A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Karantinadan Notlar

Kategori Kategori: Korona Günlüğü | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Berna Kayra | 15 Ağustos 2021 06:34:41

Sabah uykumdan oğlum Ali uyandırdı. Sağ yanağımın üzerine yatırdığım başıma eğilip sol kulağıma fısıldadı. “Anneeee biliyor musun nefes alıp verirken burnumuzun sadece tek deliğini kullanıyormuşuz.” Hay Allah, bu çocuklar bunları hangi kanallardan öğreniyor, diye düşündüm uyanırken. “Koy bak parmağını burun deliklerinin altına, anlayacaksın” dedi. Daha gözümü açamadan söylediği nefes testini yaptım. Çocuk haklı, tek kapıdan geçti nefesim.

İçimde bir sıkıntı vardı. Giyinip kendimi yine orman yoluna verdim, içimdeki sıkıntıyla. Ve hayatta neden bu kadar huzursuz olduğumu düşünmeye başladım yürürken.  Çocukluğumdan beri ne zaman kucak dolusu sevgi ile taşsam, akıtacak yer bulamasam, o kadar sevmeyi öğretemeyen bir dünyada olduğumuz gerçeği ile kapanan kollarla kaldığımızı hissederim. Bir tek ağaçlar her türlü kucaklamana hazır, dimdik bekler durur.

Hani geldiğimde herkesi bulacaktım, der içimdeki sıkıntı. Her istediğimizde, her ihtiyaç duyduğumuzda  hazır olmuyor o ihiyaçlarımızı karşılasın diye beklediklerimiz. Oysa belli biri yok ihtiyacımızı giderecek. Ama yine de içi  sıkılıyor bazen insanın işte böyle. Sıkıntısını  paylaşacak kimseyi bulamıyor yanında. Kimseye seslenmek istemiyor, seslenecek gücü kalmıyor. Kaldı ki en yakınındakine duyuramaz oluyor insan kendini. En kolayı ağacın birinin gövdesine dokunmak.



Ağaçlardan geçtim, bulutlardan geçtim, kayalıklara ve coşkun denizin kenarına vardım. Moda bir söylem ile her şey anda oluyordu. Uzunca bir süredir akıştan söz ediliyordu. Ariflerden biri hatırlattı, “Huzur, huzurda olduğunu bilmektir” diye. Huzursuzluk yalnız olduğun, ayrıksı olduğun yanılgısı mı aceb? Bir Japon atasözünde yedi kere düşersen sekiz kere ayağa kalk demişler. Her ruha uygun bir teselli var aslında bu dünyada diye düşündüm. Ya da her şeyi kılıfına uydurduğumuz doğru.



Nefesi alıp verdiğimiz üç saniyelik süreye an deniyormuş. Nefesi almak da vermek de bir lütufmuş.  Bir genç  nefesi dumanla kesilerek bu dünyadan göçerken yangınları söndürmeyle geçiriyordu son anlarını. (Gani gani rahmet yağsın üstüne Şahin Akdemir sevgilinin) O sırada biri tuşlarla N-E-F-R-E-T döşemekle anı geçiriyordu. Güya, “kalbinde hardal tanesi kadar kini olanın dini olmaz” diyen birini takip ediyordu. Bir diğeri şezlonga uzanmış, dinleyenlere ülkeye ne iyi gelir ne gelmez diye, güzellik pozları içerisinde ayar veriyordu. Herkes inancına da düşüncesine de hayat zevkine de sahip çıksın eyvallah da, hepimiz incecik olacağız, hepimiz genç kalacağız, en bilgili biz olacağız, en iyi yardımı biz yapacağız, politikadan en iyi biz anlayacağız, dünyaya şifa bizde, en mutlu biz görüneceğiz, en başarılı çocuk bizimki olacak, en hakiki iman da bizde ki en en en…. bir destur yahu klavye ve özçekim kral ve kraliçeleri….

Nefesim yetmiyor, hep nefesle bir derdim var derken, zuhurat bu ya, birileri bir oda dolusu nefeslik alan açıyor. Suni teneffüs günleri gelir, biri birine nefes verir Allah yardım ederse, mayasında almak varsa da alan alır şifalanır.

Ben bu satırları usul usul buraya bırakırken, seller oldu, yangınlar oldu, hastalıktan giden gitmeye devam etti, elimde açıp da kullanmaya yüksündüğüm nefes açıcımla yasımı tutayım derken korona ile de tanış oldum.

İnsanların evsiz kaldığı, bağsız kaldığı günler. Dostların eşiğinde emek ile destek ile yer yurt yapılanırken, benim de yurtta hissettiğim yer dostların yamacıyken, karantina başladı. “Bazı dostların altı bazılarının üstü çizilir” diyor Gülcan Özer, her birimizin kahramanı olduğu kendi hayat hikayemizde. Mağdur durumunda kalmaya gerek yok yolundan çıkanlar için. Gücenmeye de. Yol yüründüğünde yoldaş olunuyor. Bazen yol kolay geldi diye, bazen başka yolu olmamaktan, bazen yoldaki bir nedenden, bazen tamamlanacak bir amaç uğruna birlikte bir süre yürünmüş olunabilir. Ama insanız, amacımız, yolumuz, hedefimiz, zevklerimiz, çıkarlarımız, beklentilerimiz, kaderimiz değişebilir ki yoldaş olmaktan çıkılır. Ne bıraktığına bakıp uğurlamayı da bilmek lazımmış. Günah keçisi aramayı bıraksın herkes, herkesin bahanesi var, kalbine bak başkasına bakacağına demiş şair.

Acılı çocukları kullanmayın bir süre ne amaçla olursa olsun diyesim var. Elleri yanık, göz yaşları yanağından akamadan buharlaşmış teyzeme sarılırken bir çekim yaptırmayın, az bir bekleyin hele. Yangınların önünde acımız büyük fotoğrafını bikinili ama acılı bir duruşla sergilemeyin. Gözümüzün önünde canlanıyor, o telefonu birinin eline verip, o poza girmek için beklediğiniz an. Ne zararı var diyenlere cevabım, toplumsal olarak hafıza kaybına sebep oluyor bu her şeyi tüketerek yaşamalar. Anlık fotoğraf etkisi. Sonra gelsin yenisi. Hikayeden bol neyimiz var. Salata tabağım, çocuğumun poposu, kasıma vurmuş güneş, kadehimdeki dudak izi, ojeli pedikürlü ayaklarım, ay saçımın teli, aman da yanağımın beni ne de güzelim ne de tatlıyım ne de harika hayatım veya yangının külü, kavruk hayvan bedeni, yıkılan evin ufuk çizgisindeki sanatsal görüntüsü. Iyi ki izleyenim var duygusu. Herkes beğensin, baksın ama eleştirmesin kimse. Ah unutuluyor. Unutturuluyor. Çabuk atlatılıyor bu bombardıman içinde. Iki günlük göz yaşı, sonra yine “e napalım hayat devam ediyor.” Hayat devam ediyor elbet, ve fakat insan hatırlayarak bir edeb çizgisinde durmayı öğrenmeden yaşıyor.

Öfke bazı durumlarda sağlıklı bir duygudur. Ama eyleme geçmeyi güdüleyen, iyi bir amaca hizmet etmeyen kuru öfke ise yıkıcı olur. Her duygu görülmeyi, anlaşılmayı bekler. Böylece önce kendimizi anlarız, sonra farkındalığımız diğeri ve dünya üzerine katlanır. Buradan sonra bencil olmayan, bütüne değer katan bir devinim ihtiyacı ile sebeplenmek yerine, kızgınlık ile kalırsa, söylenmeden, şikayetten, yargılamaktan, eleştirmekten öteye geçmez. Sevgi ile çözüm yerine nefret ile yıkım doğurur. Koşarken düşüp dizini kanatan çocuğa annesinin “ bir daha düşersen gebertirim seni” demesi gibi bir şey olur. Aslında evladı korunsun istiyordur, verip vereceği şefkat öfke temellidir. Üzülüp üzüntü ile kalmayı bile bilmiyoruz. Üzüntü gibi anlamlı bir duygu bile derhal öfkeye yerini bırakarak layıkıyla yaşanmıyor. Hastasını iyileştiremedi diye hasta  yakını doktoru boğazlıyor, sevilmediğini düşünen ama sevdiğini iddia eden eş kırılan kalbi onarmaya ya da anlamaya çalışmak yerine saldırıya geçiyor, kaybını kabullenemeyen kişi suçlayacak birini arıyor, ağlayan bebek sussun diye ana -babası tokadı basıyor. Yas tutmayı bile öğrenemediğimiz için dünyanın döngülerine bakıp çareler aramak yerine, ya felek utansın-cılık peşine düşüyoruz ya kahrolsun bu dünyayı böyle yapanlar, deyip konforlu alanlarımıza çekiliyoruz, sanki dünya bizden ayrı bir yermiş gibi. E bir de sosyal medya çıktı sesimizi aynı anda duyurabildiğimiz, duyanların sayısı arttı da ne oldu? Sadece biraz daha cüret eklendi tartısız laflarla gargara yapanlarla, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara. Hani emeksiz yemek olmazdı. Olur da lezzeti olmaz. Lezzet aceleye gelmez. Anın hakkını vermekle olur. Nefesimi tükettim dediğin o an anlarsın. Acaba ne ile oyalandın? Açık mıydı tüm duyuların. Daha da önemlisi ne anlıyordun getirisinden? Kulağım bir şey duydu, kalbimde aksi ne oldu, bedende bir karşılık oluştu, acaba bu niye oldu?

Misal meseleyi açar diyerek anlatayım, biri bana “Gerçeği göremiyorsun” dedi. Benim yanaklarım ve kulaklarım ısındı. Avuçlarımda kırıp dökmek isteyen bir enerji oluştu, midemde yenmiş  yutulmuş koca koca cümleler varmış da ağzımdan çıkacakmış gibi oldu. Diyelim ki daha ne olduğunu bile bulamadığım cümleler yerine dilim sivrildi küfür ile kalp kırıcı sözler ile konuştum. Ne anladım “gerçek” ile ne kastedildiğinden? Ne anladım benim gördüğüm gerçekten? Ne anlattım duyduğuma cevaben? Hepsi koca bir fiyasko. İşte şimdi gerçekten iyice uzaklaştım. Ama diyelim ki ilk adımda, bedenimde, düşüncemde, duygumda farkına vardıklarımı nedenleri ile anlamaya çalışsam, iddiada bulunana ona göre soru sorsam, ondan sonra ister anlaşalım ister uzlaşmayalım biraz da olsa birbirimizin gerçeklerine açılırdık. Ki onlar nasıl algıladığımız ve nereden baktığımız ile değişen şeyler. Yoksa “bir kuş öldü” dendi bana, düşen bir kuş muydu, öldü mü bayıldı mı, biri vurdu da mı öldü, cama mı çarpıp düştü, suç camın mı, kuşun mu, camı icad edenin mi, kuş bıldırcındı da avcı mı ateş etti, avcı değildi de kedi yavrusunu kaçıran akbabayı vuran bir hayırsever miydi, “hayırı sevmek” kedi yavrusunu kayıracağım diye kendini doyurmak için fıtratına göre avlanan akbabaya kıymak mıydı?…… Neydi o, bir gör hele. Sonra diline, dimağına, tepkine bak da orada temel duygunla kal biraz. Korkuyorum de. Üzgünüm de. Kıskanıyorum de. Ya da neyse incelt, daha da başka karmaşık ikincil duygularını da keşfet ve hepsini kucakla. Çünkü insan kendini kabul etmiyor aslında, başkasına bakıp onda gördüğüne savaş açıyor.

Yeryüzü bize yurt mudur acaba? Yuva mıdır bize? Evine böyle mi yaklaşır insan? Ya ruhunun mabedi bedenine? Ve başkalarına? O adama, şu kadına, başkalarının dölünden olma çocuğa, hayvana, bitkiye, taşa toprağa? Döl kardeşine, yol kardeşine?

Birileri bol keseden kin, nefret, boş söz tüketirken, birileri canını başını ortaya koyarak insanlara, hayvanlara, doğaya yardıma koştu. Ben uzaktan izledim, kalbimden dualarımı gönderdim, mikro dünyamdaki sıkıntılarımla boğuşurken dışımdaki dünyadaki kederlere, başkalarının acılarına odaklanmaya çalıştım. Bol bol da memleketimin kuzeyindeki ağaçlarıma koştum. Onlarla dertleştim karantinaya kadar. Şimdi vücudu ziyaret etmiş olanla hasbihal zamanı. Bakalım o neler söyleyecek.

Yine şairin dediği gibi ayıklarsan ayık kalıyorsun. Uyanmayı göze aldıysan  seraplara veda ederek bedelini ödeyeceksin. Sapı samana karıştırmaya devam etsin uçan kafalar. Bazı yollar yüründükten sonra dönüş olmuyor. Kendimize küsmeyelim de bir yol seçilir elbet. Ama dikkat edelim de seçtiğimiz yolda ilah edindiklerimiz bizi yarın doğanın tükürdüğü eşya gibi ortada komasın…

Doğa intikam alıyor güzellemelerini de bırakalım. Ektiğimizi biçiyoruz o kadar. Bakarsan bağ bakmazsan da dağ oluyor. Sonuçta bağ da, dağ da kendini iyileştirmeye çalışıyor. Bu insan olan  bizim yapay doğamızda felaket adını alıyor. Iki doğanın birbirini yok etmediği bir dünya düşlüyorum.

Yeni öğrendiğim ama emin olmasam da hoşuma giden bir bilgiye göre “Başın sağ olsun” demek eski Türkçe’de “Yaran sağalsın” demekmiş.

Cümle felaketzedelere baş sağlığı dilerim.

Ezcümle yaralarımızdan ders de çıkaralım. Amin.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git