|
Büyük Kitap KorkusuKategori: Korona Günlüğü | 1 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 06 Nisan 2020 13:27:16 Son günlerde yerel kütüphanemizin internet sitesine girince “kapalı” yazısıyla karşılaşıyoruz. Üyelerin dijital kitaplara ulaşabilecekleri bildiriliyor ve bağlantısı veriliyor. Birkaç hafta önceydi, kütüphanedeki tüm toplantıların, imza günlerinin, çocuklar için öykü buluşmalarının nisan sonuna kadar iptal edildiğini bildiren ileti geldi. Yalnız olsun, gruplar halinde olsun öğrenciler kütüphanede ders çalışamayacaktı; bilgisayarların, baskı makinelerinin kullanımı yasaktı.
Nisan 2020, Sydney Kütüphaneye girişe yalnızca kısa bir süre, ödünç almak ve ödünç aldığınızı geri vermek için izin veriliyordu. Çok geçmedi, kahveler, lokantalar, kulüpler ve benzeri yerlerle birlikte kütüphanelerin de tamamen kapatıldığı bildirildi. Doğrusu, açık da olsaydı daha önce kimin elinin değdiği bilinmez bir kitabı ödünç alacak fazla kimse çıkmazdı diye düşünüyorum. Evden eve, elden ele dolaşan kitaplar corona virüsü yayabilir mi, kesin bir şey söylenemez. Bu virüsün hangi yüzeyde ne kadar süre yaşadığına dair birçok bilgi dolaşıyor ortalıkta, kimi doğru kimi yanlış. Satın aldığımız makarnanın, pirincin, kuruyemişin plastik torbalarını, meyve suyu, süt şişelerini, yoğurt, peynir kutularını eve gelir gelmez sabunlu bezlerle silmeye çoktan başladık, neredeyse kendimizi tutamayıp un ve şekerin kâğıt paketini, kahvaltılık gevreğin karton kutusunu, ekmeği falan da sileceğiz ama son anda yok canım, o kadar da değil, deyip kendimizi tutuyoruz. (Şaka bir yana, Dünya Sağlık Örgütü WHO’nun corona virüs’ten korunmak için önerdiği maddeler arasında alışveriş paketleri konusunda paniklemek henüz yok, bu gerekliliğe halk kendi kendine karar verdi sanırım.) Kitaplara dönelim. Tarihte 19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın başları arasındaki bir dönemin “büyük kitap korkusu” dönemi olarak adlandırıldığını biliyor musunuz? Toplumları etkileme, kurulu düzeni değiştirebilme gücü nedeniyle kitaplardan hep korkulur ama sözünü ettiğim korku bu değil. Geçmişte kitaplar yalnızca içeriği için yakılmamış. Veremin, kızılın, çiçek hastalığının yaygın olduğu, halkın kaygı içinde yaşadığı yıllar… 1879’da bir gün Chicago’da bir kütüphaneciye, kitapların hastalık bulaştırıp bulaştırmadığı soruluyor. Kütüphaneci birdenbire ortaya çıkan bu korkunun bir kaynağı olması gerektiğini düşünerek araştırmaya girişiyor ve kütüphane kitaplarının mikrop taşıdığını düşünen birkaç doktora ulaşıyor. İlginçtir ki, aynı sıralarda aynı korku İngiltere’de de yayılıyor, halk aynı soruyu soruyor. Aklın yolu birdir mi demeli yoksa henüz telefonun bile yaygın olarak kullanılmadığı o yıllarda da insanların birbiriyle hızlı bir iletişim içinde olduğu sonucuna mı varmalı? Bence bu, insan ırkının, doğru olsun yanlış olsun bilgiyi paylaşmakta, bir haberi yaymakta yalnızca internet çağında değil her zaman çabuk olduğunun bir göstergesi. 1895’de Nebraska’da bir kütüphane görevlisi veremden öldüğünde, kitapların mikrop taşıyor olduğu iddiası yeniden tavan yapıyor. Kulaktan kulağa fısıldanıyor: “Bir kütüphaneci mikrobu başka nereden kapacak, büyük olasılıkla kitaplardan kaptı.” Hasta birinin dokunduğu kitaplar mikrop taşıyor, diyorlar. Dışardan zararsız görünen bir kitap bile, kapağı açıldığında hastalık yayabilir, diyorlar. Soluk aldığımızda kitap tozu ciğerlerimizi dolduruyor, bu toz kim bilir sağlığımızı nasıl etkiliyor, diyorlar. Dayanağı bilinmeden, doğruluğu araştırılmadan yayılan bu korkunun bir nedeni bulaşıcı hastalıkların ortalığı kırıp geçiriyor olmasıydı. Fakat bir başka neden de o yıllarda kütüphanelerin halkın hayatına yeni girmiş oluşu sanırım. İnsanların yeni olan hemen her şeye karşı önyargılı oldukları bir gerçek. Kütüphane kitaplarına dair kaygı gitgide büyüyünce, sorunun çözümü için kurallar getirilmiş, yasalarda değişiklik yapılmış. Bulaşıcı bir hastalığı olduğu bilinen ya da tahmin edilen kişilerin kitap ödünç alması yasaklanmış. Para cezaları konmuş. Kütüphanelerin “hastalıklı” kitapları dezenfekte etmesi istenmiş. Bu arada çeşit çeşit dezenfekte yöntemi ortaya çıkmış. Kitapları buhara tutarak temizleyenler, mikrop giderici çözeltilerle silenler... Bir araştırmacı, çok sayıda kobay faresini hastalık taşıdığını düşündüğü kitaplarla baş başa bırakmış, bir süre sonra farelerin hepsinin öldüğünü açıklamış. Bir başka deneyci mikroplu olduğunu düşündüğü kitap yapraklarını kullanarak yaptığı tabaklardan maymunlara süt içirmiş. Sonrasında maymunlara neler olmuş bilmiyoruz. Bütün bu tuhaf deneylerin ardından kitapların bulaşıcı hastalık taşıyor olmasının belki küçük bir olasılık olduğu fakat tamamen görmezden gelinemeyeceği sonucuna varılıyor. Bir yandan da gazeteler kitap korkusunu besleyen yazılar yayımlıyorlar. Sonunda bulaşıcı hastalık taşıdığı saptanan kitapların yakılması gerektiği konuşulmaya başlanıyor. Kütüphanecilerse kitapların hastalık bulaştırma olasılığının çok çok küçük olduğunu, asıl büyük tehlikenin, insanları yanlış kaygılara, dayanaksız korkulara yönlendirmekte yattığını söyleyen açıklamalar yaparak iddialarla başa çıkmaya çalışıyorlar fakat uzun bir süre onları dinleyen olmuyor. * Geçen gün kütüphanecilik yapmış bir arkadaşımla konuşuyordum, kütüphanedeki kitapların, hele hele çocuk kitaplarının kirli olduğunun bir gerçek olduğunu söyledi. Evet, yapış yapış sayfalarla geri getirilen çocuk kitapları bile görmüştü. Her şey gibi kitapların da zaman içinde kirleneceğini, yıpranmış kapakların, sararmış kirli sayfaların mikrop taşıyacağını düşünebiliriz fakat bakterilerin, mikropların bulaşıcı hastalıklara her zaman neden olmadığı da bir gerçek. Covid-19’dan önce kütüphane kitaplarıyla yakın ve keyifli bir ilişkimiz vardı. Yüz yıl gibi bir süredir bu konuda şikâyet dile getiren olmamıştı, korkusuzca alıp okuyorduk kütüphane kitaplarını. Yine de corona virüslü zamanlar son bulup kütüphanelere geri dönüldüğünde, herkesin eskisinden çok daha dikkatli olacağını sanıyorum. Ne dersiniz, belki de hastalıklı kitaplar karantinaya alınır…
Yorumlarnihat ziyalan
{ 07 Nisan 2020 11:38:03 }
gene enfes bir yazı. kutlarım sevgili Saba Öymen.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|