|
Gül Kurusu Bir YangınKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 15 Eylül 2008 13:06:19 Sokaktaki tek masasında rakı içiyor 83 yaşındaki Arif Damar. Son şiirinin başlığı "Yaş 83". "83 / Yolun neresi eder" diye soruyor Cahit Sıtkı'ya Dağlarca'yı ve İlhan Berk'i de yanına alıp. Ada'nın sokaklarında farklı bir gece hayatı geziniyor fasıllara, şarkılara, şiirlere takıla takıla.
Berlin Günceleri 18 – 24 Ağustos 18 Ağustos, Pazartesi Metin Fındıkçı’nın bugü nkü Cumhuriyet’te yer alan yazısından öğreniyorum geçenlerde kaybettiğimiz Filistinli şair Mahmud Derviş ölmeden önce bir dostuna şunları söylediğini: “Biliyor musun, buraya gelirken hiç kimseye veda etmek istemedim. Son bir defa ölümle yüzleşmek istedim. Gereksiz ve acil bir karar verdiğimi söylüyorsun, ama ben buraya ölümü yenmeye geldim; ölü bir kalple yaşamaktansa, yaşarken ölümün üstüne gitmek, ölümü yaşamak daha iyi.” “ölümün üstüne gitmek”. Bunun üstüne düşünmeye değer. Ondan dilimize ne çevrilmişse hepsini edindim, okudum. Ölümsüzlük meyvesi değil ama yazın vazgeçilmezlerinden, incir, benim de. Cumhuriyet’in arka sayfasındaki haberde bu çok sevdiğim meyve için şu övgüler düzülmüş: Başka meyvelerle karşılaştırıldığında “kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt” açısından çok zenginmiş. Ayrıca İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolestrol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar” sağlıyormuş. Birçok kuru meyveden daha fazla protein içeriyormuş. Kimi asitler nedeniyle de doğal sakinleştirici özelliği varmış. Kolay sindirilebiliyormuş bu benim bayıldığım, yemeye doyamadığım incir. Yarın yine incir toplamaya gitmeli. Sonunda gördüm seni; kili kendine kan kardeş kılışını ne güzel anlatıp durdun. 19 Ağustos, Salı Kahvaltıdan önceki görevimi (Rahime gelmedi) yine sürdürdüm, yüzdüm. Yine poyraz çıktı ve denizin yüzü asıldı birden. Bu değişken havalar gündemde kalmayı sürdürüyor tatilciler arasında. Ender Beyin, bizim için hazırladığı hünnabı diktik kahvaltıdan sonra. Meyvesini hiç yemediğim, ağaç olarak sevdiğim bu meyve de bizimle yaşayacak bundan böyle. CHP, AKP’li milletvekilinin 1 milyon dolarlık rüşvetini gündemde tutmayı sürdürüyor ama iktidar ve yargı sessizliğini koruyor. Batıda olsaydı böyle bir olay, suçlanan milletvekili çoktan istifa ederdi. Bizde ise yüzsüzlük, kabadayılık; utanma duygusundan yoksunluk... İçimde bir sıkıntı. Kahve içme isteği değil, içki hiç değil ama bu sıkıntıya bir çare... Edip Cansever’in Fethi Naci ile Turgut Uyar için yazdığı şiirdeki şu dizeye ne demeli? “Akşamı nasıl istersiniz –nasıl istenir akşam-“ 20 Ağustos, Çarşamba Sabah erkenden yüzmeye giderken gördüğüm, üç ayakla yürümeye çalışan, köpeği nasıl unutacağım, bakalım. Bir ayağı ezilmiş mi, kırılmış mı, anlayamadım. Kime haber vermeli acaba? Sitede, yollarda ne çok köpek, kedi var başıboş, sahipsiz. Yazın bu en sıcak günlerinde kuduz olayı bir felakete dönüşebilir. Köpekler aşısız, bu kesin. Aç, bu da kesin. Kediler de doğurup duruyor durmadan. Mart falan artık tarihe karışmış görünüyor. Sitedeki çocukların kucaklarındaki kedi yavruları saltanat sürüyor şu sıralar. Ekmek elden su gölden beslenecekler bir süre daha bu sevimli yavrular. Çocuklar siteden gidince ne olacak peki? Bazı hayvan sever komşularımız beslemeseler bu kedileri, köpekleri, daha perişan olurlardı mutlaka. Türkiye-Şili maçından sonra sahile inince gösterdiler karaya oturmuş geminin diskodakilerce aydınlatıldığını. Kapkaranlık gecede farklı bir tablo çıkmış ortaya öndeki salaş iskelenin ardında. Disko ile gemi arasında ışıktan bir yol oluşmuş. Fosfor gibi parlıyor sitemizin bir parçası haline gelen bu gemi. Birkaç yıl önce civardaki zeytinliklere dağılan kaçak göçmenleri almak için kıyıya yanaşırken karaya oturan gemi şimdi başka düşler kurduruyor yazlıkçılara. Kaçakların umut yolculuğu gerçekleşmedi ve çoktan ülkelerine geri yollandılar. Sitenin köpekleri hareket eden her şeye havlıyor. 21 Ağustos, Perşembe Dilimde “Gözyaşları günbatımının / Karanfilin kokusu” dizeleri Edip Cansever’in. Kentli Ayvalık (kitabının fotoğraflarını çeken Hakan Dinç’in Selin Pansiyonu’nun terasındayız Turgut ve Uğur’la. Güneş, Cunda’nın sırtına doğru kayıyor. Ne şiirler geliyor aklımıza. Hakan Bey, Yunanca ile Türkçe arasındaki farkı işaret ederek Ayvalık`lıların konuşmalarının Yunancanın etkisinde olduğuna değiniyor. Güneş, almış başını gidiyor! Gül kurusu bir yangın ufkun başını belaya sokuyor. Ayvalık’ın adaları da geliyor soframıza: Çiçek Adası, Yumurta Adası, Kız Adası, Taş Adası, Balık Adası, Kara Ada, Soğan Adası (Lale Adası), Hasır Adası, Tavuk Adası, Pınar Adası, Taşlı Ada, Yalnız Ada, Yelken Adası, Kara Ada, Yellice Adası, Yuvarlak Ada, Çıplak Ada, Maden Adası ve Alibey Adası... Bu son adanın Ayna’sındayız, -hep söylendiği gibi- gecenin ilerleyen saatlerinde. Kutu gibi bir mekân, pırıl pırıl. Sokaktaki tek masasında rakı içiyor 83 yaşındaki Arif Damar. Son şiirinin başlığı “Yaş 83”. “83 / Yolun neresi eder” diye soruyor Cahit Sıtkı’ya Dağlarca’yı ve İlhan Berk’i de yanına alıp. Ada’nın sokaklarında farklı bir gece hayatı geziniyor fasıllara, şarkılara, şiirlere takıla takıla. 22 Ağustos, Cuma İrfan Yalçın’ın Genelevde Yas (1978) romanını okuyorum yeniden; içim ezile ezile: Horlanan ve sömürülen kadınların dünyaları uykumu kaçırdı. Televizyonumuz olsaydı film izlemek isterdim. Aslında televizyon korkutuyor beni. “İzmir’in Konak ilçesindeki Yeşillik Caddesi’nde önceki sabah polis ve askeri araç servislerinin geçtiği sırada, park etmiş durumdaki araçta bulunan ve uzaktan kumandayla patlatılan bomba”nın yarattığı dehşeti de görmek istemezdim televizyondaki haberlerde. Arslan Kaynardağ’ın “Ne Olur” şiirini gel de anma şimdi: “Ne olur bana televizyon seyrettirmeyin Uykumda kötü rüyalar görüyorum Bir kişi ölürse televizyonda Ben yüzbin ölüyorum.” Kirlenen birkaç şey olsa neyse, her şey kirlenmiş, kirleniyor: Çevre temizliğinden ses kirliliğine, dilimizin yozlaşmasından ahlâkın giderek dibe vurmasına medyanın yarattığı magazin dünyasından siyasetin tutulacak yerinin kalmamasına, rüşvetin onur sayıldığı bir yaşam biçiminden eğitimin dinci kadroların eline geçmesine... kadar her alanda, her türlü kirlenme ve çürüme gözle görülür halde. Bunun edebiyata, sanata yansıması hangi ürünlerle olacak bakalım. 23 Ağustos, Cumartesi “Gurbet” başlıklı şiirinde Arslan Kaynardağ benim de kanayan yarama dokunuyor bir gurbetçi olarak: “Gönül rızam olaydı Gurbete çıkar mıydım, Yalan dünyayı Başıma yıkar mıydım?!” Bu soru ve ünlemin ardından iş biraz daha dramatikleşiyor şiir: “İnsan sılasına Taşrasından bakar mı, Yük ağmasa hiç Taş gurbete çıkar mı” Bu sorudaki ağır yükü ne taş kaldırabilir, ne de hayat! Son dörtlük ise iyice ağır ve bir tokmak gibi iniyor hayatın başına: “Zehirdir yedikleri, Kefendir giydikleri, Yalandır güldükleri, Gurbete çıkanların.” 1973’te yazılan bu şiir Almanya’ya göçü de imlemiyor mu? Yaz günü böyle ağır konulara girmek ne kadar doğru bilmiyorum ama bir karpuz bile ferahlatmıyor içimi; ülkemin siyasi havası öylesine sıcak ki, durulası değil. “Karpuz kesmekle yürek soğumaz Karpuzu yemek lâzım, Çin’de karpuz kesilse Burda sulanır ağzım” diyor 1953’te Arslan Kaynardağ. Benim de canım buz gibi karpuz dilimleri çekti. Filistin Şiiri’ne (1974) A. Kadir’le Afşar Timuçin ilk dikkati çekenlerdir hazırladıkları seçkiyle. Geçenlerde yitirdiğimiz Mahmud Derviş’in ünlü şiirleri “Kimlik Kartı, Meydan Okuyorum, Sürgünden Mektup, Umut, Mezardan Çağrı, Dönecekleri Beklerken, Ölmeyen, Şarkı Üzerine Gözlemler, Kızılhaç Üstüne Basit Şarkı, Küba Şarkısı” farklı bir dünyanın kapısını açmıştı bize. Savaşın, ölümün, sürgünlüğün ve kimliksizliğin yarattığı dehşetin fotoğrafını çekiyordu Mahmud Derviş. Şiiri şöyle betimlemesi çok doğal: “Şiir kandır, şiir gözyaşı, yazılır tırnaklarla, yazılır gözlerle, Yazılır bıçaklarla.” Bu durumda şair ne yapar? “Ben şiir haykıracağım zındanlarda, ben şiiri kamçı altında, zincir altında, kan ter içinde, ben şiiri” Gurbetin şiiri de bağırmalı savaş görmüş gibi, ölmüş, yaralanmış gibi. Yurtsuzluk ölüm değilse başka nedir ki? 24 Ağustos, Pazar Evet’le Hayır arasında gezinen Oktay Akbal, bugünkü yazısında gitmeden söz ediyor. Bu sıcaklarda gitmeli bir yerlere ama nereye? Berlin soğuk ve yağmurluymuş. Oraya gitmeme daha beş gün var. Ayvalık’a gitmek, bu sıcakta? Olmaz! Armutçuk Pazarı? Başka nereye? “Gitmek bir yerlere! Olmayan bir yerlere! Olmamış olmayacak... Düşler de öyle!.. Bir koltukta sızmak, uyumak bir yolculuktur, bilinmeyenlere... Bilinç, altı üstü, sürükler seni çıkılmaz karanlıklara... “ Tam yaza, sıcaklara yakışan düşünceler... Oysa “Bir aldatmacadır yaşam”. Düşle gerçekler arasında bir salınıp duran... Karpuzcunun yanık sesi... Havuzdaki çocukların çığlıkları... Oktay Rifat’ın Bir Cigara İçimi (1979) kitabı... “Masadan fincanı almakla Ne bıraktın denize Kanatları açık pencere Bulutlar eridi birden bire” (O.R) Gitmeli? Denize!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|