|
|
ÖZGÜRLÜK – HAK - TÖREL YAŞAM | 3 (*)Kategori: PLATON incelemeleri | 0 Yorum | Yazan: Metin Bobaroğlu | 25 Mayıs 2023 10:17:47 Toplumun iradesi toplumun ruhu oluyor. Neyi istiyor hep birlikte, eğer bunu yitirirlerse o zaman o toplum dağılır ve başka toplumlara yem olur. Peki ama o gereksinimden doğan, yaşam gereksinimlerinden doğan bir şeyi ortak olarak istemek birbirine bağlıyor ise ne olur? Hegel diyor ki; o gerçekleşir ise artık çözülür ya da daha üst bir ideye, istenci taşımak gerekir. O dönemdeki toplumun var olabilme, kaynaşabilme, bir arada yaşayabilme özelliği, niteliği, ortak bir istençtir. Bir şeyi istiyorlar hep beraber ve o coğrafyasına bağlıdır, tarih koşullarına, üretim biçimlerine, ilişkilere bağlıdır.
Denizci ise başka bir içeriktir, karacı ise başka bir içeriktir, çölde yaşıyor ise başka bir içerik, kuşku yok. Ama bir arada olma birbirine tutunma çünkü insan toplum varlığıdır. Toplum dışı tek başına yaşayamaz. Asıl şey bu; bizi tine- geist’a- doğru iten bir toplum olmaya iten asıl güdü tek başımıza yaşayamamamız. Tammuz, dumuzi yani günlük dilde nedir adı? Domuz, domuz dediğimiz, dumuzi, Temmuz. Domuz, sıcak demek, Tammuz sıcak, çok güneşli. insanın gereksinimlerini karşılayan doğal yapılar tanrı diye nitelendirilmiş. Tarımı başlatan domuz. Yeri kazıyor, altından yumruları yiyor sonra dışkı olarak çıkartıyor ve kazdığı yere gübreli bir biçimde yediği şeylerin çekirdeklerini bırakıyor. Domuzun geçtiği yerden, bir tane domuz değil, onlar böyle yüzlercesi aynı sahaya girerler, bir tarlayı böyle kazarlar ve dışkıları gübredir, sindiremedikleri tohumlar o gübrenin içinde kazılmış toprağa düşer ve arkadan bakarsınız hayat fışkırır oradan. Domuz neden kutsalmış işte bu kadar basitmiş yani. Hiç hayretler de filan kalmaya gerek yok. Gerçeklikle ilgisi kuruldu mu her şey anlaşılır olur. Sadece bu kadar değil, simgesellik zihinde simgesellik çoklu anlam içerdiği için bu doğa ile ilişki aşamasını anlattım ama bunun tinle ilişkisi, insanlar arası ilişki daha işte egonun evrimleri onlarla olan ilişkide her aşamada anlam taşır bu semboller, bu idoller. Şimdi iyiyi istemek dedik. Belirli bir formda özgürlük ve iyiyi etik yaşam olarak istemek, onun yasalarını istemek onu yasal kılmak onu ussal kılmak demektir. Yoksa iyiyi sadece istemek yeterli değildir. O halde edimsellik sözü Hegel’de kavram edimseldir. İde edimseldir sözü onu cisimleştirmek, onu nesnelleştirmek, onu olgusallaştırmak anlamına geliyor. Yani şöyle diyelim; ete kemiğe büründürmek. İde ete kemiğe büründüğü zaman realität olur. Şimdi burada da Hegel bu felsefi kavramı aslında dinde bulduğunu söylüyor bize; yani dinde vardı ben onu kavram yaptım. Nasıl yani “ide edimseldir” dinde var mıymış? Nasıl yani dinde varmış, ide edimseldir ete kemiğe bürünür. İzah ediyor ki; İsa, ilahi kelamdır, ete kemiğe bürünmüş ilahi kelamdır. İşte dinde vardır diyor. Yunus Emre bizlere sesleniyor diyor ki: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm”. İde edimseldir dedi bak. Düşünce, bilinç realize oldu ve kişi haline geldi. Yunus söylüyor duymuyoruz, İsa söylüyor zaten o başkalarının malı filan. Felsefe yapacağız ama neyin üzerine, onlar yaşam deneyiminden çıktı. Binlerce yılın tecrübelerinin insan hayatını bugüne taşımasındaki temel unsurlar, onların kavrama dönüştürülmesi. Hegel sanrı ile uğraşmıyor. Var olan kültürü bilince taşımak, bilinçli kılmak, onu sürekli kılmanın aracıdır diyor. Kavram kurum olarak geçiciyi kalıcı kılar. Geçişleri bilmezsek oluşmayı anlayamayız. Geçişleri anlarsak yasaları buluruz diyor. Ve bu yasalar kurumlarda ete kemiğe bürünmüş olarak kavranırlar ve kavram budur bu olgudur. Ete kemiğe büründüğü zaman kavram edimseldir, yoksa edimsel değildir. Sadece bir zihinsel oyun olarak kalır. Bu nedenle etiğin görüş noktasından bakıldığında ancak tıpkı sevgi dolu bir ailenin üyeleri gibi sivil toplumun ve devletin kurumlarında yasaya saygılı katılımcılarla yani toplumda olduğumuzda ancak özgür oluruz diyor. Şimdi özgürlük buraya evrildi yani en başta özgürlük diye başlamıştı, onu hak biçimine getirdi, hakkı isteme ve hakkın kabulü, karşılıklı kabul, demişti Ama bu yetmez, bunu yasa haline getirmek gerekir; çünkü yasa buyurgandır, emredicidir. Kurum haline getirip yani işlerliği, bürokrasisi oluştuğunda devlet biçiminde, formunda yaşama egemen olması aslında bizim özgürlüğümüzün somutudur. Somut özgürlük o zaman olur diyor. İstemeden, isteme-den taa gerçekliğe kadar olan aşamaları bize göstermiş oldu. Ve toplumsal sezgide, törel anlayışta olması yetmez onun yasalarını kurumlar haline getirip emredici devlet biçiminde egemen kılmak ancak bizim özgürlüğümüzü haklar üzerinden somut bir biçimde korur, geliştirme olanağı tanır ve kendimizi gerçekleştirmemize ortam yaratır. (*) Metin Bobaroğlu'nun zoom konuşmalarından derlenmiştir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|