Hayatımız değişiyor (mu ?): “Evde kal” emri verilince 24 saat üzerinden 24 saat, sadece “sokağa çıkma yasağı” ilan ediince saat 18’den saat 06’ya kadar yine de yarım gün “hapis”. Evet hayatımız değişiyor: Lokantalar kapalı. Her çalışanın veya yarısından çoğunun öğlen yemeğini geleneksel biçimde mutlaka, işyerindeki kantinde, “üniversite lokantası”nda, aşevinde, bar veya lokantada, özetle “dışarıda” yemesi, acelesi varsa hemen ayaküstü bir sandviç atıştırması “tarihe karıştı”.
Aileiçi ilişkilerin uzmanları eşler arasındaki dalaşmaların ezici çoğunluğunun öğlen yemeği ve etrafında yaşandığını, bu nedenle öğlen yemeğinin ne yapıp mutlaka ev dışında yenilmesini tavsiyesi etmesi artık ve maalesef uygulanamıyor. Eviçi huzur da maalesef tarihe karıştı. Ev içi şidddetin önemli ölçüde arttığı biliniyor. Elbette öğlen yemeğinin de ailecek yenmesi tek neden değil ama bunun da rolü var.
Okullar kapalı olunca çocukların karnını evde doyurmak meselesi de onca işe ekleniyor. Bu da etkili, yeni hırlaşmalara bu da yol açıyor. Mütevazi ve hele yoksul ailelerin çocuklarını doyurması da her zaman kolay olmuyor. Uzmanlar okul kantininde, devlet yardımıyla, çok ucuza yenilen öğlen yemeğinin birçok çocuk için günün tek dengeli ve iyi yemeği olduğunu vurguluyor ve bunun gerekliliğinin altını çiziyor, yıllardan beri. Bu yemek te olmayınca çocukların beslenmesinde, büyümesinde yeni dertler ortaya çıkıyor.
Aynı ailelerin çocuklarının boş zamanlarını değerlendirmek için en ucuz olanaklardan bile yararlanamaması çocuklar ve gençler arasında şidddetin artmasına yol açtı/açıyor : Son iki ay içinde beş çocuk “çeteler savaşı” içinde öldürüldü. Evet öldürüldü, tesadüfi biçimde değil, önceden tasarlanmış olarak. Çetelerin artık ateşli silahları da var. Bıçakları da. Bugün Paris ve çevresindeki dertli, yoksul, fakir, belalı, samanaltındanisyanateşiparıldayan banliyölerde iki yüz öroya bir tabanca satın almak mümkün... “Korona Günlüğü” üst başlıklı dizi yazılarımdan birinde, bir yıl kadar önce, “tasiyon yükseliyor” diye yazmıştım. Maaleef öngörümüz doğrulanıyor. Yoksullar yoksullarla “savaşıyor”...
Yoksullar güvenlik güçleriyle de çarpışıyor. Yetkililer tedirğin. Yetkililer kendi halkından, kendi halkının çocuklarından korkuyor. Yetkililer çünkü onlarla aynı dünyada aynı gezegende yaşamıyor.
“Evde kal” programıyla ilkgünlerde birbiriyle hasret gideren çiftler arasındaki yeni “bal-ayları” doğacak çocuk sayısının artacağı umudunu verdi. Ama bir yıl sonra rakamlar konuştu : Yeni doğan çocuk sayısı maalesef artmadı, geçen yılın aynı aylarına göre azaldı. Evet Fransa’da nüfus artmayacak bu yıl. Birinci ve ikinci dünya savaşlarını anımsatan bir gösterge daha.
Aile içinde depresyona girenlerin sayısı arttı.
Yaşamımız değişiyor evet.
Uyku ilaçı tüketiminde ilk ükeler arasında gelen Fransa’da bu ve benzeri ilaç kullanımında şaşırtıcı artışlar saptandı. Sakinletirici ilaç satışı da arttı/artıyor.
İntihar edenlerin sayısı da arttı. Gençler arasında bilhassa. Öğrenciler arasında da. Geleceğe umutla bakanların sayısının azaldığını yine rakamlar ispatlıyor.
Yaşam görecelleşti. Ölüm günlük yaşamımızin içine girdi. Daha birkaç gün öncesine kadar günde ortalama iki yüz kişi ölürken, ölü sayısı son günlerde üç yüzden fazla. Ortalaması üç yüz otuz gibi. Her rakamın arkasında bir aşk, bir aile, bir tarih, bir yaşam, bir dünya var. Rakamları sadece birer rakam olarak almayalım.
Aile içi şiddet, geçimsizlik, umutsuzluk boşanma sayısını artırdı. Boşanma tatmin edici bir çözüm değil ama başka çaresi kalmayanlar bu yolu deniyor. Yeni sorunlara yol açsa bile... Hele çocuklar için.
Sinemaya gidemiyoruz. Tiyatrolar kapalı. Konser tarihe karışı. Özel kanallarıyla seyircisiz konserlerini cömertçe sunan sanatcılar da olmasa müzikle sıkı ilişkilerimiz gelecek yıla kalacak. Gelecek yıl burada sözün gelişi. Bu bela belki gelecek yılda da yakamıza yapışmış ve yine bizimle kalmış olabilir... Birinci ve ikinci dünya savaşları örneklerini burada bir kez daha anımsatmama lütfen izin veriniz. Hiçbiri kısa zamada sonuçlandırılamadı. Dahası 1918’de başlayan “İspanyol Gribi”nin üç yıl sürdüğünü ve belki elli belki yüz milyon insanın ölümüne yol açtığını da unutmayalım.
Bunları moralimizi bozmak için değil tedbirli olmamız için yazıyorum. Bulaşıçı hastalıklar belası uzun sürebilir. Hele bugünkü iktidar sahiplerinin beceriksizliği, ilaç üreten şirketlerin, ilaç ve aşı arayan/üreten/çokverenesatan laboratuvarların bu işte bile önceliği kazanca, daha çok daha çok kâra vermeleri, kapkara kapitalizmin temelinden gelen çarpıklıkları da eklersek. İnsan değil ekonomi, şirket, kazanç, kâr öncelikli bu düzende : O nedenle korona belasına karşı tedbiri elden bırakmamalıyız : Aşılı veya aşısız.