|
Öteki DefterlerKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 06 Ekim 2008 22:34:03 "Soğuk. Soba sönmüş." Diyor Nâzım. "Dar, uzun" battaniyesinin " altında yapayalnız"dır. Halbuki biliriz ki o "en iyi" yazılarını "sokakta kalabalığın arasında dolaşarak" yazmıştır.
Berlin Günceleri 15 – 21 Eylül 15 Eylül, Pazartesi Nâzım Hikmet’in yarım kalan çalışmaları Öteki Defterler (YKY) çok ilginç. “938’de İstanbul’da hapiste yazdığı yarım kalmış roman ve anlatı parçalarıyla dolu defterler ilk kez gün ışığına çıkıyor.” Beş bölümü yazılan “Orası” romanı hapishaneyi gözler önüne seriyor. “Zeytin ve Üzüm Adası” İmroz’da geçiyor. “1930’lu yılların Yüksekkaldırım ve Tünel çevresindeki renkli dünyayı, Mübadele’nin bıraktığı izleri bütün güncelliğiyle yansıtan ‘Bayram’” Sonra “Nâzım’ın hapishanedeki düşlerini güçlü imgelerle, bir mektup sıcaklığıyla anlattığı, ‘Piraye’” “Soğuk. Soba sönmüş.” Diyor Nâzım. “Dar, uzun” battaniyesinin “altında yapayalnız”dır. Halbuki biliriz ki o “en iyi” yazılarını “sokakta kalabalığın arasında dolaşarak” yazmıştır. “evde” okuduklarını “anlamak için çocuklarının gürültüsüne” muhtaçtır. “insanların arasından” ayrıldığı “vakit karaya vurmuş hazin bir palamuda” döner. Etkileyici, güçlü anlatılar gün ışığına çıkanlar. 16 Eylül, Salı Önümde iki kitap duruyor: Biri Max Frisch’in Günlükler’inin devamı, 1966-1971 yılları. Öykü taslaklarını, yolculuk izlenimlerini, Vietnam, İsrail Savaşı üstüne yorumlarını, Yunanistan’daki askeri cuntaya ilişkin düşünceleri, Fransa’daki 1 Mayıs ve 68 hareketinin başlaması, dönemin siyasal olayları... bir öykü tadında, yok yok roman tadında. Orasından burasından okudukça günlükleri, elimden bırakasım gelmiyor. Ceviz Ağacına Kar Yağdı ise, Selçuk Baran’ın bütün öykülerinin başlığı. Haziran, Anaların Hakkı, Kış Yolculuğu, Tortu, Yelkovan Yokuşu, Arjantin Tangoları ve Porselen Bebek... tümüyle bana bir okuma şöleni için bir araya getirilmiş sanki. Okuyacak kitabım yok diye niye sızlanayım ki! Madem hava puslu, soğuk, yağmurlu, madem Ayvalık çok uzakta kaldı, o halde okumak için gerekli koşullar hazır demektir. 17 Eylül, Çarşamba Yitik Kent Ankara’ya nispet yapar gibi Kadın Öykülerinde Ankara, kitabı (Sel Yayınları) çıkagelmez mi? Ankara’ya ilişkin her şey hâlâ beni yakından ilgilendiriyor. Ankara’daki siyasetten ne kadar soğusam da haber bültenlerini kaçırmamaya çalışıyorum. Kente ilişkin yayımlanan, ulaşabildiğim her şeyi edinme çabam ise hız kesmeden sürüyor. Dönme düşlerim dumura uğradı ama Ankara’yı hâlâ çok seviyorum yeğenim ve onun oğlu Can olduğu için, arkadaşlarım, tanıdıklarım, dostlarım olduğu için...22 Kadın yazarın kaleminden, Ankara. Evet, kitap sıkıntım yok. 18 Eylül, Perşembe Geçen hafta açılan Bubi (asıl adı nedir bilmiyorum) sergisine ancak bugün gidebildim. Birbiri içine geçmiş ipler, kayışlar, kumaşlar... sepet örer gibi. Ya da bir pencere oluşturmuşlar sanki hiçbir yere açılmayan. Atık malzemelerden dünyaya farklı, eleştirel bir bakış gibi geldi bana Artist Galerinin duvarlarını boydan boya kaplayan düzenlemeler. Kullanıp tükettiğimiz sandığımız pek çok malzemeyi Bubi yeniden dolaşıma sokuyor ve onların kalıcı olmalarını sağlıyor. Simsiyah bir zemin üzerinde iç içe geçmiş halatlar, birbirini bırakmak istemezmiş gibi sımsıkı tutunmuşlar. Dünyayı, yaşadıklarımızı, kullandıklarımız başka gözlerle görmeye alışmak gerekiyor. 19 Eylül, Cuma Evi ayva marmeladının hoş kokusu sardı. Bugün ceviz bulamadık, dallara sımsıkı tutunmuşlar, düşmemekte inat ediyor sanki cevizler. Topladığımız ayvaların bir kısmı marmelat oldu. Bir kısmı da reçel olacak, yarın. Sözcükler dergisinin yeni sayısında Alova’nın ikiliklerinde pek çok unutulmaz dize var: “Ne zaman kayan bir yıldız olur / Kadınların ayakları?” (Sfenks’in Seksen Sorusu) Gel de bu soruyu yanıtla! Bir de şu soru var ki, tam can alıcı: “Hangi saat tutar / Yorgunluğun günlüğünü?” Dergide Metin Fındıkçı’nın çevirdiği Arap şairlerin şiirlerinden beslenen şiirinde de unutulmaz dizeler var: “Fırat ve Dicle meselesini anlatan kilimlerimizi serdik / kurutulmuş kırmızı biberleri astık tavana / ve çocukların büyüyen gözlerini verdik ovaya” (Gülün Koynuna Düşen). Mehmet Arif B.’nin şiiri gençlere yönelik, bilgelik akıyor: “Bense, okuyorum genç şairleri / gümbürdüyor içimdeki yaşlı volkan; / ‘yaz’ diyor kafam / sindirdiğin yaşın / bir bir meselini. / Aşkın, aklın zor şiirinde, / sözcükler: Kurgu taşın. / Demirleblebi her dize / ter döktüren bin bir imge / sindirilmeden duyumsanmaz. / Yılları süzen zaman eleği / yazdıracak korkma kalemine / yüreğindeki sancıyı”(Tutmuş Aşı). Şiirin oluşumuna giden yolu da imliyor şair burada. Her şey, ama her şey “yaz, diyor. Şiir, / yaz!” Her şey şiire girebilir, ama her şeyin şiire girmesi şiiri şiir yapar mı, orası şairin ustalığına kalmış bir şeydir. 20 Eylül, Cumartesi Sıkıntı bir sarmaşık gibi her yanımı sardı. Yüreğim daralıyor. Kulak çınlamam da bomba gibi, ha patladı ha patlayacak. İçimdeki bu sıkıntı alevini nasıl söndüreceğimi bilemiyorum. Ne okumam okuma, ne de yazmam yazma! Oysa penceremin kenarına dizdiğim kitaplarım okunacakları günü bekliyorlar. Bugün, böyle; benden okumaya paydos! Ya yazma? Yazmadan duramayanlardan biri de benim. Neden yazdığımı ise açıklamamın olanağı yok. İçimde sürekli yazmamı isteyen bir kurt var sanki. Beni yönlendiren, yazma hevesimi hep diri tutan. Ama, bugün kolum kanadım kırık! Elime kalem alacak gücüm yok. Canım çekiliyor gibi. Ne yapsam nafile! Yazma ve okuma benden izin istiyorlar benden uzaklaşmak için. Okumadan da yaşanırmışı hiç düşünmek bile istemiyorum. Benim öyle bir yaşamım yok zaten. İçimdeki sıkıntı bana mısın demiyor! Oysa, Frankfurt’ta yapacağım konuşmamı elden geçirmem gerekiyor. Bir an önce de yollasam iyi olacak çevrilmesi için. Gelecek yıl 70 yaşına basacak olan Metin Demirtaş’la ilgili hazırlan bir kitap için istenen yazıyı da başlamalıyım. Hürriyet Gösteri dergisinin yeni yazısını da planlamam gerekiyor. Daha sayayım mı? Bugün bende iş yok! Hava mı beni bu hale getirdi acaba? Orhan Veli’yi baştan çıkaran, işe gitmesine engel olan güzel havalardır. Benim içimi karartan ise puslu, yağmurlu, soğuk Berlin havası mı yoksa? 21 Eylül, Pazar Nâzım Hikmet’in Öteki Defterler’ini bitirdim. Dünkü sıkıntıdan hiçbir iz kalmadığı için bitti bu yarım kitap. Yarım, çünkü Nâzım buradaki beş metni sonuna kadar sürdürememiş. Ama bu metinler onun nasıl ve en yaman bir anlatımcı olduğunu anlatmaya yetiyor. Hapishaneden portreler, Memleketimden İnsan Manzaraları’nın mutfağını oluşturduğu kesin. Büyük şairimizin gözlem gücüne hayran olmamak elde mi? Bugün başka bir kitabı elime nasıl alırım artık!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|