|
Kuşlar, arılar, kuşkucular ve kuyruklu yalanlarKategori: Günün içinden notlar | 0 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 12 Haziran 2020 09:39:48 Başka zaman olsa herhangi bir virüsü aklıma bile getirmeden okuyacak olduğum iki kitap, Bildiğimiz Dünyanın Sonu ve Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç, birkaç hafta önce, eve kapandığımız günlerde okuduğumda koronavirüsü çağrıştırmıştı. İlkinin yazarı Erlend Loe. Her şeyi bırakıp ormanın derinliğine göç eden, bir geyiği arkadaş edinip orada yıllarca yaşayan Andreas Doppler’in kente, evine, ailesine dönüşünde olanları anlatıyor.
İkincisi, edebiyat sever herkesin bildiği gibi Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın meşhur romanı. Konusu 1910 yılında Halley Kuyrukluyıldızı’nın dünyaya çarpacağı söylentisiyle çalkalanan eski İstanbul’da yaşananlar. Kıyamet belirtileri “Doppler her tarafta kıyamet işaretleri görmeye başladı.” diyor Erlend Loe romanın bir yerinde. “Küçük kuşlar azalır diye okumuştu. Arılar yok olur; yiyecek ve su kıtlığından dolayı her gün binlerce insan ölür, antibiyotiğe direnç patlar, zatürree geri gelir… Doppler bütün bunları okudu ve durumun iyi olmadığını anladı.” İşte Doppler’in gördüğü başka kıyamet belirtileri: Aslında her şeyin her şeyle bağlantılı olduğu gerçeğinden duyulan o büyük korku – kıyamet alameti. Bedenlerinin mini minnacık yamukluklarını ve eksikliklerini cerrahi müdahalelerle düzelten gencecik insanlar – Kıyamet alameti. Sosyal medyada yemek fotoğrafları paylaşımı – Kıyamet alameti. Çocuklar ve yaptıkları her komik hareket hakkında bloglar hazırlamak – Kıyamet alameti. Sosyal medyaya girip tanımadığın insanlara öğleden sonra bahçede çalıştığını, tarçınlı kurabiyelerin fırında olduğunu ve hemen bir duş alacağını anlatmak – Kıyamet alameti. Pembe blogcular (Mükemmel kocalarına, mükemmel çocuklarına dönüp bakan, sonra bakışlarını sıra sıra rafların, üç yüz adet güzel giysinin, en pahalısından markalı çantaların, ayakkabıların, pırlanta yüzüklerin, dayanıklı bukleler sağlayan saç maşasının üzerinde gezdiren blog yazarı kadınlar) – kıyamet alameti. Kocalarına iyi geceler (seni seviyorum, seni özledim ya da bunun gibi herhangi bir şey) derken kendi fotoğraflarını çeken, sonra “kocama iyi geceler diliyorum” diyerek fotoğrafı sosyal medyada paylaşanlar – Basbayağı kıyamet alameti. Doppler’e bakarsanız hele bu sonuncusu, Pasifik Okyanusu’nda yüzüp duran tahmini beş trilyon plastik parçasıyla yarışacak ölçüde kıyamet belirtisi. Aslında Doppler’in eleştirisi sadece sosyal medya kullanıcısı bazı kadınlara değil tüm sisteme ve maddeci toplum düzenine safça hizmet eden herkese. Toplumun bizden beklediği her şeyi kendimizin istediğini sanıyoruz. Bir yarışın içindeyiz. Herkesin yaptığını aynen yapıyor, aynı adımları atıyor, belirlenmiş yollardan geçiyor, çeşitli okullar bitiriyor, işe giriyor, yaşamımızı o işe adıyor, kendimizle aynı sosyal konumda bir kadın ya da erkek bulup evleniyor, eşya biriktiriyor, neredeyse ömrümüz boyunca kurtulamayacağımız borç batağına kendi isteğimizle gömülüyoruz. Eskiden kendisinin de kölesi olduğu proje, hedef gözetme, netleştirme, vizyon ve stratejiye dönüştürme gibi deyimlerden nefret ediyor Doppler. Tüketmek için para kazanmayı beklemeyelim diye borç veren bankalardan, kredi kartlarından, her şeyin ustaca, büyük bir hızla tüketilmeye yönlendirildiği düzenden nefret ediyor. Koronavirüsün varlığını, pembe blogculara, bir iki kez giyilmek üzere satın alınmış giysilere, estetik ameliyatlara, şımartılmış çocuklara, sürüden ayrılmaması öğretilmiş yetişkinlere direkt olarak bağlayamasak da, neyin önemli neyin önemsiz olduğu konusunda geldiğimiz noktayla ilişkisi olduğu kesin. Artık bilmeliyiz ki, insanın sağlığı, iyiliği tüm yeryüzünün sağlığı ve iyiliğine bağlı. Birçok bilim insanı ve araştırmacı, doğanın yağmalanmasıyla yeni virüslerin ortaya çıkışı arasında bağlantı olduğunu düşünüyor. Farklı canlı türlerinin yaşadığı bölgelerin insanlar tarafından işgali, ormanların yok edilmesi, yerleşim yerleri ve yollar yapılması, madencilik, avcılık… Dünya nüfusu artıyor ve sonuçları düşünülmeden, saldırganca yapılan tüm bu faaliyetler, ekosistemi bozarak hem insanlara hem de oralarda yaşayan değişik canlı türlerine tehdit oluşturuyor. Kuyruklu yalan “Ortalık çalkalanıyor, Bursa’da sağır sultan duydu, senin haberin yok, kuyrukluyıldız dünyaya çarpacakmış.” diyor Bedriye Hanım. Emine Hanım omuz silkiyor. “Aman ben de korkacak bir şey var zannettim… Çarpacaksa çarpsın. Ne var? Kapımı kapar evceğizimde otururum.” Hayriye Hanım ise konu hakkında epey bilgili: “Birkaç türlü rivayet var… Bir rivayete göre Frengistan’a çarpacakmış, burada bize bir şey olmayacakmış.” Bir yanda inananlar, korkanlar. Bir yanda inanmayanlar, yok canım bize olmaz diyenler. Diğer yanda ise Hüseyin Rahmi’nin deyişiyle, “halkın uydurma haberlere olan olağanüstü eğilim ve rağbeti”. Koronavirüs günlerine benzemiyor mu? Şimdi üzerinden zaman geçince unutuldu gitti, fakat aynı Hayriye Hanım’ın “Kuyruklu Frengistan’a çarpacakmış, bize bir şey olmayacakmış” dediği gibi, “Koronavirüs ülkemize giremedi, çünkü bizim genlerimiz farklı” diyen yazılar bile ortalıkta dolaşmış, inananlar da olmuştu. Oysa doğru dürüst test bile yapılmayan o ilk günlerdeki rakamların doğruluğundan kim emin olabilir? Sonunda hemen herkes koronavirüsün varlığını kabul etti fakat en başından bu yana değişik düşünceler de ortaya atıldı, atılıyor. İşte bazıları: Koronavirüs gerçekte yok. Var fakat abartıldı. Her yıl gripten binlerce kişi ölüyor, Koronavirüsün bu denli büyütülmesi niye? Bu virüs yıllardır biliniyor. Nasıl oldu da şimdi birden böylesine tehlikeli oldu? Bütün bunların altında bizim bilmediğimiz bir şeyler yattığı kesin. Ülkeleri yönetenler, dünyayı yönetenler kim bilir bizden neler saklıyorlar. Hiçbir şey saydam değil. Her şeyi sorgulamak gerek. Nirengi noktası Düzenin işleyişinde saydam olmayan pek çok şey var ve elbette sorgulamalı, fakat sorgularken bir dayanak gerekiyor. Herhangi bir şey yanlışsa, neye göre yanlış? Doğruluğu kabul edilen şey neye göre doğru? Bilgiye, her şeyi yadsıyarak ulaşmaya çalışmak simsiyah karanlıkta bir şey aramak gibi. Ay ışığı bile olmayan kopkoyu bir gecede mum bulmamız gerekirse önce nerede olduğunu anımsamamız, sonra o noktaya doğru yürümemiz, karanlıkta yürürken belki bir masanın kenarına, belki bir koltuğun arkasına, belki mutfak tezgahına tutunmamız, aradığımız dolaba eriştiğimizde, el yordamıyla çekmeceyi bulmamız gerekir. Bazen de bakarız mum orada değil, yanlış hatırlamışız. Bu kez olabileceğini düşündüğümüz bir başka noktaya doğru ilerleriz. Yönümüzü belirlerken hep bir desteğe gereksinimimiz vardır. Yanıtları ararken üzerinde duracağımız zemin, bilimden başka bir şey olabilir mi? Fakat eğitimli kişiler arasında bile bilime karşı çıkanlar var. Geleneksel tıbbı yadsıyan, alternatif tıbbı savunanlar… Aşıya, yararı kanıtlanmış tedavilere karşı çıkanlar… Doğal olan her şey iyidir yanılgısına kapılanlar… Kişinin dilediği gibi davranma özgürlüğünü her şeyden önemli görenler… Koronavirüs konusunda da, dünyanın her yanındaki uzmanların, bilim insanlarının söylediklerine değil de tam tersine dayanağı olmayan komplo teorilerine inanarak gizli oyunları sorguladığını düşünen, özgürlüklerin kısıtlandığından dem vurarak kendilerini “muhalif, anti kapitalist, skeptik” sanan bir kitle oldu. Skeptik (kuşkucu) gerçekte kimdir? Skeptisizm (kuşkuculuk) nedir? (*) Her şeye karşı çıkarak gerçeği aradığını düşünen kişi “kuşkucu” mudur? Felsefede kuşkucu düşüncenin geçmişi Batı’da eski Yunan uygarlığına, Doğu’da eski Çin uygarlığına dek uzanıyor. Pyrrho gibi kimi düşünürler herhangi bir önerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını kanıtlayacak dayanak hiçbir zaman yoktur, diyerek kesin bilgiye ulaşma olasılığına baştan karşı çıkmışlar. 1950’lerde başlayan ve iddiaları bilimsel doğrulara dayanarak sorgulayan akılcı kuşkuculuk hareketi ise eski çağlardaki kuşkuculuk düşüncesinden farklı. Bir iddianın geçerliliği, doğruluğu bilinen unsurlar kullanılarak sorgulanıyor, sınanıyor, kanıtlanıyor ya da çürütülüyor. Böylelikle geçici bir uzlaşma sağlanıyor. Geçici bir uzlaşma diyoruz, çünkü bilim kendi kendini sorgulayarak, yanlışları atarak ilerliyor. Bugünkü bilgimizle doğru kabul ettiğimiz şey yarın değişebiliyor. Eğitimli kişilerin bilimi sorgulaması biraz da bu “geçici uzlaşma” yüzünden olmalı. Fakat bir an düşünecek olursak doğru bilgiye ulaşmanın tek yolunun bu olduğunu fark ederiz. Bilim tarihçisi Michael Shermer’in söylediği gibi, Bunlar, okuduğum iki kitapla gelen düşüncelerdi… (*) Kuşkucu ve kuşkuculuk sözcükleri bu yazıda yalnızca “skeptik” ve “skeptisizm” anlamında kullanıldı.)
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|