Bir zamanlar, benim çocukluk ya da ilk gençlik yıllarımda, evdeki raflar göze hoş görünsün diye ciltlenmiş klasik romanları satın alıp dizen (kültürsüz!) kişilerden söz edilir, gülüşülürdü. Doğru muydu bilmem, belki de birisi hem kendini hem başkalarını eğlendirmek için uydurmuştu ama kitapevini arayıp bana şu kadar liralık kitap gönder diyenlerden söz edildiğini bile duymuştum.
Bir zamanlar dalga geçtiğimiz şey bugün gerçek oldu. Kitabın artık yalnızca içeriğinden değil görüntüsünden de gelen, bir nesne olarak değeri var. Sosyal medya çay fincanının yanına konmuş kitap fotoğraflarıyla dolu. Kitap okuyor olmak artık “cool”. Ya da okuyan biri olarak görünmek “cool”.
Bir süre önce karşıma çıkan bir yazının başlığı şöyleydi: Kendinizi, hiçbir zaman okuyamayacağınız kadar çok sayıda kitapla kuşatın.
“İçi doldurulmuş, taşan bir kitaplık zihniniz hakkında çok şey söyler.” diyordu yazının devamı. “Öğrenmekle geçirilecek bir yaşam sağlıklı bir yaşamdır. Sürekli yeni bir şeyler öğrenmek sizi çok daha olumlu ve mutlu bir insan yapar. Bill Gates’den Elon Musk’a kadar herkes daha zeki ve daha bilgili olmanın yolunun okumaktan geçtiğini söylüyor.”
Umberto Eco’nun kütüphanesinde 30,000 kitap vardı. Bu kitapların hepsini okumuş muydu Umberto Eco? Elbette hayır. Fakat bu önemli değildi. Ünlü yazar, asla okuyup bitiremeyeceği kadar çok sayıda kitaba sahip olarak, henüz bilmediği ama öğreneceği şeyler olduğunu kendine hatırlatıyordu. Bu onun zihninin öğrenmeye ne denli açık olduğunu gösteriyordu. (Makaledeki bu düşüncenin kaynağı Nassim Nicholas Taleb’in, Siyah Kuğu – Olasılıksız Görünenin Etkisi adlı kitabı. Umberto Eco’nun sahip olduğu fakat okumadığı kitaplardan ters kütüphane (anti-library) olarak söz ediyor Nassim Nicholas Taleb.)
Yazıyı okuduğumda, bu düşünce biçimi çok hoşuma gitmişti doğrusu. Çünkü benim kitaplığım da dolup taşıyor, satın aldığım ama okumaya henüz vakit bulamadığım kitapların sayısı günbegün artıyordu. Oh! Demek ki bu aslında özenilecek bir şeydi. Yakınmama, kendi kendime söylenmeme hiç gerek yoktu.
*
Dün okuduğum bir başka yazı ise New York’un pahalı apartmanlarında yaşayanların evlerinde kitapları dekor olarak kullandıklarını anlatıyor. Özel olarak sergilenen, ustalıkla saklanmış gizli bir mesaj veren kitaplar…
Bir köşeye üst üste yığılmış kitaplardan oluşan küçük bir kule ve üzerinde bir vazo ya da bir kahve fincanı.
Salondaki kanepeye rastgele bırakılmış, ev sahibinin okuma alışkanlığını sergilemekten başka amacı olmayan bir grup kitap.
Şık bir sehpanın üzerinde, odaya sıcacık bir renk vererek yanan bir mum ve yanında kitaplar.
*
Her yayınevi bolca kitap satmak ve kâr yapmak ister fakat günümüzde “kitabın tasarımında güzelliği birinci planda tutmak, bu yolla değerini yükseltmek” şeklinde bir “şirket amacı”nı benimseyen yayınevleri var. Örneğin, kendisi de bir bibliyofil olan Thatcher Wine’ın Juniper Books adlı yayıncılık şirketi. Müşterilerine, bir ana düşünce, herhangi bir tür ya da bir yazar çerçevesinde düzenlenmiş, dış kapak kâğıdı alıcı için özel tasarlanan kitaplar (kitap takımları) sunuyormuş Juniper Books.
Sinema oyuncusu Gwyneth Paltrow, Los Angelas’daki evinin duvardan duvara kütüphanesinin raflarını doldurma işini Thatcher Wine’a sipariş vermiş. Böylece kitabın süs olarak kullanımını olağan kılmış oluyor Gwyneth Paltrow. Ünlülerin davranışları birçok kişiye örnek olduğuna göre, bu tür siparişler yaygınlaşabilir.
İşte şimdi tam da yazının başında, dalga geçerek söz ederdik dediğim olguya geldik. Kitaplık boş görünmesin diye kitapçıya telefon edip, klasiklerden bir takım gönder demekle aynı noktadayız.
Artık kitapların süs olarak da bir değerinin olduğunu kabul etmek mi gerekiyor?
Belki bu çok da kötü bir şey değil. Sonuçta giyimimizle, saç biçimimizle, evimizdeki eşyalarla, çevremize bir mesaj veriyoruz. Olduğumuz ve olmak istediğimiz kişiyi tanımlamaya, başkalarına anlatmaya çalışıyoruz. Kitabın da mesaj veren bu tür öğelere eklenmesinin ne zararı olabilir? Hatta mesajını vermek istediğimiz görüntüyü hak etmeye çalışırsak yararı bile olabilir.
Soruya tam bir yanıt olmasa da konunun bütünü için önemli iki nokta var bence:
• Kitaplık dolup taşıyor bile olsa, birer birer (ya da ikişer üçer) okuyor olmak. Satın alıp, yığıyor, okumayı sürekli yarına erteliyorsak bu işte bir yanlışlık var.
• Bilmekten çok bildiğini göstermek önem kazandı. Okuyor olmaktan çok okuduğunu göstermek… Kültürlü olmaktan çok kültürlü olduğunu göstermek… Yani “olmak”tan çok “olduğunu göstermek”. Neredeyse her yaptığımızı kendimiz için değil dünyaya sergilemek için yaptığımız bu çağda, kitapların da aynı hevese kurban gitmesini nasıl engelleyeceğiz?
Çok çok doğru kitabın faydası değil aksesuar olması öne çıktı........