|
|
SEVGİNİN DİYALEKTİĞİ – 1 (*)Kategori: PLATON incelemeleri | 0 Yorum | Yazan: Metin Bobaroğlu | 04 Mart 2023 12:53:36 Herhangi bir şeyin diyalektik bakışla anlaşılmasında gereken en önemli konu geçiş. Yani diyalektik, çelişik olan yanların ilişkideki birbirine geçişi ile ilerlemesi, gelişmesi anlamını taşıyor. Bir özsel anlamda diyalektik, dıştan bir yorum olarak değil de özsel anlamda, özselden kastımız nesnenin kendisine, olayın kendisine içkin olan diyalektik bir devinimin çelişkili bir devinim olduğunu ve bu çelişkinin de karşıtları birbirine geçerek kendi bulundukları o konumu aşmasını ve ilerlemesini sağladığını söylüyor.
Öz-devinim ilkesi çelişkidir, çelişki diyalektik ve karşıtına geçmedir ve bu karşıtına geçme mevcut olguyu iç basınçla aşarak özü yükseltger ve daha yüksek formlarda tekrar ortaya çıkmasıyla varlığını sürdürür. Bu anlamı ile varlık, sürekli bir varoluş olarak tanımlanmış oluyor. Daha önceki dönemlerde Hegel yani tarihin bütün bilinç formlarına göre değerlendirdiği zaman, Tinin Görüngübilimi’nde bilincin kendi kendini aşması ile ilgili özsel diyalektiğini incelerken bunun aynı zamanda tarihte halkların, bir halkın o bilinç durumunu temsil ettiğini söylüyor, dolayısıyla somut bir halk üzerinden öz-bilincin devimlerini izlediğimizde bu rasyonel bir tasarım, yani sadece soyut bir tasarım değil, sadece bir mantık değil olgusal bir durum. Bilincin bu aşamalarının tarihte karşılığı halklar olarak karşımıza çıktığını görebiliyoruz. *** Çünkü kültür olarak, folklor olarak kölelik benimsenmiş; kimileri bu dünyaya köle olarak doğar, kimileri de efendi olarak doğar gibi doğal bir durum olarak kabul ederler. Bu Roma’da da öyledir, diğer bütün kültürlerde de böyledir. Böyle olduğunu ve bunun aşama aşama özgürlük kendi bilincine varıyor olması aynı zamanda varoluşun deviniyor olması anlamına geldiği için, Hegel ilk kez Hristiyan’lıkta sevgi evrenseldir der. Tanrısal sevgidir. Tanrısal demek evrensel, yani kimseye ait değil, kimsenin tekelinde değil. Tanrı tüm varoluşu, halkları, bireyleri, sınıfları aştığı için, aşkın bir ilke olarak ona yüklenmiş olan sevgi yani Tanrısal sevgi herkes içindir ve herkese özseldir, herkeste içerilir diyor Hegel. Bu anlamda, bu türden bir sevgi, ilk kez dünya tarihinde Hristiyanlıkta ortaya çıkarken bu sevgi bir merhamet olarak algılanmalıdır. Edimsel anlamda ise bağış, bağışlamaktır. Hegel’in din ile olan ilişkisi bu anlamda felsefede öz-bilincin ilkesi olarak ve bunu somut halkların bilincinde ortaya çıkmış bir inanç olarak bulduğu için, din ile bir kurumsal din veya nesnel bir din, vaaz edilen bir din olarak ilgilenmiyor, onu bireyin özgür öz-bilincinde içerilen özgürlük bağlamında ele alıyor böylece felsefenin ilkesini dinde de bulmuş oluyor. Burası son derece önemli. Bu kayra/ inayet/ merhamet / charity diye nitelendirilen sevgi evrenseldir, evrensellik formundadır. Bu aynı zamanda tüm insanlar içindir demektir. Evrensel demek belirli bir kesim, belirli bir zümre için değil tüm insanlar içindir. Dolayısıyla tüm insanlar için olan, insanları eşitleyici bir yasanın, bir ilkenin inanç olarak tezahürü. Yani inanç konumundan onun bilincine varıldığı zaman, yasaya dönüşme olanağı olan bir beliriş, bir açığa çıkış olarak anlaşılmalıdır. Felsefe ile ilgisi budur. Ancak bu Hegel’de şöyle anlaşılır. Bu evrensel tin, bir merhamet olarak tezahür eden evrensel tin, verili varlığa aittir. Yani varlığın doğasına aittir. Dolayısıyla bu Dasein ya da varlık, verili varlığın sevgisi olarak tezahür eder. Bu anlamı ile bu türden bir sevgi evrenseldir ama bunun tikel bireysel edimlerden doğmadığı için Tanrısal sevgi olarak verili bir sevgi olarak anlaşıldığı için, bu tarihin hakiki taşıyıcısı değildir der. Hristiyanlıktaki evrensel sevgi, tarihi yaratmaz der. Tarihi yaratacak olan, kişilerin tek tek, tekil bireylerin edimselliğinden doğan sevgidir. Yani bu evrenselin karşıtı olarak tikel sevgi. Ama bu tikel sevgi, evrenselden buraya geçiş olduğu için yani karşıtlıkta, evrensel ve tikel karşıt olduğu için, ama ilk kez evrenselde ortaya çıkan ve Tanrısal diye nitelendirdiğimiz bu kayradır. Buna karşın evrenel tikele yani karşıtına geçerek, insanın kendi edimlerinde evrensel sevgi için çalışması ve çabalarıyla tarih oluşmaya başlar, der. Yani özgür öz-bilinç edimselleşir. Birincisinde kabul vardır, yani inanç düzeyinde kabul vardır, bir inanma vardır, ama bunun edimselleşmesi artık bir inanç değil, bir iş, bir çalışmadır. İşte karşıtında geçme dediği de böyle bir şey: Evrenselden tikele geçiş. Nasıl geçiliyor? Evrenselde inanç, tikelde iş olarak, edim olarak. Verili varlık olan sevgi doğaldır ve aşılması gerekir, diyor. Bakın aşılmak burada Tikel de evrenseli içselleştirmek anlamına geliyor. Buna Hristiyanlık öğretisinde, İncil’de ‘’Immanuel’’ diye tabir vardır. Yani İsa için o İmmanueldir, onun adını İmmanuel koyacaksın der İncil. Immanuel- immanent demektir. İmmanent yani mündemiç eski dilde, şimdiki dilimizde de içkin demek. Peki karşıtı ne? Aşkın/ müteal/ transandans. (*) Metin Bobaroğlu'nun zoom konuşmalarından derlenmiştir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|