|
İnternetsizlikKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 06 Temmuz 2008 11:02:10 Yazacaklarımı toparlayamıyorum. Modemin bozulduğuna karar verdik. Yenisi alınacak. Tek çözüm bu gözüküyor şimdilik. İnternetle bir bağlantısı yok ama Rilke'nin şu iki dizesi dilimden düşmüyor bütün gündür: "çünkü ölür babalar / oğullar kalır ve çiçek açarlar"
Berlin Günceleri 9 – 15 Haziran 16 Haziran, Pazartesi Türk çocukları bayraklarla, bayraklı tişörtleriyle geldiler okula. Maç, goller, oyuncular üzerine tartışmalar gün boyu sürdü. Bizimkiler ezilmişliklerini, horlanmışlıklarını böyle anlarda üstlerinden atıyorlar, rahatlıyorlar. Göçmen çocukları artık Avrupa takımlarında göz doldurmaya başladı müzik piyasasından sonra. Sinemada da atılımlar var Fatih Akın’la başlayan atılım sürecinde. Edebiyatta, tiyatroda, resimde neler olacak acaba? Edebiyatta büyük yazar ve büyük yapıtlar için kırk elli yıllık göçün erken olduğunu düşünüyorum. Göçün ve yeni yaşamın, dramların, çıkmazların... iyice sindirilmesi için zaman gerekiyor. Yaşar Nabi, öykücü Ayşe Kilimci’ye yazdığı mektupta edebiyatçının uzun ve çileli yolu için şunları söylüyor: “Düz duvara tırmanmak gibi bir şeydir edebiyatçının çilesi. Niceleri daha ilk denemelerinde güçlüklerden yılarak pembe düşlerini yüreklerine gömüp, yaşamın daha pratik yollarını tutarlar. Ancak yılmayanlara, gerçek ateşi yüreklerinde taşıyanlara kanat gerer ilham perisi...” (s. 212) 17 Haziran, Salı Dün ve bugün bir ışık doğdu erken emeklilik için. Sosyaldemokratlar 63’ten 60’a indirmeye hazırlanıyorlar erken emeklilik yaşını. Buna benim kadar sevinen çıkar mı bilmiyorum. 65 yaşına kadar öğretmen olarak çalışmak düşüncesi bile beni çıldırtmaya, depresyonların en koyusuna itiyor. Erkenden sevinmeyeyim, olmayıverir sonra. Ortağı CDU tekere taş falan koyar da. Emekliliğimi ben de yaşamak istiyorum ve iş gerginliğini üstümden atmanın keyfini çıkarayım istiyorum ömrümün geri kalan yıllarında. 18 Haziran, Çarşamba Kim kimin neyi, ne kadar ve nasıl yaşadığını bilebilir ki? Benim yaşadıklarımın izini ancak ben bilebilirim. Başkası ne bilebilir içimdeki oyukları, sertlikleri, kırıkları? Yitik Kent Ankara’da hiçbir abartı yok. Acaba neden Rahime yaşadıklarımı abarttığımı söyledi. “Sen onları yaşamadın ki” dedi. Onunla evlendiğimde 25 yaşındaydım. Ondan önceki yaşamımı, çektiğim zorlukları, özlemleri... nereden bilebilir ki? Ona ne kadar kendimi anlattım, anlatabildim acaba? Yaşamımın hiçbir anında abartı olmadı ve “yoksulluk edebiyatı” da yapmadım. Çok boynu bükük bir çocuk değildim ama her şeyi yerinde bir yaşamım da olmadı ve pek çok şeye yutkundum, sabırla yutkundum. Bunun kırgınlığını ancak ben bilebilirim. Sabaha kadar yaşamımı bir daha gözümün önüne getirdim, gözlerim yaşardı ve uykum kaçtı. 19 Haziran, Perşembe Tüm Berlin okullarının katıldığı bir şenlikte köfte ve sarma sattı okulumuzun öğrencileri. 3 kilo kıymadan 90 köfte çıkardı. Köfteler de köfte olmuştu hani. Yaprak sarması hazırdı. Vıcık vıcık yağ değildi. Türk öğrenciler şarkı söylediler, halk oyunlarından birkaç örnek sundular. Elektro saz ve darbuka izleyenleri coşturdu. Böyle anlarda eziklik ve aşağılamayı duyumsamıyor öğrenciler, tersine ülkelerinin kültürüyle övünüyorlar. İki dilliliğin, iki kültürlülüğün onların dünyalarına ve geleceklerine çok şey kattığını ilerde daha iyi anlayacaklar elbette, eğer iyi bir meslek sahibi olabilirlerse. Akşam eve yorgun geldim ve üstüm başım hep köfte kokuyordu. Duşla kendime geldim. Alman’ya Portekiz maçını izleyemedim. Ama Almanya’nin favori takımlardan Portekiz’i 3:2 yendiğini öğrendim. 20 Haziran, Cuma Sigortalı iş bulmanın mucize olduğunu yazıyor gazete (Evrensel). “Almanya’da uzun süre işsiz kalanların sadece yüzde 3.4’ünün sigortalı bir işe alındığı tespit edildi.” Bu nasıl can alıcı bir durum? Korkunç bir şey insanın geleceğinin sürekli kapkaranlık olması. İçim kararıyor gazeteyi okurken. İsveç’te telekulak yasası kabul edilmiş kamuoyunun karşı durmasına karşın. “Yasa Savunma Bakanlığı Radyo Kurumu’na (FRA) tüm telefon ve cep telefonu trafiğini dinleme, faks, SMS ve elektronik mektupların tamamını kontrol etme yetkisi” veriyormuş. Almanya’da da zaman zaman telekulakla ilgili bilgiler ve eleştiriler gündeme geliyor. Türkiye’de de devletin tutumu son dönemde epeyce eleştiri konusu olmuştu. Kişilik haklarına bir saldırı bu aslında. Kişinin özel yaşamı sürekli denetleniyor. Devlet, demek ki korku içinde, vatandaşlarından ödü kopuyor. Vatandaşlar da devletten korkuyor. Korkunun devlete ve vatandaşa verdiği ruhsal zararı bir düşünelim hele. 21 Haziran, Cumartesi Ahmet Erhan’ın son şiir kitabı Sahibin’den Satılık’ın son şiirinde kendini “1958 model” “markası silik” okunmayan, “antika” “Bir hayat” olarak ele alıyor. Engin Turgut da kendini “57 Model Chevrolet” le eşleştiriyor. Ahmet Erhan’la aralarında bir fark var Engin’in, o hayatını elden çıkarmak istemiyor, ama başa dönmek istiyor: “...kapısını açalım bin dokuz yüz elli yedi model Chevrolet’in! İsterseniz hayatı yokuşa sürelim ya da başa dönelim...” Geriye dönüp bakıldığında görülen manzara ise farklı bir fotoğraftır aslında: “...sanki çocukluğumuzun o top oynadığımız arsaya, üstü başı yırtılmış hurdaya dönüşmüş bir rüya sıkıntısının, ardına bakmadan koşan, harap olmuş kelimeler yokuşuna tırmanabiliriz.” Ahmet Erhan’la Engin Turgut farklı yerlerde buluşmuşlar. Şiirle geçen ömürleri ve sonunda arabaya dönüşen hayatları düşündüm durdum. İnternetin bu kadar yaşamıma kök saldığını bilmiyordum. Dünden beri internetsizim, giremiyorum bir türlü posta kutuma. Elim ayağım dolaştı bir birine, ne yapacağımı şaşırdım. Sağdan soldan yardım ve akıl almaya çalıştım ama olmuyor; olmuyor işte. Bir zamanlar mantar gibi durmadan çoğalan internet cafeleri şimdilerde her yerde bulmak ne mümkün! Sora soruştura bulduğum yerde de rahat edemedim. 20 dakika da bir “tamam mı, devam mı” diye soruyor alet, tüm dikkatim dağılıyor. Yazacaklarımı toparlayamıyorum. Modemin bozulduğuna karar verdik. Yenisi alınacak. Tek çözüm bu gözüküyor şimdilik. İnternetle bir bağlantısı yok ama Rilke’nin şu iki dizesi dilimden düşmüyor bütün gündür: “çünkü ölür babalar / oğullar kalır ve çiçek açarlar” 22 Haziran, Pazar Ne olduysa internetime giremiyorum. Nasıl sıkıntıdayım bu yüzden. Bu sabah internet cafeye kadar yürüdüm. Posta kutum çoğu gereksiz duyurular yüzünden iyice dolmuş. İnternetin günün birinde elim ayağım olacağını düşünemezdim bundan birkaç yıl önce. Bugün onsuz yapamıyorum işte. Tüm haberleşmem, yazışmam internetle oluyor artık. “Bu yazılar günce mi, arkadaşa mektuplar mı, malzeme yığını mı, kendi kendimle söyleşiler mi? Her neyse, faideli (!) bir iş sonunda, ülkemin hikâyesi.” (s. 270) Orası doğru. Adım adım 12 Eylül darbesine doğru yaklaşıyoruz. Benim gençliğimle, yaşadıklarımla örtüşen o kadar şey var ki Ah Benim Akortsuz Kalbim’de ve neden Ayşe Kilimci ile Ankara’da tanışmadığımıza şaşıp kalıyorum yazdıklarını okurken. Onun yazdıkları farklı, hem günce, hem anlatı gibi, bir yerde de tanıklık.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|