|
Bayrak Çılgınlığı Maç CoşkusuKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 16 Temmuz 2008 20:15:25 Kazanan taraf hep coşuyor, kaybeden ise derin bir suskunluğa gömülüyor yüzlerindeki boyalarla, sırtlarındaki, ellerindeki bayraklarla. Türklerle Almanlar arasında artan gerginlik kötü bir yöne sürüklenmedi. Gazetelerin de yazdığı gibi "dostluk kazandı." Dostluk gerçekten bir şeyler kazandı mı acaba?
Berlin Günceleri 23 – 29 Haziran 23 Haziran, Pazartesi Bugün fark ettim bir yanı Alman, öte yanı Türk bayrağını. Bir başka inanılmaz bayrak da Alman bayrağının kırmızısının üstüne ay yıldızlı bayrağımızın çizilmiş olanı. Bayrak çılgınlığı ve maç coşkusu herkesi sarmış durumda. Gerginlik de son sınırında. Almanlar Afganistan’daki asker sayısını bine çıkarmayı düşünüyorlar. Buna karşı sesler de çıkmıyor değil ama iktidar bu tutumundan ödün vermeyi düşünmüyor. Muhalefet, özellikle Sol Parti hükümetin bu tutumunu benimsemiyor. Almanya’yı yeni bir grev dalgası sarmak üzere. İG Metal Sendikası uyarı grevinden bir sonuç alamazlarsa genel greve gideceklerini açıkladı. Ben Almanya’yı böyle bilmezdim, sosyal devleti ara ki bulasın. Özelleştirme burada da hızla hayata geçiriliyor ve devlet küçüldükçe küçülüyor. Bakalım bu işin sonu nereye varacak. 24 Haziran, Salı Almanya’da bulunan ABD’ye ait nükleer silahların güvenli olmadığını belirten muhalefet partilerinin Amerika’ya bu ülkeden silahlarını çekme çağrısında bulunduğunu okuyorum gazetelerden. Bakalım bu çağrıya kulak asacak mı Amerikalılar. Berlin’e dışarıdan gelenlerin sayısı arttığı gibi, bu kentte doğan çocukların sayısında da gözle görülür bir artış olmuş. Almanlar nüfuslarını artırmak için doğum yardımlarıyla aileleri çocuk doğurmaya özendirmişlerdi. Sonuçları alınmaya başlandı demek. 2007’de 126 bin 950 kişi Berlin’de yaşamayı seçerken, 114 bin 950 kişi de Berlin’den başka kentlere, ülkelere taşınmış. Doğum ve yeni yerleşenlerle birlikte Almanya’nın başkentinin nüfusu 12 bin artmış. Bir de bizdeki hızı bir türlü kesilmeyen göçü düşünelim. Büyük kentlerin etrafı gecekondularla çevrildi çepeçevre. Ortada kent ment kalmadı, çarpık mimari ve abuk sabuk yüksek binalar yığını! 25 Haziran, Çarşamba An der Urania’daki “Türk Edebiyatında Kültürel Tartışmaların Odağında Kadın” konulu iki günlük etkinliği neden öğleden önce başlattıklarını kimse anlayabilmiş değil. Onun için fazla ilgi yoktu. Ara başlıklara baktığımda “Geleneksel mi, Modern mi?”, “Şiddetim Mağdurları Kimler?”, “Türk Edebiyatında Kadın Kahramanlar”, “Kültürel Çatışmaların Kadın Kimliğine Etkisi”, “Göç Kadınların Hayatını Nasıl Etkiliyor / Zoraki Evlilikler – Almanya’da Türk ve Kadın Olmak”. Alt başlıklar da var ayrıca. Türbanlı yazarlar ve onları dinlemeye gelen türbanlılar. Oya Baydar’ın sözleri çok şaşırttı beni: Türbanlıları anlamak gerekiyormuş. Onlarla hiçbir sorunu yokmuş. Bu bir özgürlük sorunuymuş. Devletin dini dayatmasının bir sonucu olmadığını düşünüyor. İran ve Malezya aklına bile gelmiyor sanıyorum. Oradaki kadınlar ne kadar özgürse, bundan birkaç yıl sonra o da o kadar özgür olacak Türkiye’de. Canım sıkıldı öğleden sonraki oturumları izlerken. Yarın okulum olduğu için hiçbir paneli izleyemeyeceğim. Türkiye-Almanya maçını evde izledim, yalnız başıma. Kocaman bir tabak salata yaptım, yanında hafif bir iki çeşit peynir. Güney Afrika’dan gelmiş beyaz şarap da eksik değildi soframda. Buna rağmen 3:2 yenildik. Kazanan taraf hep coşuyor, kaybeden ise derin bir suskunluğa gömülüyor yüzlerindeki boyalarla, sırtlarındaki, ellerindeki bayraklarla. Türklerle Almanlar arasında artan gerginlik kötü bir yöne sürüklenmedi. Gazetelerin de yazdığı gibi “dostluk kazandı.” Dostluk gerçekten bir şeyler kazandı mı acaba? 26 Haziran, Perşembe “Avrupa Birliği (AB) Temel Haklar Ajansı, AB üyesi ülkelerin ırkçılıkla mücadelede sınıfta kaldıklarını söyledi. Birçok ülkenin AB’nin ırk eşitliği direktiflerini yerine getirmediğine işaret eden Ajans, AB’dede en çok ayrımcılığa uğrayanların Romanlar olduğunu kaydetti. Raporda ‘Irkçılık, ayrımcılık, kökleşmiş dezavantajlar, ırkçı şiddet ve saldırılar Avrupa’daki birçok kişi için hayatın bir gerçeği olmaya devam ediyor’ denildi.” Ajansın raporunda Almanya’ya “özel” bir eleştiri gelmiş. Rapora göre “2007’nin sonuna kadar Almanya, ırkçı nedenlerle yapılan ayrımcılık konusunda bir tek yaptırım hayata geçireme”miş. (Evrensel, 26 Haziran) Tüm bunlar düşündürücü elbette. Hem içinde yaşadığım toplumun geleceğinden, hem doğduğum ülkenin geleceğinden ve hem de dünyanın geleceğinden endişe ediyorum. Daha doğrusu korkuyorum. Çocuklarım ve onların arkadaşları için korkuyorum. İnsanlığın sonunu merak ediyorum. Adonis’in şu dizeleri benim kaygılarımla örtüşüyor mu acaba? “Havanın ne gereği var bize, zincirlerin kucağında doğanlara? / Ama al beni ey madenin üveyiği, ey uçan âlet, al beni, gövdem / esirle karışırken ve erirken ayaklarım havada. Evet, şu anda bir âletin / yüzünü bir insan yüzünden çok yeğliyorum.” (Kör Kâhin, s. 77) 27 Haziran, Cuma Ne zor geçti bugün, ne zor! Öğrenciler hiç çekilmiyor, iyice azıttılar ve kan beynime sıçradı durdu. Bir ikisini dövmek geçti içimden, hem de evire çevire. Ece Ayhan’ın “Futbol”la ilgili Öküz’lemeler’deki (2004) şu sözleri (konuşması) geldi aklıma: “Mahallede Hava Çeliği takımımız vardı. Bir gün Tomtom Mahallesi bizi yendi. Tophane takımı. Onlar maç ederken küfür de ederler, tükürürler, en uzağa işerler. Bir gün onları Taksim’de yendik biz. İlhan Berk soruyor bize, Kaç kaç? Ulan, dedim, maç 1946’da olmuştu, ben nereden bileyim şimdi kaç kaçtı! Zamanında Beyoğlu’nda Galatasaray’da oturan biri olarak Galatasaraylıyım.” (s. 32) 28 Haziran, Cumartesi “kimi şairler sistemin içinde konumlandıkça; sorgulayan, başkaldıran, özgürleştirici kimliğinden eksildikçe; ürününün metalaşmasına kayıtsız kaldıkça; şair, piyasa için dize kurdukça, onları şairden çok, sistemde kendilerine yolaçmaya çalışan esnaf kimliği içinde değerlendirmek gerekecektir. Esnaflaşan sanatçının yolu çaresiz tıkanır.” İsmail Mert Başat böyle yorumluyor son günlerin şairini Gökyüzünden Başka Sınır Yok’ta (2008) topladığı denemelerinin birinde. Düşünen ve düşündükçe günümüz şiirinin ev şairinin durumunu ayrıntılı ele alan İ.M. Başat, okuru da düşündürtüyor. Düşünmeye çok gereksinimi olan bir toplumuz. Acele kararlarla bir yere varılamayacağını, ani hareketlerle ne zararlar verildiğini kabul etmek gerekiyor artık. “Yaşamın Magmasında”n “Yaşamın Alev Hali”ne uzanıyor bu kitapta demlenen denemeler. Bütün günümü Gökyüzünden Başka Sınır Yok’la geçirdim. Hava da zaten yağmurluydu. 29 Haziran, Pazar Ressam Abuzer Güler’in bahçesinde, şair Acem Özler’in de yer aldığı, beyaz şarabın ve çeşitli peynirlerin eşliğinde uzun uzun sohbet etmek sinirlerimi yatıştırdı. Cuma günü ortaokul son sınıf öğrencilerinin yerinden oynattığı sinirlerim yüzünden geceleri rahat uyuyamıyor ve bir türlü sakinleşemiyorum. Politikadan sanata, kadınlardan tatile... uzandık. Sonra da Abuzer atölyesinde yeni çalışmalarını gösterdi bize. Biraz fazla karışma gibi oldu ama resimlerinde bir başka boyut, renk olarak, eksik gibi geldi bana. Onun için karton borulardan yaptığı düzenlemelerin ve üçgen asılan tablolarının arasına kışkırtıcı, resmi daha dikkat edilir kılacağını düşündüğüm önerilerim oldu. Kırmızı, mavi çizgileri önerdim. Bakalım aklı yatacak mı? Almanya’nın İspanya’ya yenilmesine çok sevindim. Almanların burunları çok büyümüştü çünkü. Ayrıca İspanya’yı yeneceklerinden o kadar emindiler ki, dalga geçer gibi oynadılar maçı. Üstelik son derece sert ve bol faullü. Maçın bitiş düdüğüyle birlikte yığılıp kaldılar. Tüm Almanya’da ve Brandenburg Kapısı’nda toplanan yarım milyon insanda çıt çıkmadı uzun bir süre. Türkleri yendiklerinde nasıl da alay doluydular. Hiçbir Alman kendi bayrağının dışında başka bir bayrak taşmadı bu karşılaşmalar sırasında. Ama Polonyalısı, İtalyanı, Türkü, Hırvatı, İspanyolu Alman bayrağı da taktılar arabalarına. Üstün ırk psikolojisi çok fazla öne çıkmaya başladı Almanlarda. Bu da ilerisi için giderek tehlikeli olacak bir durum bana göre. 30 Haziran, Pazartesi Dün gece de çok kötü uyudum. Kalbimde sıkışmalar oldu. Kaç kez kalktım dolaştım evin içinde. Uykusuzluktan yorgun düştüm. Kulak çınlamam çıtanın en yükseğinde geziniyor. Kafam sepet gibi. Okula gidemeyeceğim. Okula telefon edip hasta olduğumu bildirdim. Sonra da doktora gittim. “Bir hafta evde kalın” dedi. Kitap okumaya çalışıyorum, nafile. Olmuyor. Okuduklarımdan hiçbir şey anlamıyorum. Divana uzanıp televizyon bakmaya çalışıyorum. Onca abuk sabuk program var ki, bir tane seyredilecek ciddi bir şey bulamadım ve kapattım televizyonu. Gözüm at kestanelerine takılıyor. Sonbahar gelmeden sararıp soldu at kestanelerinin yaprakları. Hastalandılar yine.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|