|
Engin Ol GönülKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 29 Kasım 2008 03:40:37 12 Eylül faşizminin kurbanlarından İlhan Erdost'u nasıl unuturum. Hasan Hüseyin ve İlhan'la, ben Berlin'e gelemeden, Kızılay'da bir pastanede oturmuştuk ve benim yüreğime gurbetin sızısı çökmemişti daha. Can havliyle çıkmak istiyordum ülkemden. Sol ve Onur Yayınlarında çalışırken de birkaç fotoğraf kaldı İlhan'dan.
Berlin Günceleri 3 - 9 Kasım 3 Kasım, Pazartesi Rahime’yle yürüyüşten dönerken alışveriş yapıyoruz. Pırasa da aldık. İlhan Berk’in çok sevdiğim kitapları içinde biri var ki, kitapların şahıdır o benim için: Şifalı Otlar Kitabı (YKY, 2004). Pazara gitmeden pazar keyfi yaşatır insana. Onun için elimden düşmez ya! Evi saran kereviz kokusu için de Şifalı Otlar Kitabı’nı açıyorum. Hemen bilge İlhan Berk’e kulak veriyorum bir kez daha: “Kereviz üstüne ne yazılsa azdır. O kokulu bitkiler ailesinden, maydanozgillerdendir. Kökleri ve yaprakları sebze olarak kullanılır. Şifalı otlar kitaplarındaysa o sanki adamotu gibi bir şehvet otudur. Özellikle Fransızlar kereviz çorbasını bunun için önerirler.” Yazısının başındaki şu Fransız atasözü’nü de sevmemek ne mümkün! “Eğer kadın, kerevizin erkeğe sağladığı yararları bilse, Paris’ten Roma’ya kadar onu aramaya giderdi.” “kereviz” İlhan Berk’in “baş yemeklerindendir” benim de. 4 Kasım, Salı Dünkü pırasa yemeğini bugün yedim. Rahime, pırasayı kereviz, havuç, patatesle dost kılmış. Yanına nohudu ve Rahime’nin yaptığı küçük köfteleri de almış. Hem sebzeli, hem etli bir yemek çıkmış ki ortaya, yedikçe damaktaki tadı artıp duruyor. “Onun (havucun) rengi kimde vardır?” diye soruyor, İlhan Berk? “Ne sarı, ne kırmızıdır. Salt kendine özgüdür, ancak adı, bir o tamamlar onu. Havuç rengi!” 5 Kasım, Çarşamba “Şair Ressamlar / Ressam Şairler” üstüne düşünüp duruyorum ya, Hulki Aktunç’un Kitap-lık’ın Kasım sayısındaki dört dörtlük yazısında şu değinmeleri okuyunca, ondan farklı bir şey düşünmediğimi anladım: “Niçin resim de yapar bir şair (bir edip)? –Bir duygusunu, duyarlığını, düşüncesini resimden başka bir yolla anlatamamıştır da ondan. –Onları resimle desteklemek istemiştir de ondan. Resim, huyunda (temparement) vardır da ondan. –Kendisini de sizi de şaşırtmak istemiştir de ondan. –Canı çekmiş denemek istemiştir de ondan. –Söz ile saptayamayacağı bir izlenimini resimle not etmek zorunda kalmıştır da ondan. –Şiirini resme yansıtsa ne olurdu? sorusunu gene şairin kendisi yansıtmalı, diye düşünmektedir de ondan. –Çizgilerle renklerle ‘oynamayı’ çocukluğundan beri seviyordur da ondan. (yazmayı öğrenmeden çizmeyi boyamayı öğrenmez miyiz?).” Nâzım Hikmet, “Resim yapmazsam hasta oluyorum” diyormuş. 6 Kasım, Perşembe Hulki’nin yazısının sonundaki şu sorularla boğuştum bütün gün. Bu demirleblebi sorulara kolay mı yanıt bulması? “Hep resim yapsaydı nereye ulaşırdı Tevfik Fikret? Metin Eloğlu şiirde mi güçlüydü, resimde mi? “(Resimleriyle şiirleri birbirini ne denli içerir, ne denli fişekler? Nice ve nite?)” Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan... neden resim yapmadılar acaba? Cemal Süreya, desenlerini sürdürseydi Lorca’ya mı benzerdi çizgileri? Soru sorarken, yanıt yerine değil ama başka soruları tetikleyen cevapsız sorular geliyor dilimin ucuna. İlhan Berk, “kereviz”i bir de, ilk önce, Kül (1978) kitabında selâmlamış. “Bir Hellen Halk Türkü”sünden şu alıntıyla söze başlamış şair: “Nerede benim güllerim, sarmaşıklarım, güzel kerevizlerim?”, “İşte güllerin, sarmaşıkların, güzel kerevizlerin.” Sonra da “kereviz” üzerine nefis bir düzyazışiir kondurmuş. “Bir kerevizim ben. Doğma büyüme Silivrikapılı, doğma büyüme bir surlu. Bir cumartesi geldim dünyaya, bir cumartesi yıllar, sokaklar, çarşılar, bir cumartesi elden ele dünyada.” 7 Kasım, Cuma 12 Eylül faşizminin kurbanlarından İlhan Erdost’u nasıl unuturum. Hasan Hüseyin ve İlhan’la, ben Berlin’e gelemeden, Kızılay’da bir pastanede oturmuştuk ve benim yüreğime gurbetin sızısı çökmemişti daha. Can havliyle çıkmak istiyordum ülkemden. Sol ve Onur Yayınlarında çalışırken de birkaç fotoğraf kaldı İlhan’dan. O öldürüleli 28 yıl oldu, ben de gurbete çıkalı, Berlin’de yaşayalı. Evrensel gazetesi de unutmamış onu: “İlhan Erdost’un 12 Eylül faşist cuntası döneminde ‘yukarıda gelen emir’ ile MamakCezaevi’nde gözaltında dövülerek öldürülüşünün 28’nci yılı. 28 yıl geçmiş aradan ama gözaltında, cezaevinde, işkencede, sokak ortasında ölümler bugün de sürüyor, sanki 12 Eylül dönemi gibi...” diye yazmış gazete. İlhan’ın karısı Gül, kızları Alaz ve Türküler en çok “Engin Ol Gönül” türküsünü severlermiş. 8 Kasım, Cumartesi “Dergilerde Günlükler”de benim Varlık’taki günlüklerime de değinmiş çok kısa, Mustafa Şerif Onaran, Günlüklerime tarih koymamı, yalnızca haftanın gününü yazmamı eleştirmiş. “Gültekin Emre’nin ‘Günü Gününe Şiir Günlüğü’nde belirgin bir tarihi olmayan günler vardır.” Evet, öyledir. Çünkü, geçmişteki günlerin üstünden zaman geçince hangi gün olduğu önemini yitiriyor. Haftanın günü yetiyor bence edebi günlüklerin çerçevesini çizmeye. Belirsizlik süre sonra kendini zaten duyumsatacak nasıl olsa. “Tarihi belli olmayan bir ‘Salı’ günü Cahit Külebi’nin 1968’de Varlık Yayınları’ndan çıkan Şiirleri’ni buluyor. Oradaki ‘Şiir Yöntemim’ şiiri üzerine açıklamalara girişiyor. Bu yorumu bilinmeyen bir “Cuma” günü yapsaydı ne değişirdi?” Ne değişecekti ki? Tarihi belli bir günde yazılsaydı o yorum, ne değişecekti? 9 Kasım, Pazar Güneş Tutulması 1999. Lâle Müldür, 1999 depremini şiirleştirmiş. Depremi yıllarca yüreğinde, beyninde, korkularında, yaşamında, anılarında... taşımış. “ağustosböcekleri / ötmeyi bırakınca / deprem olacak diyorlar” (s. 67). Sonra deprem oluyor. Ağustosböcekleri depremi haber veriyor mu bilmiyorum ama şu dizeler bir felaketi imliyor: “deprem bölgesinde saatler / tam da o an / depremin olduğu an / durup kalmış / günahların durduğu / ve Tanrı’nın konuştuğu / bir an olmalı bu” (s 80)
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|