Mehmet Y. Yılmaz'ın yazısı "Bugünün Türkiye'sinde solcu olmak" başlığını taşıyor. Çok da doğru tespitler var içinde. Oral Çalışlar'ın Radikal'deki yazısına gayet yerinde bir cevap olmuş. Hem bu yazı hem de Nuray Mert'in Devrim Sevimay'a verdiği röportajda söyledikleri, solcu olmak ve aydın olmanın ötesinde, "gerçek olmak" üzerine birkaç çift laf etme hevesi uyandırdı bende.
Öncelikle Nuray Mert’in düşünme ve fikir üretme sistematiğine dikkat çekmek istiyorum. Bir aydına ve bağımsız bir akademisyene yakışır bir şekilde değişiyor ve gelişiyor Nuray Mert. Sabit fikirlere saplanıp kalmıyor, olayları her yönüyle inceliyor, farklı bakış açıları geliştiriyor.
Bu parantezi kapayarak şu beylik soruyu sormakla başlayayım işe: Sol’dan kitleleri etkileyebilecek bir parti, bir oluşum, bir lider neden çıkamıyor bir türlü?
Medyanın “sol, bu ülke için marjinalliktir, lükstür, zırvadır, kitlelere yarar sağlamaz” pompalaması nedenlerden biri tabii.
Bakın AKP’den sonrası için hala “merkez” partiler kurma peşindeler, hep aynı isimlerden, aynı tip politikacılardan medet umuyorlar.
Oysa bu ülkede aydın, demokrat, ilerici, solcu birçok insan var ve bu insanlar mecliste artık kendilerine benzer milletvekilleri görmek istiyorlar.
İş takipçisi, hamaset tüccarı, tel bıyıklı, pozcu, dar görüşlü, vizyonsuz erkek politikacı tipinden hep beraber fenalık getirdik. Getirmedik mi? Ömürlerimiz bu adamların aşşağılık (Latife Tekin vurgusuyla) politikaları (?) yüzünden ziyan zebil oldu gitti.
Valla ben geçen gün, İspanya başbakanını etrafında bir sürü kadın bakanıyla birlikte gösteren fotoğrafa bakarken başka hayatlara dair derin özlemler duydum. Artık kökten değişsin bir şeyler istedim, yoksulluk ve cehalet bitsin, kadınlar ve yoksullar üstünden ülke sömüren vicdansız politikacı tipi tedavülden kalksın…Falan filan.
Peki hepimizde varsa bu özlemler…Farklı, modern, sol, ilerici bir parti neden kurulamıyor?
Aslında ne seçim sistemi ne de finansal sorunlar değil bunun nedeni.
Solda parça parça duran adacıklar insanlara yeterli güveni veremiyor. Asıl neden bu.
Sol cephede kafalar karmakarışık, egolar patlak çatlak.
80 öncesinde birbirlerini harbi olarak yiyorlardı. Şimdi ise demokrasi nedir ne değildire takılmışlar, (mecazi olarak) birbirlerinin gözlerini kafalarını patlatıyorlar.
Eğitim sisteminden kaynaklanan bir arıza var sanıyorum bizim ilericimizde, solcumuzda. Ne kadar çok şey öğrenirlerse öğrensinler, isterlerse tonlarca bilgi depolasınlar, bir EGO sorunu, bir HAM KİŞİLİK sorunu var, onu bir türlü aşamıyorlar.
Hesapta her türlü faşizme, gericiliğe karşılar ama “sevmedikleri oluşumlara” karşı her türlü geri yöntemi rahatlıkla kullanabiliyorlar. Özde yok edilemeyen bir “faşizm” sorunu bu.
Bunun dışında, asıl sorunlarla değil, “ayrıntı” ile uğraşıyorlar.
Aynı oluşum içindekiler bile birbirlerine güven duymuyorlar. En küçük bir fırsatta birbirlerini tekneden atmaya çalışıyorlar. Sanki ana sorun teknenin nasıl yüzdürüleceği değil, sen yüzdürdün ben yüzdürdüm muhabbetleri. Her birinde “dediğim dedik, çaldığım düdük” havaları.
Bir de uçucu kaçıcı ruh halleri… “Yahu olursa olur, olmazsa gider domates yetiştiririm Bodrum’da” fikirleri…
Oysa zor dönemlerde mücadeleler, “olursa olur” tarzıyla mümkün değildir.
Çarpıklıklarla uğraşmayı gerçek bir mücadele olarak ele almayan, entel ruhlarının bir “hevesi” olarak gören tatlı su solcuları, enteller bu ülkeye çok büyük zarar veriyorlar.
Sanki ilerici olmak, demokrat olmak, solcu olmak bir ayrıcalık. Farklı bir konum. Sanki züppeliklere açık bir durum. Bir şeyler zor gelince ya da işler sarpa sarınca kaderine terk edilecek bir gemi sanki bu ülke.
Oysa gerçekler çok başka.
Bu ülkenin fazla vakti kalmadı.
İşsizliği, çılgınca artan nüfusu, kapkara büyüyen cehaleti bir tarafa bırakın, çok yakında susuzluk ve çölleşme gibi iki gerçek düşman canımıza okuyacak.
Bu kadar yoğun nüfuslu bir ülkede toprağın sesini duymayan, bu hayati sorunları “tali” sorunlar olarak gören vicdansız ve vizyonsuz politikacıyı, sığ görüşlü entel ve akademisyeni sırtımızda taşıyacak lüksümüz yok artık.