|
Timsah AdamlarKategori: Pencere | 3 Yorum | Yazan: Ercan Bekat | 19 Ağustos 2008 10:09:11 Yüce Sepik nehrinin ortasında bir kanodayım. Papua Yeni Gine'nin bu en büyük nehri, Nil ve Amazon gibi muhteşem, ama yabancılar tarafından az ziyaret edilen ve dünyada adı pek duyulmayan bu ülkede olmasından dolayı hakkettiği üne kavuşmamış gibi geliyor bana. Çok sıcak!
Güneş tepemizde, cildimin yandığını hissediyorum. İzmir Karşıyaka vapurundayken, vapurun peşinden uçuşan martıları anımsatıyor, kanoyu takip edip, etrafımızda uçuşan sivrisinekler. Sivrisineklerin kanıma ulaştığını hissettiğim an kendimi tokatlıyorum. Vücudumun heryanı kızarmış durumda. Güneşten yanan deriyi tokatlamak? Hiç tavsiye etmem. Kanoda benim ve beraber yolculuk ettiğim Gary’nin yanısıra, iki rehberimiz ve kanonun motorunu kontrol eden bir yerli var. Tek sıra halinde oturuyoruz bu dar, uzun, basit bir aletle içi kazılmış ağaç kütüğünden yapılmış gibi görünen uzun kanoda. Son üç saattir yoldayız ve daha bir saat var ulaşmaya çalıştığımız köye. Bu sabah ayrıldık Papua Yeni Gine’nin kuzeydeki şehri Wewak’tan (daha çok büyük bir köy gibi geldi bana). Yolculuğun ilk kısmı kamyonetleydi tozlu, dağ, orman yollarında geçen. Üç saat kamyonet yolculuğundan sonra ulaştık Sepik nehrinin kıyısına ve kano yolculuğu başladı. Kanoya bindiğimiz noktada, başka bir tekneyle aksi yöne doğru yola çıkan iki beyaz adam, gördüğümüz ilk yabancılar bu ülkede başkent Port Moresby’den ayrıldığımızdan beri. Yanlarına yaklaşıyorum, selamlaşıyoruz. İkisi de Alman misyoner. Sinir olmamak mümkün değil bu misyonerlere. Evine davet edilmeden gelip, ev eşyalarının yerini, nasıl yaşadığını eleştirip değiştirmeye çalışan misafir gibi geliyor bana. Tarihte bu heriflerin Güney Amerika, Afrika ülkelerinde yıllarca yaptıkları hasarları, zararları anımsıyorum ve sohbeti kısa kesiyorum. Papua Yeni Gine’de yaşayan yüzlerce kabile, misyonerlerin hedefi olmuş geçen yüzyıllarda ve olmaya devam ediyor. Güçlü gelenekleri Hıristiyan misyonerler tarafından yok edilmeye devam ediliyor. Tek tanrı düşüncesi, ruhlara inanan dinleri olan bu ülkenin kabileleri için yeni bir kavram ama misyonerler yanında getirdikleri ‘modernlik’, para ve daha iyi yaşam sözleri ile bu insanların dinlerini satıp, inançlarını değiştirmeyi başarıyorlar. Kanoya ilk bindiğimizden itibaren alışmak zaman alıyor, kano ters dönecek ve her an suya düşecekmişiz duygusuna kapılıyorsunuz. Rehberler rahatsızlığımızı farkedince, nehirdeki timsahlardan söz ederek dikkatimizi dağıtmaya çalışıyorlar. Ah-a! Teknenin ters döneceğinden korkan turistlere nehrin timsah dolu olduğunu söylemek! Hımmm! Sanırım rehberlik tarlada çalışmadıkları günlerde yaptıkları bir iş olsa gerek. Rehberler nehrin bu kısmındaki timsahların küçük olduğunu, insanlardan korkup, uzak durduğunu söylüyorlar ama yeteri kadar Hollywood filmi seyrettiğim için, onların yatıştırıcı cümleleri beni sakinleştiremiyor uzun süre. Ama yaşadığım gerginlik, etrafımdaki güzellikleri, nehrin yüceliğini farketmeme engel olmuyor. Papua Yeni Gine’de olmamın nedenlerinden biri bu muhteşem nehri görmek ve nehrin kenarında yaşayan kabilelilerin yaşamlarına tanık olmak. 5 hafta kalacağım Papua Yeni Gine’deki on günüm burada geçecek. Yıllardır duyduğum bir gelenekleri var bu bölgede yasayan kabilelerin. ‘Timsah Adamlar’ diyorlar kendilerine bu bölgedeki kabilelerin insanları. Bir oğlan çocuğuyla, yetişkin bir erkeğin arasındaki fark, yetişkin erkeklerin derilerinin timsah derisini anımsatan yara izleriyle dolu olması. Bu dekorasyonlar derinin, bir jiletle kısa çizgiler halinde kesilmesi ve oluşan yaraların tekrar tekrar kanatılarak, ufak kabarcıklar oluşturması sonucu oluşuyor. Ama kesikler birkaç tane değil, 400’le 500 arası ve derinin kesilmesi kısa bir sürede oluşturuluyor. Yanımızdaki rehberlerden birisi de bu kabilelerden ve derisi kesiklerle timsah derisine döndürülmüş durumda. Gururla gösteriyor derisini bize. Köyün direkler üzerindeki çatıları ağaç dallarıyla oluşturulmuş. Nehirden yaklaşırken büyük kulübeleriyle köy görüntüsü belgesellerdeki görüntüleri anımsatıyor. Köyün çocukları kıyıya koşuşturuyor. Bazıları tamamen çıplak, diğerleri ise eskimiş sahte Adidas, Nike yazılı şortlarla. Koyu kahverengi tenleriyle ters bir görüntü oluşturuyor büyük, beyaz gülümsemeleri. Tekneyi kıyının çamurlarına çekiyoruz. Tekneyle getirdiğimiz sivrisinek neti, yiyecekler, buz kutusu, elfenerleri, gaz lambaları ve diğer malzemeleri kulübemize taşıyoruz. Bu büyük, direkler üzerine kurulmuş kulübenin etkileyici, muhteşem bir görüntüsü var. Sivrisinekleri hissetmiyorum bile duyduğum coşkudan. Nehir ağaçların arasından görünüyor. Köyün çocukları, üstleri çıplak kadınların taşıdıkları bebekleri bizi meraklı gözlerle inceliyorlar. Gözler buluştuğunda, utançla gülümseyerek kaçırıyorlar bakışlarını. Her köyün olduğu gibi bu köyün merkez noktası da ‘Haus Tambaran’ denilen ‘Ruh Evi’. Köylüler geçen yüzyılda gelen misyonerler tarafından Hıristiyanlaştırılmışlar ama Hıristiyanlıkları eski inançlarıyla karışmış durumda. Ruh Evi ölen atalarının ruhlarının yaşadığı büyük, duvarsız bir kulübe. İçine sadece erkelerin girebildiği bu evin büyüleyici bir havası var. Ev tahtadan, çamurdan yapılmış heykellerle, totemlerle dolu. Büyük tahta tamtamlar dikkat çekiyor. Eski zamanlarda, bu evin temel direklerini oluşturan kütüklerin altına öldürdükleri düşmanlarının cesetleri gömülürmüş. Bize bir temel kütüğü gösteriyorlar ve altında düşman cesetlerinin gömülü olduğunu söylüyorlar. Tepki göstermemeye çalışıyorum, sadece gülümsüyorum. İçeriye girdiğimizde yanımızda getirdiğimiz hediyeleri çıkarıyoruz. Traş için jiletler, el fenerleri için piller, sabun ve en önemlisi sigara. Ruh Evi’nin içindeki her erkekle tokalaşıyoruz ve hediyeleri en yaşlı erkeğe veriyoruz evdeki herkese eşit olarak dağıtması için. Sigara en çok hora geçen hediye. Genelde kurumuş siyah tütün yapraklarını, bulabildikleri herhangi bir kağıt parçasına sarıp içtikleri için, sigara gerçekten büyük lüks. Gülümsüyorlar sigaraları görünce. Hangi ülkeden olduğumu anlatmak oldukça uzun zaman alıyor sohbete başladığımızda. Arkadaşım Gary’nin ülkesi İngiltere’yi hemen hemen hepsi duymuş, eski bir İngiliz ve Avustralya kolonisi olduğu için Papua Yeni Gine ama Türkiye hala ulaşmamış buralara. Evdeki herkese soruyorum “hiç Türkiye’nin adını duymuş olan biri var mı” diye. Kısa bir sessizlikten sonra, dehşete kapılıyorum köylülerden biri ‘Galatasaray’ deyince. Uzun yıllar başkent Port Moresby’de yaşayıp, çalışmış bu köylü televizyonda futbol maçlarını izlerken tanımış Galatasaray’ı. Ama Türkiye’nin adından başka bir şey bilmiyor. Garip bir gurur duyuyorum bu köylülerin tanıştığı ilk Türk olduğum için. Konuştukları kabile dilinin dışında bazıları İngilizcenin bir diyalekti olan Pidgen İngilizcesi konuşuyor. Rehberimiz yardımcı oluyor sohbete sıkıştığımız anlarda. Herkesin timsah derileri dikkatimi çekiyor ve konuyu oraya getiriyorum. Öğrenmek istediğim rehberimizin daha önce sözünü ettiği deriyi kesme töreninin yer alacağı köyün uzak olup olmadığı. Derinin kesildiği tören, köyün gençleri ya kendi başlarına ya da diğerleriyle birlikte derilerinin kesilmesine hazır olduklarını köyün yaşlılarına söylediği zaman gerçekleşiyor. Özel bir gün olması gerekmiyor, herhangi bir gün olabilir ama tören günü özel bir gün köylüler ve bu erkekliğe geçecek delikanlılar için. Nehirde yolculuktan sonra, karşı kıyıdaki bir saatlik ormanda yürüyüşten sonraki bir köyde 4 delikanlı erkek olmak için deri kesme törenine hazır olduklarını söylemiş ve törenin 3 gün sonra yapılacağını öğreniyorum. Önümüzdeki 3 günü yerleştiğimiz köyde geçiriyoruz. Bu arada rehber törenin yer alacağı köye götürüyor bizi ve köylülerin iznini istiyor törene izleyici olarak katılmamız için. Birkaç paket sigara, jilet ve piller, izin için yeterli. Ayrıca o köyün Ruh Evi’ndeki tahta heykellerden satın almamızı da istiyorlar. Kabul ediyoruz. Ruh Ev’lerindeki tahta heykeller köyün erkeleri tarafından yapılıyor ve arasıra uğrayan turistler satın alıyor bu heykelleri. Gelen paranın bir kısmi köylüye, büyük kısmı da köyün geneline harcanıyor. Harika heykeller! Kaldığımız köyde yaşam güneşle başlayıp, güneşle bitiyor. Elektrik, akan su yok. Bahçedeki ufak kulübe tuvaletimiz ve nehirde de banyomuz... Timsahların olduğu nehirde banyo yapmak fikrini hiç sevmiyorum ilk başta ama bu sıcakta yıkanmadan geçen iki günden sonra diğer köylülere katılıp atlıyorum nehre. Nefis! Hayat basit ve güzel. Herkes kendi sebze, meyvelerini yetiştiriyor; tavuk, domuz gibi köy hayvanları dolanıyor ortalıkta ve değiş-tokuş usulü yaşıyorlar. Paranın gerekli olduğu tek şey elfenerlerinin pilleri, jilet ve şehre, kasabalara gitmek için kullanılan botların motoru için gereken yakıt parası. Yetiştirdikleri sebze, meyveler ve hayvanlar, yakınlardaki kasabaların pazaryerlerine götürülüyor ve burada bunlar paraya dönüştürülüyor. Köyde erkeklerin birçoğu köyden ayrılmış ama kadınlardan ayrılan çok az. Sabahları kulübemizin önündeki tarlada çalışan yaşlı adamı izliyorum. İkinci günden itibaren ona katılıyorum. Muhteşem derecede basit, güzel bir insan. Yaşamı boyunca başkente ya da diğer şehirlerine hiç gitmemiş Papua Yeni Gine’nin ama gerektiği kadar bilgi dolu. Yaşamının güzelliğine saygı duymamak mümkün değil. Temiz, kirlenmemiş kafası, coşkusu ve sabrını kıskanıyorum. Akşamları, güneş battıktan sonra köydeki yeni arkadaşlarımızla oturup sohbet etmekten başka yapacak bir şey yok. Bizim onların hayatlarını değişik bulup, merak ettiğimiz kadar, onlar da bizim hayatımız hakkında meraklı. Bizi meşgul eden dünya sorunlarının birçoğu ulaşmamış bu köye. New York 11 Eylül saldırılarını duymamış insanlarla tanışmanın verdiği güzelliği sözcüklere dökmem mümkün değil. Feminist yanım bayağı zorlanıyor konu erkek ve kadın ayrımına geldiğinde. Kadın ikinci sınıf bile değil, neredeyse başka bir tür canlı. Kadına yönelik şiddet bu ülkenin en büyük sorunlarından biri. Erkek ve kadınlar ayrı yaşıyorlar aynı köyde neredeyse. İngiliz olduğu için Gary’le oldukça dalga geçiyorlar, Britanya İmparatorluğunun başı bir kraliçe, kadın olduğu için. İngiltere’nin gücünü kaybedeceğini söylüyorlar ülkenin başının bir kadın olduğu için. Konu derinin Timsah derisine dönüştürülmesi törenine gelince, köylüler bu geleneğin gelen Hıristiyan misyonerler tarafından geçen yıllarda durdurulmaya çalışıldığını, vahşetlik olarak görüldüğünü ama sona erdirilemediğini söylüyorlar. Gururla gösteriyor herkes timsah derilerini. İnceliyorum kesilmiş, kabarmış yara izlerini. Daha derileri kesilmemiş olan delikanlılarla henüz erkek olmadıkları için dalga geçiyorlar. Tabi ki biz de payımızı alıyoruz şakalardan. Kesmenin acısına dayanamayacağımızı söylüyor köylüler, çünkü beyaz adamız ve güçsüzüz. Gururla sünnet geleneğimizden söz ediyorum. Gülüyorlar küçümseyerek!.. Kesme töreninin ayrıntılarını anlatıyorlar yavaş yavaş. İnançları, oğlan çocuklarının kanıyla erkeklerin kanının farklı olduğu yönde. Erkek olmak için kesiklerden oğlanlık kanının tamamen akıp gitmesi ve vücudun erkek kanını üretmesi gerektiğini anlatıyorlar. Kesme acısına dayanabilen bir erkeğin, yaşamın getireceği her acıya hazır olduğunu, güçlendiğini söylüyorlar. Geçmişte tören sırasında kan kaybından ölenlerin olduğundan sözediyorlar. Sünnetimin verdiği acıyı gözümde büyüttüğümü düşünüyorum bir an. Tören sabahı erken saatte ayrıldık kaldığımız köyden. Kanoyla nehir boyu bir saat yolculuktan sonra ve karsı kıyıda yürüyerek diğer bir saat yolculuktan sonra ormandaki diğer köye ulaşıyoruz. Kaldığımız köye benzeyen bir köy burası ancak tek farkı nehir kenarı yerine ormanda olması. Köyün bütün erkekleri Ruh Evi’nde toplanmış durumda. Kalabalık özel bir gün olduğunu hissettiriyor. Evin içinde yakılmış ateşlerin etrafında 4 çıplak delikanlı, yasları 15 ve 17 arasında, oturmuş şakalaşıyorlar diğerleriyle. Getirdiğimiz sigaraları ikram ediyoruz evdeki herkese, direkt olarak bir sıcaklık yaratıyor aramızda. Gülüşmeler dolduruyor evi. Ama tanık olacağımız kanlı törenin gerginliğini hissediyorum ve şakalar bana ulaşmıyor. Delikanlıların omuzlarına, sırtlarına, baldırlarına ve kaba etlerinin yan taraflarına bir tür yağ sürüyorlar önce. Delikanlılar ayakta, elleriyle cinsel bölgelerini kapatmış bekliyorlar sakince yağ sürülürken. Etraflarında üzerine giydiği ilginç kostümle biri dolaşıyor sürekli. Hasır ve kurumuş yapraklardan yapılmış bir kostüm. Kafasına hasırdan örülmüş kocaman bir kafa geçirmiş, abartılmış, büyük gözlerle süslenmiş. Korkutucu mu, komik mi göründüğüne emin değilim kostümün. Kesim başladığı zaman fotoğraf çekmem için izin veriyorlar ama tören başlar başlamaz fotoğraf çekmenin delikanlıların duyduğu acıya karşı duyarsızlık olacağı düşüncesi ile duruyorum. Kesim töreni bitene dek beklemeye karar veriyorum. Tören başladığında, yaşlı bir adam elindeki jiletle, büyük bir hızla, önündeki delikanlının sırtından başlayarak küçük kesikler atmaya başlıyor. Her yer kanla kaplanıyor ve delikanlının yüzünden duyduğu acıyı görmek mümkün. Dudaklarını ısırıyor genç delikanlı ama hiç ses çıkarmıyor. Etraftakiler gülüşüyor, sakalaşıyor ve delikanlıya sürekli bir şeyler söylüyorlar. Kostümlü adamsa ortalıkta dans ediyor tamtamların eşliğinde. Kesikleri atan adam, başladığı hızla bitiriyor ilk delikanlının kesiklerini. İkinci ve diğer delikanlıların da kesimlerini aynı hızla bitiyor. Her yer kan kaplı ve gençlerin kesimleri biter bitmez, üzerlerine yağ gibi bir şey sürülüyor ve bütün vücutları, yaraları da dahil külle kaplanıyor. Gençler, ateşin kenarındaki tahta taburelere oturtuluyor. Gençlerin acıdan şoka girdiği belli, hiçbir tepki göstermeden yapıyorlar onlara söylenenleri. Şarkılar söyleniyor bir süre ve herkes tebrike geliyor gençleri birer birer. Gençlerin ateşin etrafında oturmuş, boş gözlerle etrafa bakışı ve üzerlerine sürülmüş küllerden oluşan görüntüleri esrarlı bir hava uyandırıyor. Derilerinin kesildiği yerlerden akan kan, kül ve yağla karışıp siyah renk almış durumda. Omuz, göğüs, sırt, kaba etleri ve baldırları kesiklerle dolu. Sünnetimin ne kadar basit bir acı olduğuna eminim artik! Önümüzdeki en az üç haftayı Ruh Evi’nde, ateşin kenarında oturarak geçirecekler. Nasıl uyacaklarını düşünüyorum. Göbek kısımlarında kesik yok. Bir ağaç kütüğünü gösteriyor rehber ruh evinin köşesindeki. Delikanlılar yüzükoyun yere uzanıp, göbek altına koydukları ağaç kütüğüne dayanarak uyuyacaklarmış. Uykusuz günlerin onları beklediğine eminim. Birkaç saat oturuyoruz ve sohbet ediyoruz köylü erkelerle ruh evinde ve beni dehşete düşüren bir şey oluyor bir sure sonra. Delikanlıları ayağa kaldırıyorlar, ruh evinden çıkarıyorlar ve ellerindeki ağaç dallarıyla gençlerin yaralarına vurmaya başlıyorlar. Gençler birdenbire hareketlenip dal parçalarından kaçmaya çalışıyorlar. Çocuk oyunu gibi bir hava var. Kostümlü adam da ortalarında dans ediyor. Bu bir süre sürüyor, gülüyorlar. Yaralar tekrar kanamaya başlıyor. Bir süre sonra herkes sıraya geçiyor ve birlikte yürüyerek dans ediyorlar. Gençlerin duyduğu acıyı tahmin etmem bile mümkün değil. Dallarla vurmaktan dolayı yaraların tekrar tekrar kanatılmasının, yaranın bağlayacağı kabuğun daha büyüteceğini ve iyileşmeden sonra oluşan yara izlerinin daha büyük ve gösterişli olacağını açıklıyor rehber. Gördüğümüz törenin bana ürkütücü gelebileceğini söylüyor rehber ama bunun onların inancı olduğunu anımsatıyor. Bizim ülkelerimizdeki insanların güzellik adı altında oralarını buralarını kestirdiğini, kadınların her gün anatomilerine verecek zarara rağmen yüksek topluklu ayakkabılarla dolaştığını, küpe deliklerini, sünneti, dövmeleri ve vücutlarımıza yaptığımız diğer şeyleri düşünüyorum ve tanık olduğum bu tören o kadar korkutucu gelmiyor bir an. Üstüne üstlük derisi kesilen gençlerin yüzündeki gururu fark ediyorum. Aynı akşamüzeri köyden ayrılıyoruz ve ertesi gün tekrar geliyoruz. Gençler hala ateşin civarında oturuyor. Hala çıplaklar, külle kaplı ve yaraları siyah. Bir süre sonra yine ayağa kalkıyorlar, dallarla vurularak yaraları kanatılıyor, dans ediyorlar ve ateşin başındaki taburelerine geri dönüyorlar. Önümüzdeki günlerde ara sıra tekrar ziyarete geliyoruz gençleri ve hep geldiğimizde, dans etmenin tekrarlandığına tanık oluyoruz. Kesim gününden birkaç gün sonra gençlerin şoku geçmiş ve yavaş yavaş sohbete başlıyorlar. Duydukları mutluluğu ve erkek olmanın verdiği gururu anlatıyorlar. Mutlu oluyorum onlar için. Son günümüzde vedalaşıyoruz ve derisi kesilen gençlerden birinin yaptığı heykellerden birini satın alıyorum. Papua Yeni Gine’deki turumuzun ikinci kısmı başlamak üzere. Timsah Adamların yaşadığı Sepik nehri bölgesinden ayrılma günü geliyor. Kaldığımız köyde oluşturduğumuz dostlukların nasıl devam edebileceğine emin değilim. Telefonla ya da e-posta ile her gün haberleşebileceğim bir yerde yasamıyorlar. Tekrar ziyaret etmemi istiyorlar, umarım edebilirim. Eger bir daha gelirsem benim de derimin kesilmesi gerektiğini söyleyip gülüyorlar. Gülüyoruz. Yeni dostlarımın hepsi kanoya yerleşmemize yardım ediyorlar ve yola çıkıyoruz. Burada geçirdiğim günler sanki başka bir çağda, başka bir planette yaşamak gibiydi. Dünyanın bu kösesinde yaşayan bu insanların ‘modern’ dediğimiz yaşamın kaçınılmaz bir parçası olan terörist saldırı paranoyalarımızdan, insanların makine gibi yaşamlarına birbirlerine duyarsızca, korku ve kaygı dolu yaşamasından uzak, basit, ilkelce yaşadıklarını görmek mutlu ediyor beni. Diğer yanda ‘modern’ dediğimiz yaşamın buraya da ulaşacağına eminim bir gün. Umarım seçici, dikkatli davranırlar ‘modern’ dediğimiz yaşamın getirdikleri buralara ulaştığında.
Yorumlaronur
{ 03 Mayıs 2015 19:51:27 }
Abi yazın 10 numara olmuş.Olayı iyi anlatmışsın.Galatasaraylı bölümde beya bi gururlandım :))
CcC
{ 28 Şubat 2010 08:59:21 }
teprikler denmez be
tebrikler denir aferin adam oluyorsun. bilal
{ 28 Şubat 2009 13:10:19 }
teprikler çokgüzeldi ve ilginçdi
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|