|
Korona GünleriKategori: Korona Günlüğü | 2 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 24 Nisan 2020 09:16:10 Bazen öldürücü bir virüsün ortalıkta dolaştığını unutmak çok kolay. Caddede onlarca araba oradan oraya gidiyor. Sıradan bir gün gibi. Sonra hemen anımsıyorum, hiçbir şey sıradan değil. Dünyanın sonunu anlatan romanların, filmlerin adsız kahramanları gibiyiz. Kimse kimsenin evine konuk olamıyor. Dışarıda buluşup sohbet edemiyor. Bir araya gelip piknik yapamıyor. Sinemaların, tiyatroların içeri çağıran ışıklarını bir daha ne zaman göreceğiz bilmiyoruz.
Yüzlerce kişinin aynı salonda toplanıp, yan yana geleceği konserlerin yeniden başlaması belki yıllar alacak. İnanılması güç ama uçak yolculuğu diye bir şey neredeyse kalmadı. Eyaletler, kentler arası gidiş geliş izne bağlı. Covid 19’un köşeden göründüğü günlerde hangi ülkede iseniz orada kaldınız, bir yere kıpırdayamazsınız. Arabayla bile olsa evin uzağına gitmeniz yasak. Polisin rastlantıyla durdurup evinden 45 kilometre ötede yakaladığı kişi gibi olmak var. Niçin buradasın sorusunu, ekmek almaya geldim, diye yanıtladığı söyleniyor. Kendi bile içinden gülmüştür bu yanıtına. Peki caddedeki onlarca araba… Nereye gidiyorlar? Avustralya’da hiçbir zaman tam bir eve kapanma olmadı. Birçok kişi hâlâ çalışıyor. Bugünse Cumartesi. Gidilebilecek tek yer çarşı. Araştırmalar Avustralyalıların Covid 19 öncesine göre çok daha seyrek alışverişe gittiğini, bir defada çok daha fazla ürün satın aldığını, herhangi bir markette harcanan ortalama sürenin on beş dakika olduğunu gösteriyor. İçeriye yalnızca belli sayıda kişi alınıyor. Girişin önünde belirlenmiş noktalarda, birbirimizden birer buçuk metre uzakta bekliyoruz, sıramız gelince girip alışverişimizi hızlıca yapıyoruz ve çıkıyoruz. Bütün bunlara rağmen marketlerde her zaman birçok kişi var. Alışveriş merkezi, bundan birkaç ay önce biri çıkıp da söyleyecek olsa kimsenin inanmayacağı gerçeküstü bir görüntüye büründü. Kapıları kapanmış, kepenkleri indirilmiş mağazalar. Önüne engeller konulmuş, bantlarla çevrilmiş koltuklar. Yemek bölümünde sıra sıra boş masalar. “Fish and chips”ci açık, yalnızca paket satış yapıyor. Pizzacı kapalı. Türk dönerci kapalı. Hint lokantası kapalı. Çin Mutfağı kapalı. Hâlâ açık olan birkaç kafeden yalnızca karton bardakta kahve alınabiliyor. Koridorlar bomboş. Devam eden tek şey, virüssüz günlerde başlamış, Christmas öncesi bitirilmesi planlanmış olan tadilat. Christmas’a kadar her şeyin normale döneceğine, buraların yine kıpır kıpır olacağına inanmak güç. * Evet, bazen öldürücü bir virüsün ortalıkta dolaştığını unutmak kolay. Sportscraft’dan “Yeni Mevsim” başlıklı bir ileti geldi. “Feeling the chill?” diyor, “Soğuğu hissediyor musunuz?”Her sabah pencereyi açınca duyumsuyorum. Yeni açmış gardenyaların da katıldığı nemli, serin, yeşil, beyaz bir koku. Sportscraft’ın fotoğraflarında göz alıcı yağmurluklar, kazaklar, yünlü ceketler. Cıvıltılı sonbahar sokaklarında yürümek ne hoştur. Kızarmış çınarları anımsatıyor bu güzel yağmurluk… Islak kaldırımları… Havadaki yağmur kokusunu… Yaşamanın güzelliğini anımsatıyor. Oysa bu sıradan bir sonbahar değil. Virüs birden her şeyi anlamsızlaştırdı. Sportscraft’ın reklam iletisi yollaması kadar yağmurluğun böylesine güzel olması ve şu kemik rengi yağmurluktan, şu çikolata rengi süet botlardan, şu yumuşacık görünümlü kazaklardan edinmek istemek de anlamsız. Ne yapacağım ben bunları? Biz, hepimiz ne yapacağız? Şu anda evinde oturmuş kitap okuyan, televizyonda dizi seyreden, bilgisayarını açmış çalışan, iş yerindekilerle Zoom toplantsına katılan, çocuklarıyla monopoli oynayan, mutfağa girmiş ekmek pişiren, birbirine kek, çorba, ev yapımı döner kebap tarifi veren, hayatta ilk kez turşu kuran, her şeyi havalandıran, silen, yıkayan, paspas, toz bezi elinde o odadan o odaya koşuşturan herhangi birimizin yağmurlukla ne işi var? Süet botlarla ne işi var? Fakat fotoğraftaki yağmurluklu ve süet botlu kadın, bütün bunların bugün değilse de bir gün gerçek olacağının, olabileceğinin habercisi değil mi? Düşlere en çok düş oldukları için gereksinimiz var. Bir gün bu kazağı, bu yağmurluğu giyip ıslak kaldırımlarda yürüyebiliriz. Bir kahveye girip dışarıda akıp giden sokağı izleyerek kahvemizi yudumlayabiliriz. Bir dostla buluşabiliriz. II Günlük yürüyüş zamanı… Köpeğimiz Benji hem Türkçe anlıyor hem İngilizce. Gidelim mi, sorusunu duyar duymaz kulakları dikiliyor, başı neredeyse istemsizce, sorar gibi hareket ediyor. Bizi izliyor, gitgide daha çok sabırsızlanarak, arada bir hadi der gibi sızlanarak bekliyor. Önce sokağımızın ucundaki parka doğru yürüyoruz. Köpeğiyle yürüyenlerin bazıları korona günleri öncesinde karşılaşıp tanıştıklarımız. Yeni kişiler, yeni köpekler de var. Gazeteler hayvan barınaklarında köpek, kedi kalmadığını yazıyor. Herkes bir ev hayvanının sağlayacağı mutluluğun ya da avuntunun peşinde. Ne olursa olsun, hem insanlar hem de hayvanlar için güzel bu. Biz köpek sahibi dostlarla uzaktan merhabalaşıyoruz, bazen de uzaktan birkaç kelime konuşuyoruz. Köpeklerse “sosyal mesafe”yi sevmiyor, kendine benzeyen bir canlı görür görmez ona doğru atılmak, koklamak istiyor. Hele Benji’miz, dünyanın en dışa dönük köpeği. Arkadaşlarından birini daha uzaktan görür görmez duygularını saklayamıyor, kuyruğu oynamaya başlıyor. O yöne değil de başka yöne gidiyorsak olduğu yerde duruyor, mızmızlık edip bizi arkadaşına doğru çekmeye çalışıyor. Yaşlı Çinli adam her zamanki gibi, parkın bir köşesinde tai chi yapıyor. Ayakkabılarını çıkarmış, yalın ayak, çimenden, topraktan güç alıyor. Kolları, bacakları, tüm bedeni ağır çekilmiş bir filmdeymiş gibi hareket ediyor. Dönüş yolunu uzatmak için parktan çıkıp sokaklara sapıyoruz. Bazen aynı, kimi günse değişik sokaklardan geçiyoruz. Değişik diyorsam da hepsi evimizin çevresindeki sokaklar, çoğunda yıllar içinde defalarca yürüdük. Yanından geçtiğimiz evlerden biri bahçe çitinin hemen önüne küçük bir masa çıkartmış, üzerinde on, on beş tane kitap. Masanın kenarına kâğıt yapıştırılmış: “Lütfen dilediğinizi alın.” Bir başka sokakta kaldırımda gökkuşağı… Renkli tebeşirlerden bir sözcük: “Smile, Gülümse” III Bazen “evde kalma” günlerinin bitmesini istemediğimi fark ediyorum. Her sabah uyandığımızda bir dolu tatsız görev bizi beklemiyor. Çalışmak güzel fakat deli bir yarış içinde olmayınca. Trenlere, otobüslere binip işe gitmek, randevudan randevuya koşmak, haz almadığımız sosyal ilişkileri sürdürmek zorunda değiliz. Günlük yapılacaklar listesi yapay konuşmaları, zorlama gülüşleri, âdet yerini bulsun ya da ayıp olmasın diye yapılan davranışları içermiyor. Covid 19 alıp başını gitse, hastalıklar, ölümler olmasa, insanlar işlerini yitirmese fakat kendimizi içinde bulduğumuz bu basit hayat sürse. Gereksiz sosyalliğe hayır demenin toplum tarafından onaylanmış hali. IV Sanki hayatın içinde bir hayat yaşıyoruz. Sıradan bir ömre sığan şeyler birkaç değişiklikle bu küçük yaşamın içine sıkıştırılmış. Her gün, teşekkür edilmesi gereken yeni bir gün. Her gün evrenin bize sunduğu tek günlük bir yaşam. Sonrasını bilmiyoruz. Doğduğumuz andan itibaren her an ölüme doğru giden bir andır. Bunu biliriz fakat bilmiyor gibi davranırız. Sonlu ve anlamsız şeylerin peşinde, yıllarımızı geçiririz. Şimdi tüm bunlar hayatın içindeki cep hayatta, bu beklenmedik küçük hayatta, bu inanılmaz, tuhaf dönemde yaşanıyor. Bir farkla: gelecek için planlar yapmadan, her gelen günü olduğu gibi kabul ederek. Sıradan bir yaşamda olduğu gibi, şimdi bu küçük iç yaşamda da anlamsız olduğunu bildiğimiz şeylerde anlam bulabiliyoruz. Bu insanoğlunun en büyük başarılarından biri bence. V Bütün bunlar böylesine büyümeden önceydi. Avrupa Covid 19 çok uzaklarda sanıyordu. Sonradan kendi beceriksizliğini örtmek için Çinlileri suçlayacak olan Trump, “Çinli dostlara teşekkürler, Corona virüsle ustalıkla başa çıkıyorlar” diye açıklamalar yapıyor, virüs Amerika’ya hiç uğramayacakmış gibi hareket ediyordu. Çin’le ekonomik ve politik çok fazla ilişkisi olan Avustralya, salgını ciddiye alarak sınırları kapatmaya başlayınca, sosyal mesafe kavramı dünyanın hemen her ülkesinden önce, daha Şubat ortalarında yaşantımıza girdi. Hafta sonu bir grup arkadaş bize gelecekti. Şimdilik diyerek iptal ettim ve fırında pişirmek üzere aldığım etleri buzluğa attım. Nasıl olsa kısa bir süre sonra bütün bunlar bitecek, arkadaşlarla bir araya gelecektik. O anda bundan hiç kuşkum yoktu; birkaç hafta, bir iki ay içinde belki aşı belki ilaç bulunacak, her şey bir şekilde normale dönecekti. Şimdi ise bir yıl, bir buçuk yıl belki çok daha uzun süre hiçbir şeyin eski haline dönmeyeceğini biliyoruz. Annelerimiz, babalarımız, “Biz savaş gördük, ekmeğin karneyle verildiği günleri yaşadık. Siz hiç zorluk çekmediniz.” dediler. “Gerçekten de şanslıyız.” diye yanıtladık. “Hele bugünün gençleri,” dedik, “her dedikleri yapılıyor, her istedikleri ellerinin altında. En şanslı da onlar.” Erken konuşmuşuz. * Avustralya’da korona virüs grafiğindeki çan eğrisi bir süredir düzleşti. Bunları yazdığım günlerde kısıtlamaları kademeli olarak gevşetmekten söz ediliyor. Bakalım gelecek haftalar neler getirecek?
YorumlarLale Ozpak
{ 26 Nisan 2020 20:51:53 }
Çok güzel Saba cim.Çok güzel anlatmissin.
nihat ziyalan
{ 24 Nisan 2020 09:23:39 }
mutlaka kitaplaşmalı bu güzelim yazılar. eline sağlık sevgili Saba Öymen. teşekkürler Ayorum.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|