![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
2025 New York Belediye Başkanı Seçimlerinin Ortaya Çıkardığı 5 Şaşırtıcı Gerçek
Seçim gecesi analizleri genellikle anlık sonuçlara, kazanan ve kaybeden büyük isimlere odaklanır. Manşetler atılır, haritalar renklendirilir ve siyasi uzmanlar bir sonraki hamleleri tahmin etmeye başlar. Ancak asıl önemli hikayeler, çoğu zaman bu gürültünün altında, verilerin ve daha az dikkat çeken yarışların derinliklerinde gizlidir. Bu yazının amacı, 2025 seçimlerinden çıkan en şaşırtıcı, sezgilere aykırı ve uzun vadeli sonuçları derinlemesine inceleyerek Amerikan siyasetinin geleceğine dair önemli ipuçları sunmaktır. Sizi, siyasetin bilinen yüzeyinin altındaki daha derin akımları keşfetmeye davet ediyoruz.Kapitalizmin Başkentinde Bir Sosyalist, İdeolojiden Değil Cüzdanınızdan Bahsederek Kazandı Zohran Mamdani'nin New York Belediye Başkanı seçilmesi, modern Amerikan siyasetindeki en şaşırtıcı gelişmelerden biriydi. Kendini "demokratik sosyalist" olarak tanımlayan bir adayın, küresel finansın merkezinde zafer kazanması, alışıldık siyasi mantığı altüst etti. Ancak zaferin şifreleri, ideolojik sloganlarda değil, New Yorkluların cüzdanlarını doğrudan ilgilendiren somut, ulaşılabilir vaatlerde gizliydi. Mamdani, kampanyasını "ulaşılabilirlik" (affordability) mesajı etrafında ördü ve seçmenlere hayatlarını anında etkileyecek vaatler sundu: kiraların dondurulması, ücretsiz otobüsler ve şehir tarafından işletilen ucuz marketler. Bu yaklaşım, The New York Times'ın "prekaryanın yükselen koalisyonu" olarak adlandırdığı, ekonomik olarak güvencesiz hisseden ancak ille de düşük gelirli olmayan yeni bir seçmen grubunu harekete geçirdi. SSRS sandık çıkış anketine göre bu koalisyonun demografik yapısı, geleneksel sınıf ayrımlarını aşıyordu. Mamdani, üniversite mezunları arasında eski Vali Andrew Cuomo'yu %57'ye %38 gibi net bir farkla geçerken, üniversite diploması olmayan seçmenleri %40'a %48 ile kaybetti. Zaferinin asıl anahtarı, yıllık geliri 50.000 ila 200.000 dolar arasında olan ve iyi gelirlerine rağmen şehrin ezici yaşam maliyeti altında ezilen seçmenlerden aldığı güçlü destekte yatıyordu. Gençler üzerindeki etkisi ise eziciydi; 30 yaş altı seçmenlerin %78'inin oyunu aldı. Mamdani'nin başarısının ardındaki asıl güç, New York tarihindeki en büyük saha operasyonu olarak tanımlanan, 100.000'den fazla gönüllüden oluşan "durdurulamaz bir güç" idi. Bu devasa taban hareketinin doğası, rakibi Cuomo'nun kampanyasıyla keskin bir tezat oluşturuyordu. Cuomo'nun ekibi kapı kapı dolaşan görevlilere ödeme yaparken, Mamdani'nin ordusu tamamen gönüllülerden oluşuyordu; bu da iki kampanya arasındaki coşku ve adanmışlık farkını net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu gönüllüler, "ahkam kesme siyasetini dinleme siyasetine" dönüştürerek Mamdani'nin mesajını şehrin her köşesine taşıdı. Bu sonucun yansıması, Demokrat Parti'nin ulusal stratejisine yönelik derin bir sorgulama barındırıyor. Mamdani'nin zaferi, anketlere dayalı, yukarıdan aşağıya dayatılan ve seçmenleri ikna edilecek rakamlar olarak gören "popülarizm" stratejilerine doğrudan bir meydan okumadır. Onun yöntemi, seçmenlerin günlük ekonomik mücadelelerine odaklanan, dinlemeye dayalı, aşağıdan yukarıya bir hareket inşa etmenin, Amerika'nın finans merkezinde bile ne kadar güçlü olabileceğini gösterdi. Bu, partinin geleceğinin, seçmenlere ne istediklerini söylemek yerine, onlara neye ihtiyaç duyduklarını sorarak şekillenebileceğinin en somut kanıtıdır. Demokratların Geleceği, Güvenlik Geçmişi Olan Ilımlı Kadınlar Olabilir Zohran Mamdani'nin New York'taki radikal zaferi manşetleri süslerken, Demokrat Parti'nin ruhu için bir iç savaş, daha sessiz ama en az o kadar önemli sonuçlarla başka eyaletlerde yaşanıyordu. New Jersey ve Virginia'daki valilik yarışları, partinin ulusal başarı formülünün bambaşka bir yönde, Mamdani'nin modeline neredeyse taban tabana zıt bir stratejide yatıyor olabileceğine işaret ediyor. New York'taki sosyalist zaferin aksine, New Jersey'de Mikie Sherrill ve Virginia'da Abigail Spanberger, ılımlı bir platformda yarışarak sağlam zaferler kazandılar. Bu iki adayın kazanan formülü, iki ortak sütun üzerine inşa edilmişti: sorgulanamaz ulusal güvenlik kimlikleri ve mutfak masası ekonomisine disiplinli bir odaklanma. Her ikisi de güçlü güvenlik geçmişine sahip merkezci kadınlardı; Sherrill, Donanma'da on yıl helikopter pilotu olarak görev yapmış, Spanberger ise eski bir CIA görevlisiydi. Kampanyalarını büyük ölçüde ekonomi, kamu güvenliği ve sağlık hizmetleri gibi temel konular üzerine kurdular ve partinin "aşırı sol" olarak algılanan politikalarından bilinçli olarak uzak durarak merkezdeki seçmenlere hitap ettiler. Bu strateji sandıkta karşılığını buldu. Her iki aday da 2024'te Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in aynı eyaletlerdeki performansından daha iyi sonuçlar alarak, partinin kan kaybettiği bölgelerde seçmenleri geri kazandı. Özellikle, 2024'te Demokratlardan uzaklaşan Hispanik seçmenlerin, Passaic County (New Jersey) gibi kritik bölgelerde partiye geri dönmesi dikkat çekiciydi. Bu, ılımlı ve güvenlik odaklı mesajların, partinin kaybettiği bazı kilit demografik grupları geri getirebileceğini gösteriyor. Bu durum, Demokrat Parti'nin geleceği için birbiriyle yarışan, hatta potansiyel olarak birbiriyle bağdaşmayan iki zafer teorisini ortaya koyuyor. Partinin ulusal iktidara giden yolu, Mamdani'nin New York'ta yaptığı gibi yeni, genç ve şehirli bir koalisyonu harekete geçirmekten mi geçiyor? Yoksa, Brookings Enstitüsü'nden Elaine Kamarck'ın belirttiği gibi, Sherrill ve Spanberger gibi güvenlik odaklı ılımlıların, "2024'te Trump'a kaybedilen zemini geri kazanmasını" sağlayan bir formülle banliyö ve kararsız seçmenleri kazanmaktan mı? 2025 seçimleri, bu iki modelden hangisinin daha sürdürülebilir olduğuna dair net bir cevap vermiyor; aksine, partinin önündeki derin ideolojik yol ayrımını gözler önüne seriyor. Seçmenler Ekonomik Darbe Aldığında, Daha Fazla Değil, Daha Az Devlet Yardımı Talep Edebilir AP anketine göre seçmenlerin en büyük endişesi ekonomi, işler ve yaşam maliyeti. Geleneksel siyasi mantık, ekonomik sıkıntı çeken seçmenlerin, devletin yeniden dağıtım politikalarını destekleyen sol partilere yöneleceğini varsayar. Ancak siyasetin en sezgilere aykırı dinamiklerinden biri, ekonomik kaygıların her zaman daha fazla sosyal yardım talebine yol açmadığı gerçeğidir. Peki, ekonomik olarak zorlanan seçmenler neden bazen sosyal yardımları azaltan sağ partilere yönelir? Bu paradoksun ardındaki mekanizmayı, Nicola Gennaioli ve Guido Tabellini'nin "Identity Politics" başlıklı akademik makalesi aydınlatıyor. Araştırma, "Çin şoku" gibi uluslararası ticaret şoklarından olumsuz etkilenen bölgelerdeki seçmenlerin beklenmedik tepkiler verdiğini gösteriyor: eğer yoksullarsa, daha az yeniden dağıtım talep ediyorlar. Araştırma bu durumu şöyle açıklıyor: Bu ekonomik şoklar, öncelikli olarak daha az eğitimli ve kültürel olarak daha muhafazakar işçileri vurduğu için, şok onların sınıf kimlikleri yerine kültürel kimliklerini daha fazla ön plana çıkarıyor. Sonuç olarak, bu seçmenler ekonomik dayanışma yerine kültürel şikayetlere öncelik vermeye başlıyorlar. Bu durum, seçmen kimliğinin "sınıf" ekseninden "kültür" eksenine kaymasının bir sonucudur. Seçmenler, kendilerini ekonomik çıkarları üzerinden değil, kültürel kimlikleri (din, ırk, geleneksel değerler) üzerinden tanımladıklarında, ekonomik bölünme kültürel bölünmenin gölgesinde kalır. Bu dinamiği en çarpıcı şekilde özetleyen ve Lyndon B. Johnson'a atfedilen söz, durumu net bir şekilde ortaya koyuyor: “En alttaki beyaz adamı, en iyi renkli adamdan daha iyi olduğuna ikna edebilirseniz, cebini soyduğunuzu fark etmez. Cehennem, ona aşağılayabileceği birini verin, ceplerini sizin için boşaltır.” Bu dinamik, günümüz siyasetinde ekonomik mesajların neden bazen hedefine ulaşamadığını açıklıyor. Bu yeni bir olgu değil; Franklin D. Roosevelt'in bile New Deal programını geçirebilmek için beyaz ırkçıları yatıştırmak zorunda kalması, bu gerilimin ne kadar köklü olduğunu gösteriyor. Ancak bugün bu fay hattı, siyasetin merkezi savaş alanına dönüşmüş durumda. Siyasi aktörler, "insanları kimlik meseleleri üzerinden birbiriyle kavga ettirerek zenginlerin daha da zenginleşmesini" sağlamak için bu kültürel bölünmeleri ustalıkla kullanıyor ve seçmenleri ekonomik refah vaatlerinden çok, kültürel kimliklerini koruma vaadiyle kendi saflarına çekiyorlar. Seçmenler, Trump'ın Seçim Gündemine Karşı Net Bir Sınır Çizdi 2025 seçimleri, seçmenlerin Donald Trump'ın seçim bütünlüğü ve oy verme süreçlerine yönelik kısıtlayıcı gündemine karşı net ve güçlü bir duruş sergilediği bir referandum niteliği taşıdı. Ülke genelindeki farklı eyaletlerde alınan sonuçlar, bu konuda halkın nabzının Trump'ın iddialarıyla örtüşmediğini gösterdi. Bu eğilimin en güçlü kanıtı Maine'de yaşandı. Trump tarafından desteklenen ve seçmen kimliği zorunluluğu ile devamsız oy kullanma süresinin kısaltılması gibi bir dizi kısıtlama getiren "Soru 1" önerisi, Maine seçmenleri tarafından %64'e %36 gibi ezici bir çoğunlukla reddedildi. Bu sonuç, Cumhuriyetçi Eyalet Liderliği Komitesi'ne bağlı muhafazakar grupların iyi finanse edilmiş kampanyasına rağmen geldi. Bu, sadece Trump'a bir tepki değil, aynı zamanda oy verme hakkını kısıtlamaya yönelik belirli bir siyasi stratejinin sınırlarını gösteren açık bir ret kararıydı. Bu hava, Demokratların zafer kazandığı diğer eyaletlerde de kendini gösterdi. AP anketine göre, Virginia ve New Jersey'deki seçmenlerin yaklaşık %60'ı "ülkede işlerin gidişatından" "öfkeli" veya "memnuniyetsiz" olduğunu belirtti. California'da ise Teksas'taki Cumhuriyetçilerin seçim bölgelerini kendi lehlerine yeniden çizme hamlesine karşı bir önlem olarak sunulan "Prop 50" önergesi kolayca onaylandı. Bu önerge, Demokratlara avantaj sağlayacak şekilde kongre bölgelerini yeniden çizmeyi mümkün kılıyordu. Bu sonuçlar, Trump'ın seçim bütünlüğü ve oy verme kısıtlamaları konusundaki söyleminin genel halk nezdinde ne kadar az destek bulduğunu gösteren güçlü bir kanıttır. Seçmenler, oy verme erişimini zorlaştıran değil, kolaylaştıran politikaları tercih ettiklerini net bir şekilde ortaya koydular. Bu durum, Cumhuriyetçi Parti'nin 2026 ara seçimlerine yönelik stratejisi için ciddi bir uyarı niteliği taşıyor. En Önemli Siyasi Savaşlar Washington'da Değil, Eyalet Başkentlerinde Yaşanıyor Washington'daki siyasi felç ve partizan gürültü, ülkenin demokratik geleceğini şekillendiren asıl mücadelelerin yaşandığı arenayı genellikle gölgede bırakıyor. 2025 seçimleri, siyasi gücün gelecekteki kurallarının yazıldığı birincil arenanın federal başkent değil, eyalet başkentleri olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bu "görünmez savaşlar", 2028 başkanlık seçiminin sonucunu herhangi bir başkanlık münazarasından çok daha fazla etkileyecek. Bu trendin en çarpıcı örneği, Pensilvanya'daki Yüksek Mahkeme yargıçlığı seçimlerinde yaşandı. Normalde pek dikkat çekmeyen bu yarışlara 9 milyon dolardan fazla para harcandı. Demokratlar, üç sandalyeyi de kazanarak mahkemedeki 5-2'lik kritik çoğunluklarını korudular. Bu zaferin önemi abartılamaz: Bu mahkeme, 2026 ara seçimleri öncesinde seçim bölgelerinin yeniden çizilmesi (gerrymandering), oy verme prosedürleri ve kürtaj hakkı gibi ülkenin kaderini etkileyecek konularda son sözü söyleyecek. Bu yeniden sınır çizme savaşı, sadece Pensilvanya ile sınırlı değil, ulusal bir mücadeleye dönüşmüş durumda. California'daki Prop 50 zaferi, Teksas'ın Cumhuriyetçilere avantaj sağlamak için on yıllık nüfus sayımı dışında kongre bölgelerini yeniden çizme hamlesine doğrudan bir yanıttı. Virginia, Ohio, Missouri ve Maryland gibi eyaletlerde de benzer "on yıl ortası yeniden sınır çizme" tartışmalarının yaşanması, mücadelenin ne kadar yaygınlaştığını gösteriyor. Washington'daki tıkanıklık devam ederken, siyasi gücün gerçek dengesi, eyalet mahkemeleri ve yasama meclisleri gibi daha az göz önünde olan arenalarda belirleniyor. Oy verme haklarından seçim bölgelerinin sınırlarına kadar en temel demokratik kuralları belirleyen bu savaşlar, 2026 ara seçimleri ve 2028 başkanlık yarışının çerçevesini şimdiden çiziyor ve ülkenin gelecekteki siyasi haritasını sessizce şekillendiriyor. Parçalanmış Bir Manzara ve Cevaplanmamış Sorular 2025 seçimleri, Amerikan siyasetinin geleceği için tek ve net bir yol haritası sunmaktan çok, birbiriyle çelişen akımları ve derinleşen fay hatlarını ortaya koydu. Bir yanda New York'ta ekonomik sorunlara odaklanan taban hareketinin zaferi, diğer yanda ılımlı valilerin güvenlik ve merkezci politikalarla kazandığı başarılar var. Bu tablo, Demokratlar için birbiriyle yarışan modeller sunarken, ekonomik kaygıların seçmenleri her zaman sol politikalara yöneltmediğini, aksine derinleşen kültürel kimlik savaşlarının siyasi tercihleri nasıl şekillendirdiğini gösterdi. Seçimler, parçalanmış bir siyasi manzara ve bir dizi cevapsız soru bıraktı. Belki de en önemlisi şudur: Bu yeni siyasi fay hatları sertleşirken, Amerika'nın hangi vizyonu nihayetinde daha dayanıklı olacak: ortak ekonomik mücadelelere dayanan bir vizyon mu, yoksa kültürel bağlılıklarla tanımlanan bir vizyon mu? Kaynak: radyo.ayorum.com “Kimlik Siyaseti, Sınıf ve 2025 Seçimleri” başlıklı radyo programını dinleyebilirsiniz.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |