaşayabileceğimi düşündüm. En azından alkol tüketilen bir lokantada yemek yemeye karar verdim. İçeri girdiğimde bir anda tüm gözlerin bana çevrildiğini gördüm. Aşırı samimi görünen bir çiftin yanındaki masaya oturdum.Öfkeli bir şaşkınlıkla süzdüler beni. Öfkelerinin onlara çok yakın olmamdan ve yanımda rahat edememelerinden kaynaklandığına bağladım. Garson siparişi alacaktı. Yutkunarak ‘hoşgeldiniz’ dedi. Sıcak davranmak zorundaydı belki ama gözleri çok da sıcak bakmıyordu. ‘Balık lütfen’ dedim. Yan masadaki iki kupa biraya bakarak; ‘ içecek ne alırdınız?’ diye sorduğunda cevabım ‘su’ oldu. Tabii ki şaşırmadı. Cevabım bira, rakı, şarap vs. olsa şaşırırdı elbette. Yemek bittiğinde yandaki çiftin son bakışlarını görmezden gelerek kalktım masadan. Çünkü o bakışlarda gidiyor olmamdan kaynaklanan anlamsız bir rahatlama ve memnuniyet vardı. Bakırköy’de yapabileceğim pek çok şeyi yapmaya çalışıyordum ve ifadeler değişiyordu. Kimileri hiç yokmuşum gibi davranıyordu, kimileri yol veriyordu, “Geç bacım!” Saklamak istediklerini saklayabilirler ama yok edemezler! Fatih’te ise tamamen o toplumca kabul edilmiş bir bireydim. Tuhaf, sorgulayan bakışlar, iğneleyen gözler yoktu. Yokmuşum gibi de davranılmıyordu. Herkes herkesin farkındaydı sanki… Orası onlarındı ve fethettikleri bölgelerde bir bakıma kendi krallıklarını yaşatıyorlardı. Bölgelerdeki bakışların farklılıkları, hem de çarşafın içindeki ve dışındaki kadına bakışlardaki farklılıklar bunu açıkça gösteriyordu. İstisnalar ise kaideyi bozmuyordu. Fatih’te biraz daha geri planda kaldım diyebilirim. Çünkü rengarek türbanlarıyla, ağır makyajlarıyla genç kızlar, şekil şekil bağlanan örtüler ve çarşafın altına bile saklanamayan güzel alımlı kadınlar yürüyüşe çıkmışlardı, alışverişten dönüyorlardı, sohbetleri bitmişti, fiskosları tamamlanmıştı. Kadın vücudu o kadar garip bir şey ki, metrelerce çarşafın altında salınırken bile gayet sanatsal ve gözalıcı olabiliyor. İşte estetik böyle bir şey, saklamak istediklerini saklayabilirler ama yok edemezler. Yok edemedikleri için varlıklarını gizli tutmak, belki de daha gizemli kılmak… Düşünülmemesi gerekenin on misli daha çok düşünülmesine sebep olurlar. Eğer kadınsanız, türbanlı ya da açık, çarşaflı ya da başörtülü fark etmez. Hayat sizi bir noktada birleştirir hep. Bu ortak nokta erkekler değildir, erkeklere ait bir dünya da değildir. Erkekleri ilgilendiren bir konu da değildir. Kadınların birleştikleri ortak nokta kendi içlerindeki savaştır. Giyimleri, kuşamları, makyajları, takıları hep kendi aralarındaki rekabetten gelir. Türban takılır ama ışıl ışıl yanan bir makyaj yapılır. Çarşaf giyilir ama seçilen iç çamaşırları hep anormaldir. Başörtüsü takılır ama kollar dirseklere kadar altın bileziklerle şıngır şıngır doldur. İşte bu da kadın olmanın bir gerçeğidir. Fatih’de eve geri dönmek için beklediğim durakta yanımda otobüs bekleyen muhafazakar kadınların konuşmaları pekiştirdi bu fikrimi. Neşe içinde sohbet eden fıkır fıkır dört kadından biri yanındakilere ertesi günkü düğün için ne giyeceklerini soruyordu. O çarşafın, üzerimde kalıcı olmadığını kim tahmin edebilirdi? Hiç kimse… Ama asıl gerçeği yüzüme tokat gibi yapıştıran bölge Taksim oldu. Gittiğim hiçbir yer de böyle toplumdışı kalmamıştım. İçinde bulunan insanın görüşlerini bilmeden, bütün sebepleri sonuçları göz ardı ederek, beni kendi içlerindeki mahkemede yargılayıp astılar ve bana buruşturulup atılacak bir tomar kara mendilmişim gibi davrandılar. Uzun zamandır üzerinde düşündüğümüz çalışma için ajanstan arkadaşım Merve’den yardım istedim. Bana refakat edebilirse, yani bir bakıma gördüklerimi görürse ve yaşadıklarıma şahit olursa kendimi daha rahat hissedecektim. Taksim yolculuğunu onunla yapacaktım. Çarşafın karasına rağmen Merve’nin gelişi günümü daha da renklendirmişti aslında. Tenimin beyazlığının ve çarşafın siyahının zıtlığı bariz ortadaydı ve ben onun tabiriyle ‘Kara Melek’ oluyordum. Ama Taksim’de kimse bunun böyle olduğunu düşünmeyecekti. O çarşafın üzerimde kalıcı olmadığını kim tahmin edebilirdi? Hiç kimse… Sadece tek birine rastladım aynı gölgede saklanan. Çenesinin altına iliştirmişti. Anlaşılan benim ondan daha da muhafazakar bir duruşum vardı. Bana gülümseyişinde ‘ senin gördüklerini görüyorum, yaşadıklarını ben de yaşıyorum’ dercesine bir ifade vardı. Aynı sıcaklıkla gülümsedim. Sevgili refakatçim Merve ile oturacak bir mekan arıyorduk ki, bir grup genç bana “ninja kaplumbağası” diye laf sarkıttı. Başka bir zaman olsa durup tartışır, mutlaka bir olay çıkarırdım ama bu durumdayken, yani çarşafın içinde emanetken böyle bir tepki vermem gerçekten anlamsız olurdu. Nevizade’den geçerken gözlerim insanların üzerindeydi. Kim nasıl bakacak, ne kadar şaşıracak, ne kadar gülecek merak ediyordum. Birbirine gösterenler oldu. Bakışlar oraya şans eseri düştüğümü zanneden bakışlardı. Gittiğimiz kafede de en tenha bölüme geçtik. Garson kız siparişimi alırken “Madem insan içine çıkmaya korkuyorsun, ne diye İstiklal’in ortasındaki kafeye geliyosun,” der gibi baktı. Çarşafsız geldiğimde nasıl davranacaktı. Denemeye değerdi doğrusu. Dönüş yolunda bir yandan üzerimdeki gözlemleri çözmeye çalışırken, bir yandan da günün dedikodusunu yapıyorduk. Çalan telefonlara verdiğim cevaplar insanların ilgisini resmen üzerime çekmişti. Merve’nin yaptığı kaş göz işaretlerinden ağzımdan birkaç küfürün fırladığını çok geç fark etmiştim. Sıcaktı ve terledikçe çarşafı bana satan adamın söyledikleri aklıma geldi. ‘Cehenneme gitmeyi göze alamayan tertemiz kadınlar giyer bunu, oldukça rahattır’ demişti. O kadar emin konuşmuştu ki adamın çarşafı giyip giymediğini merak ettim. Nereden biliyordu ki çok rahat olduğunu! Adama çarşafın rahatlığı konusunda bir şey söyleyecektim: Sıcakta ölmeden cehennemi gördüğümü… Belki de kumaşından dolayıydı, emin değildim. Rastladıklarım; yüzüme bakılmasının, benle konuşulmasının cesaret meselesi olduğunu hissettirmişti Kadıköy’e giderken metrobüs durağında merdivenlerden çıkarken çarşafın ayağıma takılıp sıyrılmasının ve içinden yırtık kotumun, pembe tişörtümün ve birkaç saç tutamının görünmesinden başka ilginç bir şey yaşanmadı. Vapurda açık alanda otururken martılara simit atma planım çarşafımın rüzgardan balon gibi şişmesiyle ve kimi insanların bu duruma sırıtmasıyla son buldu. Kadıköy’de dergi satan kimi arkadaşlarım gözgöze gelmemize rağmen beni tanıyamadılar. Görmezden geldikleri çarşafın içinde kimin olduğunu bildiklerinde yüzlerinin alacağı ifadeyi düşününce kendimi tutamadım, güldüm. Üsküdar’a gitmek için minübüse bindiğimde henüz tek kadın bendim ve bu yüzden 15 dakika kadar yanım boş kaldı. En sonunda tipinden öğrenci olduğunu düşündüğüm bir çocuk sırtında gitarıyla uzun uzun süzdükten sonra yanıma oturdu. Özür dileyerek Zeynep Kamil Hastanesi’ne kaç durak kaldığını sordu. Garip bir cesaretle gözlerimin içine bakıyordu. Maalesef bilmediğimi söyledim. Çekinmeden bakmaya devam etti bu cesur çocuk. Tahminimce yaşımı çözmeye çalışıyordu. Neden cesur olduğunu düşündüğümü, anlayamadım ben de. Sanırım rastladıklarım…yüzüme bakılmasının, benle konuşulmasının cesaret meselesi olduğunu hissettirmişti. Yol bitti. İyigünler dileyerek resmen zıpladım minübüsten. Arkamdan baktığını gördüm. Bedenine atılan taşların, içinden geçip gittiği bir hayalet… Eminönü’nde akşam vakti evime dönmeye çalışırken durakta birisi laf attı.‘Gözlerini de saklayamazsın ya’ dedi ve bu cümle bana apaçık bir gerçeği gösterdi. Belki üzerinde düşünülerek söylenmiş bir laf değildi ama anlamlıydı. Evet gözlerimi saklayamamıştım. Eğer saklasaydım bütün bu yaşananları göremeyecektim. Bu işin sınırı yoktu. Önce baş sonra yüz sonra göz… Yetinilmiyordu, o nefisler doyurulmuyordu. Resmen gözlerimi de kapatmam gerektiği söylendi. İran’da kadınların iki kaşının ortasının tahrik unsuru olduğunun iddia edildiğini duymuştum da gülmüştüm. Peki bize ne kalacaktı. Bizden ne kalacaktı? Eğer izin versem kör sağır dilsiz bir üç maymun olacaktım toplumda. Bedenine atılan taşların, içinden geçip gittiği bir hayalet gibi sürüklenecektim insanlar arasında. Kimin beni bu konuma sokmaya hakkı var? Yoksa bu kötülüğü kendimize biz mi yapıyoruz? Gerçekten tartışılır. Aslında o hesaplı bakışlara sormak istediğim bir şey vardı: ‘Siz bana kim olmayı teklif ediyorsunuz? Ne olmamı istiyorsunuz?’ diye soracaktım. Belki de alacağım cevaplardan korkarak. ‘Gözlerini de saklayamazsın ya!’ Giydiğim çarşafın birkaç gün beni kadın olmaktan çıkardığını düşünmüştüm. Ta ki o cümleyi duyana kadar. Daha sonraları yüzlerce kez kulaklarımda çınlayacaktı o ses: “Gözlerini de saklayamazsın ya!” Durakta beklerken bana atılan lafı hiç unutmadım! Değil karaçarşaf giymek, üzerime katran da dökseler kadın kalacaktım. Fark edilmemenin, kendimi toplumdan bir bakıma soyutlamamın, bana nasıl bir duygu yaşattığını hippiler asla anlamayacaklardı. Emolar benden daha çekingen olamayacaklardı, çünkü gülümsediğimi bile kimse görmüyordu. Tikiler, bu tekdüzeleştikleri toplumda benden daha fazla dikkat çekemeyecektiler, ki yaptığım zaten fark edilmeyi önlemekken ilgi odağı olmamı sağlıyordu. Ben bunu, bana dışlayan ya da benimseyen bakışların hiçbirine anlatamadım. Bu süreçte yaşadıklarımdan, gördüklerimden çıkardığım sonuç; çarşafa girmek popülizme başkaldırıların en büyüğüydü ama toplumsallıktan, hatta birey olmaktan soyutlanmanın da en kolay yöntemiydi. Rastladığım gözler, açık ya da muhafazakar zihinler beni elbet unutmuşlardır ama ben onları henüz unutmadım. Bende bıraktıkları bütün izlenimler satır oldu, sözcük oldu, nokta-virgül oldu.
Yorumlaralkanaga
{ 19 Ekim 2014 09:34:55 }
Edep ve haya çarşafla örtülecek bir mesele değil.
Binnur
{ 12 Eylül 2014 23:01:41 }
Bumu güzel yazı? Yapmayın yıllardır çarşaflıyım ve bu hanımın anlattıklarının gerçekle ilgili yok asla kimse kimseye laf atmıyor kimse yok edici bakışlarla bakmıyor siz denediğinizde bakılmasının tek ise acemi korkak kendini bilmez tavırlarınızdır.Biz uzaktan bakanlar değiliz olayın içindeyiz her yönüyle.O çarşaf-ı şerifin içinde yaşadığınız gereksiz acziyeti bir kere bile yaşamadım her zaman kendimden son derece emin sandığınız ve umduğunuz gibi pasif duran ezilmeye müsait cahil insanlar olmadık olmayacağız size rağmen.Bir husus daha vardır ki siz bizi merak edersiniz çarşafı denedim olur adı, biz sizin şuan ki şeklinizden zamanında sıyrılırız da dönüş yapmak olur adı.Elhamdülillah.
Bizi merak etmeyin çok çok mutluyuz sizler öyle yaşayın bizler böyle ahirette bizim dediğimiz yanlış ise biz pişmanlık duyarız sizin dediğiniz yanlış ise siz pişmanlıkta olursunuz... ilahi hayat
{ 14 Eylül 2012 16:03:49 }
sn deniz
Kimin ne olup ne olmadığına ben karar vermem zaten herkes kendisini bilir veya bilmez. ben olması gerekeni söylerim doğru olandan asla taviz vermem. Evet sadece kapalı bi kadını değil bi kadını taciz eden adam iğrençtir ama onu tacize davet eden kadın da aynı onun gibidir hiçbir farkı yoktur çünkü öyle kadında tacizkardır erkeklere kendini görterdikçe hak yemiş oluyor edep, haya bunun neresinde! . Haktan bahsetmişsiniz ki kul hakkı en büyük hak. . . dışarda bütün dikkatleri üzerine toplamak için boyanıp sürünen, evde ise paspal paspal dolaşan, eşinden çok dışarıya giyinip süslenen davetkar kadın kul hakkına girmiyor da onunla aynı zihniyetteki adam onu taciz edince sadece hak yiyen karşı taraf mı oluyor? Yazık ki Kur'an ın ayetlerinden habersiz birsürü insan var şeytanın esiri olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar Rabbim hidayet nasip etsin öyle zihniyetlere diycek bişey yok beni de anlama özrü olan kişiler ilgilendirmez doğru olan bu... EN GÜZEL CEVABI KUR'AN VERİYOR: ''MÜMİN KADINLARA DA SÖYLE: GÖZLERİNİ(HARAMA BAKMAKTAN) KORUSUNLAR; NAMUS VE İFFETLERİNİ ESİRGESİNLER.GÖRÜNEN KISIMLARI MÜSTESNA OLMAK ÜZERE,ZİNETLERİNİ TEŞİR ETMESİNLER.BAŞ ÖRTÜLERİNİ, YAKALARININ ÜZERİNE KADAR ÖRTSÜNLER.KOCALARI, BABALARI, KOCALARININ BABALARI, KENDİ OĞULLARI, KOCALARININ OĞULLARI, ERKEK KARDEŞLERİ, ERKEK KARDEŞLERİNİN OĞULLARI, KIZ KARDEŞLERİNİN OĞULLARI, KENDİ KADINLARI(MÜMİN KADINLAR), ELLERİNİN ALTINDA BULUNAN(KÖLELERİ) ERKEKLERDEN,AİLENİN KADININA ŞEHVET DUYMAYAN HİZMETÇİ VB. TABİ KİMSELER, YAHUT HENÜZ KADINLARIN GİZLİ KADINLIK HUSUSİYETLERİNİN FARKINDA OLMAYAN ÇOCUKLARDAN BAŞKASINA ZİNETLERİNİ GÖSTERMESİNLER.GİZLEMEKTE OLDUKLARI ZİNETLERİ ANLAŞILSIN DİYE AYAKLARINI YERE VURMASINLAR(DİKKATLERİ ÜZERİNE ÇEKECEK TARZDA YÜRÜMESİNLER).EY MÜMİNLER! HEP BİRDEN ALLAH'A TEVBE EDİNİZ Kİ KURTULUŞA ERESİNİZ.''(NUR SURESİ-31.AYET) Anlayana en güzel cevabı Rabbim vermiş elhamdülillah. deniz
{ 12 Eylül 2012 12:29:37 }
cahide hanim
bence kimin masum kimin edepli kimin namuslu olduğuna, kimin neyi hakettiğine siz ve dindar geçinen erkeklerle kadınlar karar vermeyin, olur mu? siz yalnızca kendi edebinizle ilgilenin. onu kapatarak mı sağlıyacaksınız, öyle yapın. yazdıklarımı sağlıksız buldunuz değil mi? biliyor musunuz sizin bu çarşafla edep arasındaki ilişkinizi de ben sağlıksız buluyorum. kapalı bir kadını taciz eden bir erkeğin davranışını iğrenç buldunuz değil mi? hanımefendi, bir kadını taciz eden adam iğrençtir zaten. bunun kadının kapalı ya da açık oluşu ile hiç bir ilgisi yoktur. bu ilgiyi siz kendi kafanızda kuruyorsunuz. ki burada da ciddi bir düşünsel sağlıksızlık var. -hastalık demeye dilim varmadı!- edep giyinmekle olmuyor giyinmekle de korunmuyor. kötü gözle bakmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, tamah etmeyeceksin... gönül kırmayacaksın, hak yemeyeceksin! en önemlisi de o, ya da biz öyle öğrendik. HAK YEMEYECEKSİN. kendi nefsini bileceksin. nefsinin emrine girmeyeceksin. nefsine yenik düşünce de suçu başkalarına atmayacaksın. kadın için de bu erkek için de bu. her zaman oldugu gibi, kendiniz için ne istiyorsanız gönlünüze göre olsun diyorum. bizler de nefsini bilmeyenlerden ırak olalım yeter. ilahi hayat
{ 09 Eylül 2012 20:29:59 }
sn.deniz günal teşhis ettiğiniz şeyler hiç de normal şeyler değil çok düşünmüşsünüz sanırım bunlar için!..
Çarşafı aşağılayıcı! bi çalışma yapmaya çalışmışsınız ama buna ancak ne idüğü belirsiz kokuşmuş zihniyetler ve yaverleri katılabilir... Sözüm ona çağdaş! sistemler ve özgür basın, kadınların alabildiğine soyunmasını teşvik edip, bunu modern çağın bir gereği gibi dayatırken, erkeklerede bütün fıtri duygularından arınıp, kadınlara normal bi gözle bakmasını istiyor.İşyerinde mini etek giyip bacak bacak üstüne atarak akşama kadar karşısındaki erkeğe kendini gösteren kadına tahammül etmesini istiyor. Bu acımasız sistem, bir yandan bazı kadınları alabildiğine soyup kurtlar sofrasına yem yaparak taciz ederken, diğer taraftan da Allah'ın istediği gibi giyinen, kendini korumaya çalışan kadınları, kıyafetleri, örtüleri sebebiyle aşağılayarak taciz ediyor... Dini kurallara uygun giyinip, edepli davrandığı halde kadın tacize uğrayabilir ama masumluğundan zerre miktar birşey kaybetmez. Suçlu değildir. Bu tamamen karşı tarafın iğrençliğidir. Hiç bi kural gözetmeksizin özgürce! giyinen kadın tacize uğramışsa, buna kendi tacizkarlığı da bi sebeptir. (Cahide) deniz günal
{ 07 Eylül 2012 04:18:36 }
ilahi hayat, kadın olduğunuz izlenimini uyandırıyorsunuz belk ide değilsiniz. çarşafa girme düşüncenizi her koşulda destekliyorum.
bence de, sorun çarşaf değil zaten, yalnızca kadınların çarşafa girme zorunluluğu sorun. çünkü o pis bakışlar, pis düşünceler -bunların tam olarak ne olduğunu bilmemekle birlikte, sanırım cinsel arzuların uyanmasından söz ediyorsunuz- yalnızca kadınlara değil, erkeklerden erkeklere, kadınlardan kadınlara da yönelebilir. ve hatta, insandan her türlü canlıya, memeleri cinsel organları ortada olan, köpeklere, kedilere, ineklere, eşeklere, tavuklara da yönelebilir. güzel bir çiçek kokusu da bir insanda cinsel arzular uyandırabilir. doğrusu, çarşafın da cinsel arzu uyandırma konusunda bir işlevi olduğunu teşhis ettim. malum, kıvrım kıvrım. şahsi görüşüm, tüm insanların kara kutulara girmesidir ki bu durumda kimse kimseye pis düşüncelerle pis bakışlar atamaz. hayvanlara ne yapabliriz sizce? onları pis bakışlarımızdan kurtarmak için yok edebiliriz çünkü malum onları da çarşafa ya da kutuya almak mümkün olmaz. bir önerim daha var bu pis düşünceleri önleme konusunda. kadın isimlerinin de baştan çıkarıcı olduğunu teşhis ettim. diyorum ki kadınlara numara verilsin. numara arkasında kadın olduğu belli olmasın diye erkeklere de numara verilsin. meyve ve çiçekleri de koparır atarız hayatımızdan. güzel kokular da baştan çıkarıcı olur malum pis düşüncelere yol açar... çiçekler, meyveler ağaçlar gidince geriye güzel koku da kalmaz böylece. bir de ses konusu var. sesin de tatlısı acısı olduğunu teşhis ettim. fakat artık çağımızda bunu çok kolay halledebiliriz. konuşmaya gerek yok. herkes yazılı anlaşır. kusura bakmayın, o a s gibi bazı harfleri kullanmam gerekti, malum pis düşüncelere yol açabilecek harfler bunlar, ilerde inşallah rabbiniz isterse bu harfleri de atarız. size, rabbinizin kendiniz için istediğiniz herşeyi gani gani vermesini diliyorum. geriye kalanları da, kendi nefislerinin sorumluluğunu alamayacak denli zavallı birer hayvana dönüşmüş insanların pis düşüncelerini gerçekleştirecekleri pis eylemlerinden korusun, yeter! ilahi hayat
{ 04 Eylül 2012 17:52:25 }
Yazıyı okurken kendimi gülmekten alıkoyamadım, cehaletiniz üzdü beni doğrusu...KADIN BİR HAZİNEDİR VE HAZİNELER EN İYİ ŞEKİLDE KORUNMALI.Çarşaf kadını hayattan soyutlayan ve yok eden bir unsur değil aksine ona özgürlük veren vücudu ile değil kişiliği ile ön planda olmayı sağlayan bi unsurdur.Ne güzel de fark etmişsiniz çarşaflı kadınlar cadde de sokakta ve her yerde daha özgür daha kıymetli pis bakışlara, pis düşüncelere maruz kalmadan başı dik ve gururlu bi şekilde yürüyorlar Elhamdülillah.Ne istiyorsunuz yani sürekli ve sürekli farkındalık mı! ve bu farkındalığı vücudunuzu sergileyerek yapmak hoşunuza mı gidiyor!neden kişiliğiniz ile farkında olmayı denemiyorsunuz, farkındalık açılıp saçılmakla mı oluyor! ve gerçekten farkında mısınız bazı şeylerin: mesela değerli bir varlık olduğunuz için gizlenmeniz,sakınmanız,açılıp saçılmamanız, gizli, gizemli olmanız gerektiğinin farkında mısınız! Çarşaf giyinmeyi düşünen biri olarak yazınızdan sonra bunu daha fazla istedim ve cesaretlendim. Rabb'im size ve sizin gibi yobaz düşüncelere hidayet versin...
Mustafa ÖZER
{ 13 Temmuz 2011 19:44:36 }
Acizane kendi görüşüme göre, yetersiz yapılan bir çalışmayla ortaya atılan kocaman ama ruhu olmayan fikirler...
Yapılan çalışma taklitten ibarettir ve sanırım bir kısım insanımızın saygıyla , biraz da kendilerince kutsallaştırılarak giydikleri setre ile ve bu insanlara saygısızlık çerçevesinde alay edilerek yapılan bir çalışma olmuş. Bir insan başka bir insanı giyimiyle yada davranışlarıyla rahatlıkla taklit edebilir.Ama yapılan bu çalışmadaki gibi sadece taklitten ibarettir ve ciddi fikirler üretmeye yada ciddi sonuçlar alınmaya imkan vermez.Neden? Gerçek olan varlığın aslıdır.Her şeyi taklit edebilir belki ama o setreyi severek giyen biri gibi düşünemez, samimiyet gösteremez.Ona insanın ruhuna bürünemez. Çalışmanın çıkış amacı başlangıçta yararlı ve güzel görünse de, çalışmanın amacına uzak kalmış, insanlarla ve yaşayışlarıyla hiçbir empati kurulamamıştır. Not: Naçizane görüşümdür. Her şeyden önce insana ve değerlerine olan saygıyı hiçbir zaman esirgemeyelim.Lütfen. deniz günal
{ 17 Haziran 2011 23:27:53 }
sevgili hatice
bunu ben de yapmak istemistim gecen yil turkiye'de iken. karacarsaf bulmanin sorun olmayacagi belli olmustu ama zaman kalmamisti... senin deneyimini buyuk bir merakla ve hayranlikla okudum. yansiz kalman, carsafin hem icinden hem disindan yazarken bir de empati kurabilen bir genc kadin bir aydin kadin bir insan kadin Hatice Deniz olarak yazabilmene ustelik de bunu hala bir mizah duygusu ile yapabilmene hayranlik duydum. EDEP`i giyilebilir bir karacarsaf sanan onu da kadinin kafasina gecirip, gemiz aziya almis erkek nefsinin en basit yasanmasi olan, soyle bir sikica ceksen elinde kalacak olan bir kucuk et parcasina, her biri birer mucize olan insan yasamlarini adayan, maymunsu canlilarla dolu bir dunyada yasasak da, guzeli gormeye, guzeli yazmaya, gercek edep'i bilmeye yazgiliyiz. -ne uzun bir cumle yazmisim yahu! - bu dunyada da sonraki deneyimlerde de cehennemi onlara birakiyoruz. biz cennetimizi kendimiz kendimizde kendimizle kuruyoruz. sevgili hatice, gozlerinden merak, muziplik, tatlilik, IŞIK eksik olmasin. sevgilerimle... Muhammed Said
{ 14 Haziran 2011 06:58:31 }
Çarşaf giymek Allahın bir emridir. Eğer çarşafı kadının haya ve edep perdesi olarak görmeyenler çarşafın önemini idrak edemezler. Ruhundan ar ve utanma duyguları çalınmış olanlar; çarşafı görünce dahi tiksinirler, haliyle çarşafı giydiklerinde dahi çarşafa olan hoşnutsuzluklarını ifade ederler. Bu kişiler kendilerini eşlerinden başka erkeklere göstermekten rahatsızlık duymazlar çünkü dedikya rahatsızlık duyacakları ar ve haya kaçmıştır bir defa ruhundan...
Diğer Sayfalar: 1. 2. 3. Çarşaf konusunda yapmış olduğunuz hakaretvari ithamlardan mesul olduğunuzu da hatırlatırım!!! Sizin de ifade ettiğiniz gibi Çarşaf cehennemden kurtulmak isteyen temiz kadınların giydiği bir setredir...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|