|
Güzel Kokulu AdaKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 04 Eylül 2008 18:16:54 Ada halkı ise "Moshonisi" diye adlandırıyormuş Cunda'yı. Yani, "güzel kokulu ada" anlamına geliyormuş bu da. Osmanlıca yazılmış bir mühürdeyse "Güzel Kokulu Adalar Belediyesi 1869" yazılıymış. Bu bağlandığım kasabayla ilgili daha ne çok şey var bilmediğim!
Berlin Günceleri 11 – 17 Ağustos 11 Ağustos, Pazartesi Geceki gök gürültüsü ve şiddetli yağmurdan uyuyamadım. Kötü bir şey olacak diye korktum. 17 yılda ilk kez böyle küresel ısınmanın sonucuyla yüz yüze geldik Ayvalık’ta. Sayısız şimşek ve gök gürültüsü yatak odasını sık sık ışığa boğdu durdu. Sabah uykumuzu alamamış bir halde kalkınca siteyi dolaşmaya çıktım bir şey olmuş mu diye bakmaya. Her yer ıslaktı ve toprak kokuyordu. Deniz çarşaf gibiydi ama soğuktur diye ürktüm, girmedim. Kimi kahraman komşularımız havluları omuzlarında denize gidiyordu sağa sola selâm vererek. Ekmek ve gazeteyle döndüm eve. Kahvaltıyı hazırlarken de görmedim, kahvaltı yaparken de narın en dolu dalının yağmurun şiddetine dayanamadığını ve belinin büküldüğünü, kırılır gibi olduğunu. Havuzun duşundan gelirken fark ettim dalın burnunun yere değdiğini. Kolum kırılmış gibi oldu. Üzüntümden ne yapacağımı bilemedim bütün gün. Ayvalık’taki İstiklâl İlkokulunun fotoğraf arşivini incelerken araya başka konular girdiği için narı unuttum bir süre. Ayvalık’ın kültür tarihini belgeleyecek bir çalışmaya adım atmak üzereyim. Bakalım bu çalışma nasıl sonuçlanacak. Şehir Kulübündeki yemekte Rengin ve Aysel Hanımlarla daha da yakınlaştık. Yeni projelerle karşılıklı coştuk. 12 Ağustos, Salı Çataltepe, Cunda’da, iki kel tepeden oluşuyor. Yol koyu, değişik yapıdaki pek çok siteden geçiliyor. Her yerde “satılık” levhası. Ne çok ev satılıyor! Eskiden de bu kadar çok ev satılıyor muydu acaba? Belki de ben farkında değildim bu ilanların. Bu yıl ekonominin hiç de iyi olmadığının bir işareti mi acaba bu? Sığ, taşlık kıyıda denize girerken kafama pek çok soru takıldı. Bir soru da Berlin plakalı iki arabadan inen kalabalığa görünce geldi buldu beni, masadakileri. Ülkemizin içinde bulunduğu durumu daha iyi anlar gibi oldum o garip kalabalığı görünce. Kadınlı erkekli grup ilkin kıyıyı keşfettiler. Beğenmiş olmalılar ki eşyalarını indirdiler. Arabalar parka çekilirken kadınlar eşyalarını yerleştirdiler şemsiyelerin altına. Sonra da soyundular. Bikinili hanımlar, kızların yanında bir de türbanı bir hanım vardı ki, herkesin gözü ister istemez bu hanıma kaydı. O, hiç aldırmadan denize girdi. Sonra yaşlıca bir hanım yanımıza geldi ve ülkemizin nereye doğru gitmekte olduğu üzerine düşüncelerini bizimle paylaştı bu tuhaf kalabalığı işaret ederek. Poyraz gazetelerimizi okumamıza izin vermedi ama ortamın nasıl olduğu anlaşılmayacak gibi değildi. Midemde gök gürültüleri, şimşekler. Ne dokundu acaba? 13 Ağustos, Çarşamba Berrin Akın ve Hakan Dinç’in hazırladığı Kentli Ayvalık (2005) kitabını karıştırıyorum. Önümüzdeki eski zeytinyağı fabrikasının da bir fotoğrafı dikkatimi çekti. Asıl dikkatimi çeken 1889 yılında “Ayvalık’ın nüfusu 20. 000 civarında” olması. Sonra Ayvalık, aynı yıl, “22 zeytinyağı fabrikası, 30 sabunhanesi, 80’e yakın değirmeni, 6 eczanesi, 11 mahallesi, 11 kilisesi, 6 okulu ve 4607 eviyle büyük bir yerleşim yeri”ymiş. Bu ilginç kitaptan Cunda’ya ilişkin de şu bilgileri devşiriyorum: Osmanlılar adaya “Yunda” diyormuş. Zamanla değişime uğrayarak “Cund ve Cunda” olarak anılmaya başlanmış. “Cunda” sözcüğü İtalya’da bir “denizcilik terimiymiş ve anlamı da “yatay serenlerin ucu, gemi direğinin kendisi ve yelkenin bağlandığı destek direği gibi anlamları” içeriyormuş. Ada halkı ise “Moshonisi” diye adlandırıyormuş Cunda’yı. Yani, “güzel kokulu ada” anlamına geliyormuş bu da. Osmanlıca yazılmış bir mühürdeyse “Güzel Kokulu Adalar Belediyesi 1869” yazılıymış. Bu bağlandığım kasabayla ilgili daha ne çok şey var bilmediğim! 14 Ağustos, Perşembe Gece boyunca tuvalete taşınan yalnızca ben değildim evde. Bize bir şey dokundu ama ne? Sabah Ayvalık’a gitmeden bahçeyi suladım. En çok nara ve asmaya su verdiğimi fark ettim. Onları güllerden, hele çok sevdiğim mor gülden daha çok sevdiğimi düşündüm. Balkonu yıkarken yıllarca önce Ayvalık’ta yazdığım ve bana Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü (1996) kazandıran kitabımda yer alan “Taşı Sula” şiirim geldi aklıma. Sabah akşam taşları suluyoruz, zaman durmuyor yine de. Taşlar eskimiyor ama onları sulayanlar yaşlanıyor ve ölüyor. Bugün Dirim’le Stefanie aramızdan ayrılacak. Onları uzun, uykusuz bir gece bekliyor. İzmir’den gece yarısı 03.00’te uçağa binecekler. Türkiye saatiyle saat sabah 06.30’da Berlin’de olacaklar. Evler de su bardakları, sürahiler, su depoları gibi dolup dolup boşalıyor zamanı gelince. 15 Ağustos, Cuma Deniz, çivi gibiydi. Dişlerim birbirine vura vura yüzmeye çalıştım, bir yandan da düşündüm: Çok soğuk için neden “çivi gibi” deniyor acaba? “İnsanın insana verebileceği en değerli şey /Yalnızlıktır” (Edip Cansever) Dirim’le kız arkadaşı gideli bu böyle değil, hep böyle bende: “Çimen kokusundan hızlı / Bir sıyrık gibi bitiveren elde ayakta / Nedir bu benim yalnızlığım?” (EC) Var mı çaresi? Çatıyı düzenledik ve çalışma masama kavuştum sonunda. Sonunda tatilim de başladı onca günden sonra, tatilim bitmek üzereyken. Kalabalıkları seviyorum yapyalnızlığımda ama fazla geliyor üstüme evdeki hızlı, yoğun insan seli. Çalışmak, okumak için köşe bucak kollarken helak oluyorum neredeyse ve kafamda besleyip büyüttüğüm pek çok şey beni terk edip gidiyor sonsuza kadar. Tatilde çalışmaya çalışmak benimkisi, dinlenmek değil! Midem düzeldi sanki. Bugün öğlen yediğim etli yaprak sarmasıyla zeytinyağlı fasulye duruyor yerli yerinde. Bir süre alkole elveda mı? 16 Ağustos, Cumartesi Denize ilk biz günaydın dedik bugün. Karşımızdaki Çiçek Adası, sol taraftaki Gömeç’in kıyıları pırıl pırıldı, Kazdağları mahmur. Bahçeyi sularken sular kesildi. Sonra da elektrikler. Trafoyu boyuyorlarmış da onun için kesilmiş elektrikler. Yaz günü, tatilcilere eziyet değil mi bu? Bu ne biçim halka hizmet anlayışı1 Anla anlayabilirsen! Birkaç gündür elimden düşmeyen Bir Filiz Vardı’da (1965) Orhan Kemal roman anlayışını şöyle dile getiriyor (Altı çizilmeyecek gibi değil): “Romanlarımda şimdiye kadar yığınla işçi, köylü tipleri çizdim. Bu tipler, düzensiz bir toplumun yarattığı zarurî neticeler, pardon sonuçlardı. Sebep ne olursa olsun, kötü yaşayışın gerekli kıldığı mahvedilmiş insanların hikâye, ya da romanları. Bir kelimeyle serüvenleri.” İşi dünya ölçeğine vurunca da şu düşünceleri ileri sürüyor: “Yüz yıllar boyunca dünya romanı yüzde doksansekiz bu tipleri işlemiş. Çağımız romanı aynı yolda mı yürümeli? Bozuk düzenlerin kaderine boyun eğmeyen, eğmemesi gereken tipleri çizmeli miyiz? Böyle tipler bugün, bu toplumda da yok mu? Bence var.” Ardından da başka bir tabloya geçiyor: “İnsanoğlu, topyekûn, daha iyi olma çabasında. Hırsız daha mutlu bir yaşama ulaşmak için çalar. Dinler, insanları çok daha mutlu kılmak amacındadırlar. Bunu yeryüzünde başaramazlarsa, kuru bir öte dünya vâadederler. Dikkat ediyorum, en kötü insan bile, daha iyi olmak çabasındadır.” Sorunların nedeni ise “toplum düzensizliği”dir. Yazmayı düşündüğü yeni romanının kahramanı Filiz ise topluma “kafa kaldıran” tiplerdendir. “Bizim romanımıza, bizim toplumun el, etek, hattâ ayak öpen, korkak, bireysel çıkarları için alabildiğine alçalan, teslim olmuş tipleri yanında, teslim olmamış, başkaldıran, kötülüklerle kıyasıya savaşabilmek için örgütlenme şuuruna ulaşmış tipler lâzım.” Sonra da şu soruyu soruyor? “Filiz neden böyle bir tip olmasın?” Gerçeklik anlayışı için de şu düşüncelerini okurla paylaşıyor: “Gerçekçilik, içinde yaşadığın topluma yer yer ayna tutmaktan ibaret değil ki. Asıl gerçekçilik, asıl yurtseverlik içinde yaşadığın toplumun bozuk düzenini görmek, bozukluğun nereden geldiğine akıl erdirmek, sonra da bu bozuklukları ortadan kaldırmağa çalışmak.” Düşüncelerini bir adım daha ileri götürüyor Orhan Kemal: “Yurtseverlik, yurdunun insanlarını sevmek, yani insan gibi yaşamalarını sağlamağa çalışmak. Buna engel olanlarla savaşmak...” (s. 193-194) Kahramanı Filiz’le konuşmalarının bir yerinde de “...bana aydınlık bir roman yazdır acaksınız. Yâni, zaten yapmayı tasarladığım ‘Aydınlık gerçekçilik’te bana elle tutulur bir örnek verdiniz!” (s. 238) Yazdığı romanın mantığını böyle ortaya koyuyor yazar. Hem gününün geçerli ahlâk anlayışını ele alıyor Orhan Kemal, hem de yozlaşmaya karşı direnen genç bir kızın dünyasını. Bir de günümüz romanına çevirsek aynayı. Acaba toplumsal sorunlarımıza nasıl yaklaşıyor yazarlarımız! 17 Ağustos, Pazar Bir Filiz Vardı, bugün bitecek mi bakalım. Romana, Orhan Kemal’in kendisinden otuz yaş küçük olan Filiz’e duyduğu aşkı anlattığı sayfalar, biçemindeki coşkuya kaptırıyorum kendimi: “Dünya şimdi bambaşka. Birdenbire Bedri Rahmi turuncusu, mavisi, moru, sarısı, pembesi uçuşmağa başladı içimde. Sait Faik hikâyelerindeki İstanbul. Ben ki, daha çok işçi ve köylüler Türkiye’sini kendime konu olarak almışım. Galiba bu renkler cümbüşüyle uğraşan hikâyeci, romancı, ressam, şair, müzisyen dost ya da yabancılar anadan doğma âşık. Orhan Veli şiirinde de bu var. Yaşar Kemal’in romanlarında da. İnsan isterse dünyanın salt bu renkli yanıyla uğraşabilir. Bütün bunları neden anlattım uzun uzun? Şunun için, Filiz’de de var bu renkler cümbüşünün tazeliği. Onunla konuşurken dünyam Orhan Veli şiiri, Sait Faik hikâyesi, Bedri Rahmi resminin renkler cümbüşü, Yaşar Kemal romanının o köycül, o dağcıl, yarı vahşi doğasının renk cümbüşüne ulaşıyor. İçimde renkler kaynaşıyor. Şaşılacak şey, bir çeşme, ya da gürül gürül bir pınar boşandı içimde. Renkler, renkler, renkler... Yeşiller, pembeler, morlar, sarılar... ama daha çok turuncular uçuşuyor.” (s.253) İşte bu renkler dünyası, bu sevgi seli, bu coşku ırmağı... Orhan Kemal’i on yedi yaşındaki Filiz üzerinden bir başka toplumsal soruna, İstanbul’un yoksul semtlerindeki insanların dünyasına ve ahlâk anlayışına götürüyor okuru. İtalyan yazar Manganelli, “Yazın uygarlığı okumalardan oluşmaz, yeniden okumalardan oluşur; yalın biçimde söylersek, belki uygarlık budur” diyor ya, ben de kaç gündür, yeniden okumalarla bu uygarlığın içinde yaşıyorum. Poyraz durdu. Sıcaklar üstümüze çöküverdi. Ne deniz, ne de havuz serinletiyor. Site halkı şimdi de sıcaktan yakınmaya başladı. Gece, Ay tutulması: Güneş’ten gelen mavi ışınların saçılıp kırmızıların kırılmasıyla Ay’ın üzerine düşen renklerle oluşan bakır rengindeki parçalı Ay tutulması, gerçekten büyüleyiciydi.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|