Sersem gibiyim. İnanamıyorum okulun bu yıl da kapandığına. Tatil hiç gelmeyecek gibiydi oysa. Almanya'daki günler Türkiye'den daha uzun değil elbette ama tatil havasına girince insan, kaçınılmaz olarak denize, güzel sofralara, gün batımlarına, dostlara, başka atmosferlere ve en önemlisi ana dile odaklanıyor.
Berlin Günceleri 14 – 20 Temmuz
14 Temmuz, Pazartesi
Ortaokulu bitirenlerin karneleri verilince dek okulun kapanacağına pek inanmıyordum. Okul hep devam edecek ve ben hep tatili hayal edecekmişim gibi geliyordu. Son gün değildi bugün ama sondan bir önceki gündü ve yarın tatilimin başlayacağını adım gibi biliyorum.
Emre, Dirim’le beni Japon lokantasına götürdü ve ilk kez çubuklarla yemek yedim başta işkence gibi gelse de. Sonra alıştım ve bana çubukların nasıl tutulacağını gösteren oğullarımdan daha rahat yedim yemeğimi.
Bavulumu tarttım 18 kilo. El çantam çok hafif, bir bilgisayarım olacak yanımda bir de not defterim.
Yani ben ciddi ciddi altı haftalık Ayvalık tatiline çıkmak üzereyim.
15 Temmuz, Salı
Okulun son günü, benim değil ama.
Sersem gibiyim. İnanamıyorum okulun bu yıl da kapandığına. Tatil hiç gelmeyecek gibiydi oysa. Almanya’daki günler Türkiye’den daha uzun değil elbette ama tatil havasına girince insan, kaçınılmaz olarak denize, güzel sofralara, gün batımlarına, dostlara, başka atmosferlere ve en önemlisi ana dile odaklanıyor. Onun için de günler çabucak geçip gitmiyor.
Eşyalarım hazırdı çok önceden. Uzun, upuzun geceye hazırım çoktan.
İzmir otogarında saat 05.08’de derece 29’u gösteriyordu ve otobüsün kalkmasına daha 50 dakika vardı ve ben hiç de yorgun değildim bütün gece uyuyamasam, boynum ağrıdan kopacak gibi olsa da.
08.15’te Ayvalık’taydım.
Tatil başladı!
16 Temmuz, Çarşamba
Yerimi yadırgıyorum. Uyumak değil de tuhaf bir gerilim. Oysa bir an önce kavuşmak istediğim yerdeyim; Bizimköy’de.
Komşular hoş geldine geliyorlar.
Çevredeki değişiklikleri anlamaya çalışıyorum.
Deniz çarşaf gibi.
Edip Cansever’in “Kirli Ağustos”una daha var. Ama “Şurada bir gündüz kımıldamakta” Doğa “kalın kabuklarını” kaldırmış.
Çipura, canıma minnet!
Nar, uff ki, uff! Dolu. Bir dalda kaç tane! Gözümün içine bakıyorlar.
17 Temmuz, Perşembe
Ayvalık nasıl da kalabalık oluyor Perşembe günleri! Midilli’den alışveriş için gelenler de eklenince bu yerli kalabalığa, sokaklarda yürümek olanaksızlaşıyor. Banka işlerini, emlâk vergisini kan ter içinde halledebildim.
Halde serinledim.
Kitapçıya Varlık Şiirleri Antolojisi’ni sipariş verdim.
Tanıdıklara uğradım.
Edebiyat dergilerini aradım. Varlık yok.
Kıyıdaki kahvede tost yedim, ayran içtim.
Tekneler tura çıkmak üzereydi.
Balıkçı halindeki balıklara baktım, içim gitti.
Ev. Yoğurtlu, sarımsaklı semizotu.
Zeytinyağlı fasulye!
18 Temmuz, Cuma
Akşamüstü denize girdim.
Çalışma düzenimi daha kuramadım.
Ha bire sitede dolanıp duruyorum.
Balkonlarda tavla oynuyor komşular.
Sebzeciler geçiyor bağırarak, karpuzcular da.
Gazetelere odaklanamıyorum.
Dostoyevski’nin Budala’sını, Cinler’ini ayırdım. Bir de Anna Karenina’yı okuyacağım.
Dıranas’ın “Bahar Şarkısı” şiirinin son dörtlüğü dilime dolanıyor:
“Sen böyle kederden taştığın akşam,
Derim: dudağında şarkı ben olsam;
Gözlerinde damla ve içinde gam,
Eriyen renk olsam yanaklarında!”
Gün batımı iğdelerin altında! Bulutsuz, masmavi bir gök! Güneş yumurta sarısı gibi. Küçüle küçüle battı. Su kızardı ve ben Ahmet Haşim’i düşündüm.
19 Temmuz, Cumartesi
Bütün gün Cinler’i okudum.
Sebzeli makarna pişirdim okumaya ara verip.
Komşulara uğradım. Kiminde çay, bazısında kahve içtim, karpuz yedim.
Akşam güneş dümdüz battı. Dıranas’ın “Hoyrattır bu akşamüstleri daima / Gün saltanatıyla gitti mi bir defa” dizelerini anımsadım. Üşüten bir serinlik çıktı. Denizin yüzü buruşmaya başladı.
“Şimdi rakı vakti” diyor komşular.
Mangallar yanacak, köfteler, etler kızaracak.
Dipten dibe hüzünlü şarkılar sofralara, kadehlere, tabaklara... uzanacak.
20 Temmuz, Pazar
Doğal Kent Sitesi’indeki dostlarımız beş çayına çağırdılar. Çaydan önce sodalı viski iyi geldi. Hava çok sıcak. Börek nasıl da hafifti! Çayın burukluğu, böreğin ağızda dağılan yumuşaklığı, vantilatörün vızıltısı... Koyda denize girenlerin çığlığı... Dolmuşların yolcu bekleyen sabırsızlığı...
“Bir masalı hatırlatıyorsun. / Bulutlar tabaka tabaka dursun, / Güneş ağaçlardan sarkadursun, / Geceleyin yıldızlar bakadursun, /Bembeyaz emiler kalkadursun, / İki göz iki çeşme akadursun...” (Dıranas, Masal)