|
|
KUVVET (*)Kategori: PLATON incelemeleri | 0 Yorum | Yazan: Metin Bobaroğlu | 31 Ocak 2023 12:57:47 Kuvvet tektir, kuvvetin işleri çoktur dedik, bakın hen-polla’yı bulduk. Bir ve çok’u bulduk, bir ve çok’u karşı karşıya koymadık bir metod olarak düşünürler ve kullanırlar ve adına da biliyorsunuz literatürde, adını dedim tanımını yapmışlardır, ne derler, “ağyarını mani,” yani dışındakileri men edeceğiz, dışlayacağız, değilleyeceğiz. Bu kısım ne? La ilahe, ağyarını mani, la ilahe. İllallah ne, “efradını camî”, efrat ne, fertler, fertleri toplayacağız, fertlerin dışındakilerini yadsıyacağız. İsimler bir niteliği gösteriyor, bir sıfatı gösteriyor, o sıfat bir fiili gösteriyor ve o fiil olmazsa, Allah’lık denen şey, Tanrı’lık denen olgu olmaz demek istiyoruz.
Şimdi, Zeus’tan yardım isteyen bir tanrı, Tanrı değil demek ki. Yani buradaki Tanrılık kendi olmak demek, kendilik demek, işte buna Platon eidos diyor. Biri mi tanımak istiyoruz, işlerine bakacağız, çünkü işlerinde açılıyor, ayırımlara uğruyor, bu ayırımlar o tek kuvvetin ayırımları olması hesabiyle, ayırımlı bir birlik olarak, o işlerin birliği o kuvvet, o kuvvetin tefriki, farkı o işler. Bunu kavradığımız zaman logos, logos bu, basit bir şey, ayrımlı birlik demek. Orada uçan ne? Uçan logos. Temaşa ettiğimiz ortamda bu yasaları bulamasaydık, o uçağı uçuramayacaktık, logos olmadığı dönemde uçak yapmak olanaksız demektir, mümkün değil. Gördüğümüz şeyleri işte böyle bir araya getirebilmek için imgeleri bizde var. İşte bu mythos, bunun garantisi yok, epistemesi garanti olandır. Ben onun yasasını buldum mu, o kuvveti buldum, o kuvveti kullanmaya başladım mı, epistemeyle hareket ediyorum, artık buna bütün çevredeki diğer materia o kuvvete boyun eğer. Yerçekimi gücünü kullanarak, tersini yapıp hava kaldırma kuvvetiyle yer çekimi gücünü dengeliyorum, uçağımı uçuruyorum, o aradaki motor ve kanat sistematiği içinde, onun geometrisi olmasa yapamam, mathemathos’u olmazsa yapamam, malzeme bilgisi, materia bilgisi, yani tekhne, ustalık bilgisi olmazsa yapamam. 1) Doksada olanlar, doksanın dışında başka bir çıkış olduğunu -ışık yok çünkü -bilemezler. Bilemedikleri için, onlar mazurdur. Yani bilgi onlarda yok, onlarda episteme olmaz, hiçbir zaman olmayacak gibi, cehalete mahkum anlamında. 2) Sophos’un da yok bilgiye ihtiyacı. Cahilin bilgiye ihtiyacı olmadığı gibi, sophosun da bilgiye ihtiyacı yoktur, sophos da bilmez diyor. Bakın o yüzden Sokrates’e “ben hiçbir şey bilmiyorum” dedirtiyor. Sophos da bir şey bilmez, şimdi iki tane bilmezlik var, ama birine cahil, birine sophos diyoruz. Yani birine cahil, birine bilge diyoruz, ama ikisi de bilmez, çok ilginç. O psykhe’nin artık kendisini ve onun iş gördüğü bedeni ve fizik dünyayı kullanabiliyor olması demektir. Yasasını bilmediğimiz bir şeyi kullanamayız, tekhne yani iş, zanaat, sanat hepsi içinde biliyorsunuz, bilim, felsefe yapamayız ancak yasasını bilirsek yapabiliriz. Bu yasa nedir? Bir kuvvetin bilgisidir. Dynamis’in bilgisi olarak epistemedir. Yani psykhe’yi anlamamız lazım bütün mesele zaten topos, psykhe’nin kendisi. Niye psykhe de, faal akıl değil örneğin? Düşüncede bir ürün, -onu da- bir ergon üretiyor, ergon üretiyorsa oda bu bütünlüğün, nasıl ki içgüdüsü ve düşüncesi varsa, içgüdüye indirgenemiyorsa, düşünceye neden indirgenebilsin ki? Çünkü ikisi de faaliyet, düşünme faaliyeti. içgüdü faaliyeti, bir de duygu faaliyeti var. Duygu, işte diyor ki Platon bu üç kuvvet dynamis, tek bir bütünün açılımlarıdır polla’dır bunlar. Bu üçünün On olarak, tekil olarak bir topos’u vardır. Dolayısıyla psykhe buna diyor, buna psykhe diyor ama bu psykhe dediğim şey, ne bedendir, ne içgüdüdür, ne düşüncedir, ne de duygu. Hepsi birdendir ama onların birleştirilmiş biçimi değildir. Dışardan bunlar mekanik olarak birleştirilerek elde edilemezler. Bakın Hen – Polla meselesine -hiç unutmadan o formülü paradigmamız o- Hen – Polla – Kuvvet ve onun Dynamis’lerinin nasıl ayrılamaz bir bütünlük içinde olduğunu. Platon’un mimesis dediği hareketin kendisi. Bakın mimesis bu. Mimesis, poesis üretiyor İşte ilk kabir, kabir simgesi ilk mezar, o Habil’i ekecek ve o bitecek zannıyladır. Mezara koyuyor ki, orada ceviz ağacı nasıl çıkıyorduysa bizim Habil “yaa yanlışlıkla öldürdüm kardeşimi kızmıştım şimdi o oradan doğsun, büyüsün” diye çıkıyor. Yani noesis’i taklit ediyor. Bakın hala logos yok, epistemeyi bilmiyor. Logos olmadığı için, takliden tesis ediyor. 2- Onu takliden tesis ediyoruz. 3- Epistemeye onun doğadaki bir yasa, bir kuvvetin kontrolünü yani ele geçirerek bir tekhne faaliyeti, bir teknoloji olarak yapılmasına geldik mi, akla gelmiş oluyoruz. Demek ki, akılla doğmuyoruz, akla gidiyoruz. Descartes’ta özne’nin özne olmaktan öte, yani nesnenin kullanıcısı olan bilinç olmaktan öteye bir varlığı yok. Bakın bilinemezcilik çıktı ortaya. Bu, dikotomi’den oldu. Özne – Nesne deyip, Özne’yi Nesne’yi bilmeye şartlandırdığı için böyle oldu. Çünkü dış dünyada nesnelerin bilinmesi demek, kuvvetlerin karşılıklı etkileşiminden başka bir şey değildir. Psykhe’ler dış dünyada kendi kuvvetleriyle yani düşünce kuvvetiyle, duygu kuvvetiyle, içgüdü kuvvetiyle tezahürlerle ortaya çıkıyor ve bir Me On alanı oluşuyor yani özneler arası bir ilişki meydana geliyor Platon’un dediği işte bu. Ordo ab chao. Sürekli kaostan kozmos. Peki şimdi kaostan kozmosu anlayabilmemiz için, metaforlar getiriyor analogon olarak yalnız. Analogon ne demek? Aynı mantıkla, aynı logismus’la iki olaya, iki farklı olaya, birbirleriyle aynı disiplin içinde olmayan, farklı disiplinde olan olaylara veya olgulara aynı lojik ile baktık mı, onlar birbirlerine analogon’durlar. Böyle dışsal görünüşleriyle değil. Kavranılış biçimlerinden dolayı ortaktırlar. karmaşadan eidos, onun için lazım kendilik- özdeşlik, yani bu budur. Bunu nasıl yapacağım? Peras. Yani bu karmaşa, aperionun içinde bir seçim ile bilincime, bir seçim ile bir balık avı gibi, denizden balığı avladığım anda o balık var önümde, o artık peras, o sınırlı. O sınırlı ise onun kuvveti nedir, onun etkisi nedir, sebebi nedir filan diye başladın mı düşünmeye, ben diğerlerini, aperion olan diğerlerini dışlıyorum, seçtiğimi nedensellik ilkesi ile logosa taşıyorum. Bunu yapmak zorundayım, o zaman her defasında bunu yapıyorsam, ordo ab chao tükenmiyor. Sürekli yaşamdan, yakalamak, idrak lafı o, kavram, konsept idrak, ... Şimdi bunu sectim bu peras. Bu belirli bir nesne artık. Cisimdi, aperion içinde kayıptı, denizin içinde kayıptı, ama seçtim artık belirgin bir bilgi nesnesi var karşımda. Ama diğerlerini değillemiş olarak. O zaman dikkat edin, me on ortamının doksası, mythosun kendisi, Mythos. Bilimsel olması yani kullanılabilir olma tekhne bilgisi logos, logos nerede çalışır? Mythos’ta çalışır. Yani mythos’tan logosa, düzene. Peki o zaman dikkat, kaosun içinden, karmaşanın içinden, düzen çıkartabildiğimize göre, logos, bu düzen aslında harmoni. İki ayrı varlıktan logosa geçilmiyor, onu anlatmaya çalıştım. Aynı varlığın tezahürleriyle, asıllarının mahiyetler ve fiiller üzerinden logosa taşınması. Demek ki aslında takliden tesis ettiğim şey, logos düşünce ve dildir. Yani varlığı dilde temsil ederek tesis ettim, poesis, inşa ettim, dilde inşa ettiğim zaman logostur ve farkındamısın ki, dilde poesis olarak logosu inşa ederken aslında psykhenin kendisini bilinçlendirdim. Sen var oldun, ondan evvel var değildin. Sen olarak var değildin, bir doğa varlığı, kendine dışsal, kendinin bilincinde olmayan olarak vardın. Logos seni gerçek varlık yaptı ve bu logos sana dışarıdan gelmiyor. Ne Olimpos’un Tanrıları veriyor, ne doğa veriyor, ama doğanın total kozmosunun senin psykhen olarak, tezahür etmesinden çıkıyor bu. İşte Hegel, tin doğada örtüktür, kendi bilincine vardığında, doğa onun içeriği olur. Tin doğanın içeriği olmaz, tersi mümkün değil. Doğa tinin bilincinde olamaz. Tin, bilinç doğayı içerik alır ve doğayı bilir. Hatta o kadar ileri gidiyor ki Kant’a ve Descartes’a karşı diyor ki; doğa insan bilincinin karşısında -ding an zich diye bir şey yoktur diyor- insan bilincinin karşısında doğa, bilinemeden kalamaz, direnemez. Niye? Çünkü doğanın kendisi kendini aşıyor. Aşılmış şey, aşıldığında içerilir. İçerilende malzemedir ve bilinir. Düzen, işte düzen güzeldir. Peki düzeni veren nedir? İşte burada nous, burada nous edimi olarak geometri çıkıyor. Geometri düzendir, ussaldır, duyusal değildir ve ussal olanın ontos’u, ontos’un içeriğini Bir’e, Hen’e ve Holon’a, bütüne taşıyan iç düzenidir. Bakın demek ki, ontos yani varlık kendi dışında bir şeyle kıyaslanabilemeyeceği anlaşılınca içeriklerinden herhangi birisi ile kıyaslanarak bilinemeyeceği de anlaşılmış olur. Nous, ontos’un iç düzeninin aklıdır. O zaman güzel olan düzendir, düzeni veren geometri. Geometri doğadaki kuvvetlerin birbirleri ile olan ilişkisindeki kuvvet dengelerinin paradigmasıdır, ussal gösterimidir, rasyonel bir olgudur fakat kuvvetlerin dengesini anlatabilmek için bir modeldir geometri. O zaman dynamis var, kuvvet var, kuvvetin varlığı, bize bu duyusal dünyanın güvenilmezliğini o dynamis üzerinden güvenilir kılıyor. Güveneceğimiz şey, temel arkhe, (26) aslında dynamis yani kuvvet demektir. Platon bütün bu duyusal dünyanın değişimleri içinde neye güveneceğimizi, neyi temel alacağımızı ve diğer şeyleri ona göre açıklayacağımızı ararken bize dynamis kavramını veriyor elimize. Diyor ki, tek güvenilir şeyimiz budur. Dynamis’e güvenilecek, peki tamam dynamis duyusal dünyada tanık olduğumuz bir şey mi? Yani duyularımız kuvveti duyumsar mı? Hayır. Peki neyi duyumsar? Kuvvetin belirimlerini duyumsar, fenomenlerini bugünkü tabirle. Fenomenler zaten Antik Yunan’da aletheia’nın görünüşleri demektir biliyorsunuz. Zaten Heidegger filan da oradan alıpkullanıyorlar. Phenomena, aletheia’nın yani hakikatin dışa vurumu. Peki hakikat neymiş? Dynamis, kuvvet, hakikat kuvvet, kuvvetin belirişleri için burası ilginç, niçin ilginç? Şu; Bir ve çok sorunu var ya, Bir nasıl oluyor da çok oluyor varlık aleminde? Bir den söz ediyorsak, çok’u nasıl açıklayacağız? Çok’tan söz ediyorsak Bir’i nasıl açıklayacağız? (*) Metin Bobaroğlu'nun zoom konuşmalarından derlenmiştir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|