![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Litvanya Parlamentosu’nda Çerkes Soykırımı Tartışmaları: Tarih, Hafıza ve Uluslararası Sorumluluk
Aralık 2025’te Litvanya Parlamentosu (Seimas), Rus İmparatorluğu’nun Kuzey Kafkasya’da Çerkes halkına karşı yürüttüğü askeri işgal, zorunlu sürgün ve kitlesel imha politikalarının tarihsel ve çağdaş boyutlarını ele alan uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı. “Tarih ve Çağdaş Siyaset Bağlamında Çerkes Soykırımı” başlıklı bu toplantı, yalnızca akademik bir tartışma değil, aynı zamanda tarihi hafızanın, insan haklarının ve siyasal etik sorumluluğun yeniden gündeme taşınması anlamına geliyordu.Konferansa farklı ülkelerden akademisyenler, insan hakları uzmanları, Çerkes sivil toplum temsilcileri ve diaspora örgütleri katıldı. Tartışmalar, 1763–1864 yılları arasında Rus İmparatorluğu’nun yürüttüğü savaş ve kolonizasyon politikalarının, Çerkes nüfusunun büyük bölümünün öldürülmesine, zorunlu göçe sürüklenmesine ve tarihsel coğrafyasından koparılmasına yol açtığı gerçeği üzerine kuruldu. Çerkes topluluklarının belleğinde “sürgün ve felaket” olarak yer eden bu süreç, konferans kapsamında soykırım kavramı çerçevesinde hukuki ve tarihsel bir yaklaşımla yeniden değerlendirildi. Konuşmacılar, zorunlu yer değiştirme, Karadeniz üzerinden kitlesel göç, yüksek ölüm oranları, kültürel ve dilsel baskılar ile dönüş hakkının sistematik şekilde engellenmesini insanlık suçu ve etnik yıkım dinamikleriyle ilişkilendirerek ele aldılar. Ayrıca, günümüzde Çerkes kimliğinin korunması, dil ve kültür hakları, diasporada kimliğin yeniden inşası ve Rusya Federasyonu’nun bölgesel politikaları bağlamında güncel sorunlara da dikkat çekildi. Konferansta öne çıkan talepler üç ana başlıkta toplandı. Çerkes Soykırımı’nın uluslararası düzeyde tanınması ve tarihsel adalet çerçevesinde değerlendirilmesi, Çerkes halkının kültürel, dilsel ve kimlik haklarının korunması ve desteklenmesi, Tarihsel topraklarla bağın, dönüş ve aidiyet hakkı perspektifinde ele alınması. Toplantı sonunda parlamento düzeyinde bağlayıcı bir yasa veya tanıma kararı çıkarılmadı, ancak konferans katılımcıları, uluslararası toplumu tarihsel sorumluluk ve vicdani yüzleşmeye davet eden bir metin ortaya koydu. Bu metin, yalnızca geçmişin muhasebesi değil, aynı zamanda günümüz siyasetinin ahlaki sınavı niteliğindeydi. Çerkes Soykırımı tartışması, Litvanya’nın bu konferansla üstlendiği rol sayesinde, Avrupa siyasal hafızası içerisinde daha görünür bir konuma taşındı. Litvanya’nın tarihsel travmalarla yüzleşme tecrübesi, bu girişime ayrı bir anlam kazandırdı. Tarihi adalet talebi yalnızca Çerkes halkının değil, bütün insanlığın ortak meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti’ne Açık Davet, Tarihle Yüzleşmek, Adaletle Büyümektir. Çerkes halkının önemli bir bölümü bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Onlar bu ülkenin ekonomisine, kültürüne, toplumsal yaşamına ve kolektif hafızasına derin katkı sunan asli kurucu unsurlardan biridir. Türkiye, tarih boyunca Çerkes sürgününden sağ kurtulanlara sığınak ve yaşam alanı olmuş, onların kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmelerine imkan sağlamıştır. Tam da bu nedenle, Türkiye’nin bu tarihsel trajedi karşısında takınacağı tavır yalnızca diplomatik değil, aynı zamanda insani, ahlaki ve vicdani bir tutum olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin; Çerkes Soykırımı’nı tarihsel ve insani bir perspektifle tanıması, Bu tanımayı bir nefret ya da ayrışma politikası değil, ortak hafızanın onarımı olarak konumlandırması, Çerkes diasporasının kimlik, kültür ve hafıza çalışmalarını kurumsal düzeyde desteklemesi, hem ülkemizin çoğulcu yapısına hem de insanlık onuruna yakışan bir adım olacaktır. Bu çağrı bir geçmişle hesaplaşma çağrısı değil, adaletle büyüyen bir gelecek kurma çağrısıdır. Türkiye, bu konuda öncü bir irade ortaya koyarak, hem Çerkes halkının tarihsel yarasına merhem olabilir hem de uluslararası topluma cesur bir demokratik hafıza örneği sunabilir. Çerkes Soykırımı’nın tanınması meselesi yalnızca tarihsel bir tartışma değildir, aynı zamanda uluslararası hukuk, insan hakları rejimi ve devletlerin etik sorumluluğu ile doğrudan bağlantılıdır. Modern uluslararası hukuk, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası geliştirilen normatif çerçevede, zorunlu sürgün, kitlesel imha, etnik temizleme ve kültürel yıkım gibi eylemleri insanlığa karşı suçlar kategorisine yerleştirmiştir. 1864 sonrası Çerkes nüfusunun çok büyük bir kısmının toplu sürgüne zorlanması, göç yollarında on binlerce insanın hayatını kaybetmesi, geri dönüşün sistematik şekilde engellenmesi ve kültürel varlığın büyük ölçüde parçalanması, bu sürecin yalın bir askeri operasyon değil, demografik ve siyasal mühendislik niteliği taşıdığını göstermektedir. Bu nedenle, akademik literatürde giderek güçlenen yaklaşım, Çerkes tecrübesini “etno-demografik kırılma ve soykırım politikası” perspektifinde değerlendirmektedir. Uluslararası hukukta tanıma, tek başına geçmişi geri getirmez, ancak adaletin sembolik ve politik boyutunu görünür kılar. Tanıma aynı zamanda, mağdur toplulukların kimlik mücadelesi ve kolektif hafızasının meşruiyet kazanmasına imkan tanır. Bu doğrultuda Litvanya Parlamentosu’nun girişimi, yalnızca bir akademik etkinlik değil, aynı zamanda Avrupa’nın tarihsel hafızasına etik bir müdahale niteliği taşımaktadır. Türkiye, Çerkes diasporasının demografik ve kültürel açıdan en yoğun bulunduğu ülkelerden biridir. Sürgün sonrası yeni bir hayat kuran milyonlarca insan, bu topraklarda kök salmış, Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişimine kalıcı katkılar sunmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin bu tarihsel meseleye yaklaşımı, yalnızca dış politika bağlamında değil, kendi toplumsal hafızası ve çoğulcu kimliği açısından da belirleyicidir. Türkiye’nin Çerkes Soykırımı’nı tanıması; Çerkes vatandaşlarına yönelik sembolik ve insani bir vefa, Tarihsel travmaların inkar değil, onarım üzerinden ele alınması, Çok kültürlü vatandaşlık anlayışının güçlendirilmesi, anlamına gelecektir. Bu adım, bir dış politika gerilimi üretmek için değil, insani ve ahlaki bir duruş sergilemek için atılmalıdır. Türkiye’nin güçlü tarihi, ancak doğruluk, empati ve sorumluluk duygusuyla daha sağlam bir gelecek tahayyülüne dönüşebilir. Bugün dünya, savaşların, yerinden edilmelerin ve kimlik krizlerinin yeniden yoğunlaştığı bir dönemden geçiyor. Bu bağlamda Çerkes Soykırımı’nın tanınması, yalnızca geçmişin acısını anlamak değil, aynı zamanda bugünün politik pratiklerine etik bir sınır koymak anlamına gelir. Tarihin inkarı iktidarları kısa süreli rahatlatır, ancak halkların hafızasında sessiz bir yara olarak kalır. Tanıma ise ayrıştırmaz, aksine toplumsal güveni ve ortak gelecek fikrini güçlendirir. Türkiye Cumhuriyeti’ni, tarihsel sorumluluk bilinciyle, Çerkes halkının yaşadığı bu büyük trajediyi insani, ahlaki ve vicdani bir perspektif içerisinde tanımaya, böylece hem kendi yurttaşlarına hem de dünyaya, adalet ve onur temelinde bir mesaj vermeye davet ediyoruz. Tarih, yüzleşebilen toplumları büyütür. Sessizlik ise yalnızca yarayı derinleştirir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |