|
|
NİYETKategori: Dünya | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 09 Kasım 2008 00:25:01 "Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir". Kimilerinin bir İrlanda atasözü olduğunu iddia ettiği bu söz Karl Marx dahil birçok kişiye mal edilmiştir. İyi niyetin cehennemlik, kötü birşey olduğunu mu savlıyor bu söz, yoksa iyi niyetli olmanın yetersizliğini mi? İyi niyet cehenneme götürüyorsa kötü niyet cennete mi götürüyor acaba diye sorası geliyor insanın.
Oruç tutan kişinin “oruçluyum” yerine “niyetliyim” demesinin anlamı ne? Niyet edilen şey, yapılandan daha mı önemli? Bunlar nereden mi aklıma geldi? Gerzek Bush oğlu Bush’tan sonra genç bir karaderilinin ABD başkanlık seçimlerini kazanması bir yandan, öte yandan da AKP’nin kapatılma davasında Anayasa Mahkemesinin yaptığı incelemelerden... 47 yaşındaki ve devlet yönetiminde deneyimsiz bir senatör olan Obama’nın seçim kampanyası sırasında söylediklerini dinleyince alkış tutmamak elde değildi. Gerzek Bush’un ayan beyan ortalıkta olan ve aptallığı yüzünden gizlemeyi beceremediği kötü niyetinden sonra Obama’nın konuşmalarında sergilediği iyi niyeti çoğu kişiye ferahlık verdi. Seçimleri kazanması dünyanın dört bucağında kutlandı. Obama’nın iyi niyetli olduğundan kimsenin pek kuşkusu yok ama acaba iyi niyet yetecek mi, yoksa Obama cehennemlik mi? Zenci Obama’nın zaferi ile Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye zencileri” denen ezilmişlerin, ekonomik güç sahibi olmayanların temsilcisi görünümünde seçimleri kazanması arasında benzerlikler kuranlar oldu. Kasımpaşalı ve Kasımpaşalı ağzıyla konuşan Erdoğan ile Amerikanın en saygın üniversitelerinden mezun ve hitabetine karşıtlarının bile hayran olduğu Obama arasında gerçekten –en azından niyet açısından- benzerlik var mı dersiniz? Kimilerine bakarsanız Erdoğan’ın “asıl” niyeti Türkiye’yi şeriatla yönetilen bir “İslâm Devleti”ne dönüştürmek. Obama’nın niyeti ise kendi söylediği kadarıyla –Bush âfetinden sonra- ABD’yi yeniden dünyada sayılan, sevilen bir ülke haline getirmek. ABD’nin bu konuma gelebilmesi için dünya jandarmalığından vazgeçmesi, ABD’nin üstünlük sanrılarını bir yana bırakması gerekecek. ABD silâh sanayii ve petrol şirketleri Obama’nın bunu yapmasına ne ölçüde izin verecekler, göreceğiz. Ne demiş Ziya Paşa üstadımız: Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz, Görünür şahsın rütbe-i aklı eserinde. Bildiğiniz gibi Türkiye’de Anayasa Mahkemesi kıl payı farkla AKP’nin kapatılmaması kararı verdi. Kapatılma gerekçesi olarak öne sürülen şeyler çeşitli dönemlerde AKP yöneticilerinin söylediği laiklik karşıtı sözlerdi. Öte yandan Mahkeme AKP’nin icraatına bakarak şunları göz önüne aldığını belirtti: “AB'ye giriş çabalarının sürdürülmesi ve adaylık statüsü elde edilmesi. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için pozitif ayrımcılığın anayasaya girmesi. İdam cezasının savaş hali dışında Anayasa'dan çıkarılması. Uluslararası sözleşmelere öncelik. AİHM kararıyla yeniden yargılanma hakkı tanınması. BM medeni ve siyasal haklar sözleşmesi başta olmak üzere birçok uluslararası insan hakları belgesi imzalanması. Türban iptalinden sonra iktidar gücünün kullanılarak, şiddet eylemlerine teşvik edilmemesi. Demokratik laik düzeni ortadan kaldırmak için şiddet kullanılmaması. Hazine yardımını kesmeyle sonuçlanan eylemlerin hiçbirinde şiddet çağrısı olmaması. Çıkarılan yasaların Anayasa Mahkemesi tarafından temel demokratik esaslara aykırlıktan iptal edilmemesi. Tüzük ve programında laikliğe aykırı sistem arayışının saptanamaması. 22 Temmuz seçimlerinde AKP'ye halkın onay verdiğinin görülmesi”. Yâni bir yanda niyet, öte yanda icraat. Bush yönetimi Irak’a saldırı için bahane arayıp kitle imha silâhları yalanını pazarladığında “ne yâni Saddam’ın bu silâhları geliştirip bize saldırmasını mı bekleyelim” demişti. Yâni Saddam’ın niyeti bozuktu dediler. Didik didik arayıp ta bu silâhlara rastlanmayınca da “tamam, bu silâhlar yokmuş ama Saddam’ın bu silâhları geliştirmeye niyeti vardı” diye savunmaya geçtiler. Şimdi de İran’ın niyetinin kötü olduğu öne sürülüyor. Daha önce de 1981’de İsrail uçakları Irak’ın Osirak nükleer reaktörüne saldırıp işlemez hale getirdiğinde “biz biliriz bu Saddam’ı, namussuz herif, niyeti burada nükleer silâh üretip bize saldırmaktı” dediler. “Pre-emptive strike”, yâni önleyici darbe terimi o günden beri güncellik kazandı. Şimdi siz bugün kalkıp polise gitseniz ve komşunuz Mehmet’in sizi öldürmeye niyeti olduğunu söyleyip Mehmet’in içeri tıkılmasını isteseniz karakol gülmekten kırılan polis popolarıyla dolup taşar. Çünkü ortada bir eylem, bir icraat yoksa suç ta yoktur. Eğer niyet suç kabul edilirse buna düşünce suçu denir ve demokratik bir düzende bunun yeri yoktur. Peki, bir an için aksini düşünelim. Ya haklıysanız ve Mehmet’in gerçekten sizi öldürmeye niyeti varsa ve polis te size karakolda kapıyı göstermişse ne olacak? Mehmet sizi öldürecek, ondan sonra yargılanacak ve bilmem kaç yıl hapis yatacak, siz de öldüğünüzle kalacaksınız. Saddam nükleer silâh geliştirip İsrail’e atar, İsrail’i yok ederse ne olacak, ya da Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi bir gün küttedenek şeriat ilân ederse ne halt edeceğiz? Bunlar, yanıtlarını bildiğimi iddia edemeyeceğim önemli sorular. Kişilerin ya da ülkelerin gerçek niyetini kesinlikle bilmemize olanak var mı? Kendimizce adını koyduğumuz niyete dayanarak tepki göstermek ne derece doğru, tepki göstermemek ne ölçüde tehlikeli? Kötü birşeylerin olmasını önlemek için niyete bakacaksak bunun sonu nereye varır? Niyetinin ne olduğunu daha “bilimsel olarak” anlamak için bu sefer de o kişinin genlerinde ne eğilimler olduğuna bakmaya gitmez mi bu yol? İnsanların genlerine bakıp “bu cinayet işlemeye eğilimli”, “bu tecavüzcü olmaya eğilimli”, “bunda hırsız geni var” diyerek insanları, yapma niyeti olduğuna inandığımız, ama yapmadıkları şeyler yüzünden cezalandırmaya girişmez miyiz? Bunların yanıtını bilen beri gelsin.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|