|
|
Trumbo Ve KazanKategori: Dünya | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 30 Haziran 2008 10:56:51 Bu hafta gösterime girecek olan bir film var, adı "Trumbo". Dalton Trumbo'yu tanıyanımız pek azdır. Film 1976'da 71 yaşında ölen Trumbo'nun yaşamıyla ilgili ve senaryosunu oğlu yazmış. Trumbo, 1940'ta 35 yaşındayken senaryo yazarlığına başlamış, o günlerin Hollywood'unda önemli filmlerin senaryolarına imza atmış, bir yandan da 1939'da "Coni silâhını aldı' adlı ilk romanını yazmış.
II. Dünya savaşının başlarında yazdığı romanda şöyle diyor: “Savaşta çarpışmak için adama ihitiyaç var ve insanlar geleceği görebilselerdi çarpışmayacaklardı. O yüzden geleceği maskeliyorlar, gelecekte ne olacağını sır olarak saklıyorlar. Çünkü biliyorlar ki bütün bu küçük insanlar, bu küçük askerler geleceği görebilseler soru sormaya başlayacaklardır. Soru soracaklar, bu soruların yanıtlarını bulacaklar ve önların savaşmasını isteyenlere ‘sizi yalancı, hırsız, orospu çocukları, savaşmayacağız, ölmeyeceğiz, yaşayacağız, dünya biziz, gelecek biziz ve ne yaparsanız yapın, ne nutuk çekerseniz çekin, ne slogan yazarsanız yazın bizi mezbahaya göndermenize izin vermeyeceğiz’ derlerdi.” 1943’te komünist partisine kaydını yaptıran Trumbo, savaş sonrası Amerika’yı kasıp kavuran McCarthy cadı avının hedefi olmuş. McCarthy komitesinin sorularına yanıt vermeyi ve arkadaşlarını ihbar etmeyi reddeden Trumbo’yu 1950’de hapse atmışlar. O zamana kadar Hollywood’un en tutulan senaryo yazarı olan Trumbo 1960’a kadar 320 kişiyi içeren kara listede kalmış. 1960’ta (Rus Yahudisi Issur Danielovitch) Kirk Douglas’ın yürekli girişimiyle Spartaküs filmine imzasını atmış. McCarthy’nin “Amerikan Karşıtı Etkinlikler Komitesi”ne Hollywood’da çalışan 41 kişi gönüllü olarak ifade vermiş ve 19 kişinin adını solcu diye ihbar etmiş. Bu 19 kişiden Bertolt Brecht ifade verdikten sonra Amerikayı terkedip Doğu Almanya’ya gitmiş. 10 kişi, Herbert Biberman, Lester Cole, Albert Maltz, Adrian Scott, Samuel Ornitz, Edward Dmytryk, Alvah BessieRing Lardner Jr., John Howard Lawson ve Dalton Trumbo sorulara yanıt vermeyi reddetmiş ve 6 ile 12 ay arası hapse mahkûm edilmiş. Bu isimler belki sizler için pek birşey ifade etmiyor ama bu onurlu, ahlâklı kişilere saygı borcumuz olduğunu düşünerek adlarını anmak istedim. Öte yandan aralarında (Istanbul doğumlu İlyas Kazancıoğlu) Elia Kazan’ın da bulunduğu diğerleri muhbirlik yapmayı kabullenip arkadaşlarının kara listeye alınmasına yol açmışlar. Daha sonra ABD Başkanı olacak ve o zamanlar sinema oyuncuları sendikası başkanı olan Reagan ve ünlü Walt Disney McCarthy ile işbirliği yapmışlar. Ünlü oyun yazarları Lillian Hellman ve Arthur Miller Elia Kazan’ı o zaman protesto etmişler ve uzun yıllar sonra 1999’da çok iyi bir film yönetmeni olarak sinemaya ömür boyu yaptığı katkı için Kazan’a özel Oscar verildiğinde Hollywood çalışanları 40-50 yıl önce yaptıklarını hatırlayarak Kazan’ı protesto etmişti. Bunları neden bugün hatırlıyoruz? Ahlâki değerlerin çıkarlar için göz kırpmadan feda edildiği bir dünyada ve dönemde, amaca ulaşmak için herşeyin mübah görüldüğü, açgözlülüğün saygın sayıldığı, bencilliğin tek geçerli değer olduğu bir ortamda yakın geçmişteki onurlu ve onursuz insanları anımsamak bence önemlidir. Benim ahlâksız, ilkesiz davranışlarım kimin umurunda, ya da nasıl olsa unutulur gider diyenlere “bâki kalan kubbede bir hoş sedâdır” diyerek öldüğümüzde ardımızda bırakacağımız iyi bir addan ya da kötü bir addan başka birşey olmadığını hatırlatmakta yarar var. Elia Kazan gibi mesleğinde gerçekten dünya çapında başarı kazanmış bir kişi de olsanız bir Dalton Trumbo veya Arthur Miller gibi saygıyla anılmayacağınızı bilmek ne denli önemli sizin için? Ahlâk ile din bilinçli olarak birlikte anılır ve çok kez karıştırılır. Dinsiz olan mutlaka ahlâksız, dindar olan da mutlaka ahlâklı imiş sanısı verilmeye çalışılır. Nasıl bazı insanların ahlâklı olmasına dinsel inançları yardımcı oluyorsa, başka birçok dindar insan da ahlâhsızlıklarına dini inançları çerçevesinde kılıf bulmakta zorlanmazlar. Dindarlık bir insanın ahlâklı olduğunun nasıl göstergesi değilse, dinsiz ya da ateist bir insanı ahlâksızmış gibi göstermek te dindarların oyunudur. İnsanların kendini aldatabilme kapasitesi sınır tanımaz. En ağır suçu işleyen kişi bile kendince bunu haklı gösterebilmek için en olmadık nedenler, mazeretler bulur, dürüst değilse uydurur. Dininin göstermelik gereklerini yerine getirip bir yandan da üçkağıtla, hırsızlıkla, dolandırıcılıkla cebini, kasasını dolduran, kilolarla altın biriktiren insanları çok görmüşüzdür. Bu insanların, ya da paçasını kurtarmak için arkadaşlarını ihbar edenlerin gece yattıklarında gözlerine nasıl uyku girer acaba? Trumbo’nun Amerikasına dönersek, televizyonda vaaz verip, bunlardan medet uman garibanların gönderdiği paralarla zengin olan dinciler nasıl oluyor da inandıkları cennetin kapılarının kendilerine açılacağını sanıyorlar? McCarthy cadı avında ifade veren Bertolt Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı” adlı bir oyunu var. Oyunun teması bozuk bir düzen içinde dürüst ve “iyi” bir insan olmanın ne denli güç, hattâ olanaksız olduğu. Brecht bundan giderek bozuk düzenin değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Peki bu bozuk düzenin değişmesi gerektiğine inansak bile, düzen değişinceye kadar düzene ayak uydurmamız, “gemisini kurtaran kaptan” mı dememiz gerekiyor? Hollywood 10’larının yaptığını yapmamak, Brecht gibi McCarthy’ye ifade vermek, sonra da çekip gitmek mi çözüm? Bütün bu soruların yanıtlarını bildiğim iddiasında değilim ama insanın bu soruları mutlaka kendisine sorması gerektiğine inanıyorum. Sonunda zaten “sorgulanmayan yaşamın yaşamaya değmez” olduğuna, yaşamımızı, değerlerimizi, davranışlarımızın bu değerlerle ne ölçüde örtüşüp ne ölçüde çeliştiğini sorgulamazsak, özümüzle sözümüz arasında uçurumlar varsa “odun gelmiş, odun gideceğimize” inanıyorum.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|