Berlin Günceleri 31 Mart – 6 Nisan 2008
31 Mart, Pazartesi
Dirim karşılıyor beni.
Ehliyetini, sonra da arabayı aldı ya. Hem o, hem de biz mutluyuz.
Valizlerimi koyuyorum ve okula koşturuyorum.
Her halimden nasıl yorgun ve uykusuz olduğum anlaşılmıyor mu acaba?
1 Nisan, Salı
Okula zor yetişiyorum.
Öğleden sonra Türkiye’den getirdiğim kitaplarımı, dergilerimi çıkarıyorum. Bir kenara ayırıyorum hemen okuyacaklarımı.
Öğrencilerden 1 Nisan şakası yok bu yıl.
Çok erken yatıyorum. Uyku beni kucaklıyor bir sevgili gibi.
Rüyamda Binbirgece’yi izlerken görüyorum kendimi.
2 Nisan, Çarşamba
Kabak ve patlıcanı da işin içine katıp bir yaz türlüsü pişiriyorum. Yanına da bulgur pilavı. On beş günlük Türkiye gezisinde hiç bulgur pilavı yemediğimizi düşündüm. Mercimek çorbası içmedik. Ya ne yedik? Bol bol balık: Mezgit, lagos, hamsi, istavrit, mercan... Su böreği. Mantarlı et sote. Bakla...
Yazmaya ısınmaya çalışıyorum.
Okumaya da.
3 Nisan, Perşembe
Sağ ayağımdaki ağrı yürümeme engel. Topuk dikeni dedikleri bu mu acaba? Ayağımın üstüne basamıyorum. Sol kolumda da bir ağrı. Valizlerim mi neden oldu bu ağrılara? Bir kez de elimi kolumu sallaya sallaya binebilsem uçağa!
Çıkrık (YKY, Mart 2008) Süreyya Berfe’nin yeni şiirlerini ve Şiir Çalışmaları’nı içeren oldukça hacimli bir kitap. Upuzun bir şiir Çıkrık. Haikularla yol aldırıyor okura. Doğayı kucaklamaya doyamıyor şair bu şiirlerinde: “Giy / bir basma etek / bahar bize de gelsin.” “Hayır. / Su sesi değil / bahar rüzgârı.”
Yani yakındığım o ağır valizlerden birinde geldi onca kitap. Buna da sevinmem gerekiyor aslında.
Ağrıyan yerlerim gövdemin her şeyi değil ama bir bütünün parçaları oldukları için önemli. Onlarsız da hayatım sürer ama eksik olur pek çok şeyim. Ağrılara dayanıklıyımdır, hastalık hastası değilim. Sanıyorum ayağıma bir tabanlık gerekecek.
Türkiye havası hâlâ üstümde.
İyi ki de üstümde!
4 Nisan, Cuma
Berlin’de toplu taşıma grevi çoktan bitmiş. Aslında çoktan bitmemiş. İşverenle sendika görüşmeye ara vermiş. Yağmur yüzünden ara verilmemiş. Sendika toparlanmaya ve saldırıya hazırlanıyor. İşverenler buna karşı ciddi bir savunma planı hazırlıyor.
Bundan şunu anlıyorum, Almanya ekonomik sıkıntı içinde ve iktidar çözüm bulamıyor halkın huzursuzluğuna, artan işsizliğe.
Ahmet Güntan, “Bir şair olarak toplumun / sustuğu ânı arıyorum.” diyor. Toplumun sustuğu ânı her şair görebilir mi acaba?
Grevler toplumun sustuğu ânı değil, konuştuğu, tartıştığı, tepkisini gösterdiği vakitleri gösterir.Toplumlar susar mı hiç?
Öğretmenler de huzursuz. Her şey pahalanıyor ama öğretmenlerin maaşı aynı kalıyor. Eskiden çok gözde bir meslekti öğretmenlik burada. Şimdilerde kimse yüzüne bakmak istemiyor bu mesleğin. Hem yıpratıcı, hem yorucu, bıktırıcı. Hep kendinizden vermek zorundasınız ve zamanla kulaklarınız çınlamaya başlıyor. Sonra çocukları düşman gibi görüyorsunuz. Bu bende böyle, başka meslektaşlarım adına konuşamam elbette ama öğretmen odasındaki konuşmalardan biliyorum pek çok arkadaşımın benim gibi düşündüğünü.
5 Nisan, Cumartesi
Türk marketine gittim. Ana baba günüydü market. Kıyma, pilavlık, köftelik bulgur ve pirinç aldım. Maydanozu da unutmadım. Kollarım koptu eve gelene kadar. Otobüste Nedim Gürsel’in yeni romanı Allah’ın Kızları’nı (Doğan Kitap, Mart 2008) okudum. Yolum uzundu çünkü ve otobüsün üst katı boştu. Sarsıla sarsıla giderken, puslu hava içimi karartmadan yer yer bir çocuğun masalsı dünyasındaki dinsel yankılanmalara dalıp çıktım.
Evde, Gösteri için “Şiirlere Sarın Beni”nin dördüncü yazısına çalıştım. Yazımda Özdemir İnce’nin yeni şiir kitabı Ağustos 1936, Behçet Aysan’ın toplu şiirleri, Düello, Süreyya Berfe’den Çıkrık ve Ahmet Güntan’dan Toplu Şiirler’e farklı bakışlar geliştirmeyi denedim.
Ayağımdaki ağrı sürüyor. Takmasam da o bana takılıyor, ayak bağı oluyor.
6 Nisan, Pazar
Bit pazarını özlemiş miyim? Bir alışkanlığın Türkiye’ye gidince sürmesi kesildi iki hafta. Özlemediğimi söylemedim. Kedi biblolarına bakarken kitaplara bakmak zihnimi açıyor sanki.
Hava çok soğuktu. Birkaç kedi figüründen başka bir şey bulamadım.
Nane çayına bal kattım. İyi geldi. Belki öksürüğümü keser. Yoksa geceleri ciğerlerim sökülecek öksürmekten.
Allah’ın Kızları’nı bırakamıyorum elimden. İkinci tekil şahıs anlatımı hakim Nedim’in romanına: “Bir gün bu satırları yazacağını hayal bile edemezdin. azdığın nice muhalif sözcükler, aykırı cümleler gibi. Oysa bu satırlar ne kıyamet gününün habercisi ne isyana çağrı. Ne de çocukluğunda Peygamber’in dünyasına doğru çıktığın yolculuğun izlenimleri. Belki geçmişe yaptığın bir yolculuk bu, ama paylaşılması mümkün olup da anlaşılması mümkün olmayan bir şeyi, inancı kurcalıyorsun.” (s.158)