Bir hafta sonu Meke gölüne kadar bir uzandık. Meke gölü sanırım İç Anadolu'nun en tuhaf görüntüye ve kokuya sahip gölü. Doğum tarihi kimilerince 5 kimilerince 400 milyon yıl önceye dayanıyor, o kadar uzun zaman geçmiş ki herhalde göl bile tam tarihini unutmuştur. Sorabilseniz, "Şu son kuyrukluyıldızdan hemen sonraydı, ay daha yeni yeni arzın –öyle diyorsunuz değil mi o gezegene hala?- çevresinde dolanmaya başlamıştı. İnsanoğlunun ortaya çıkışından da az önceydi galiba, balıklar yeni yeni sudan çıkıp yürümeye başlıyordu" diyebilir.
"Dün gibi hatırlıyorum, bir gürültü, bir patırtı, alevler, kraterler lav püskürüyordu. İki tane vardı iç içe, anne ve babam. Sonra –galiba 1 milyon yıl falan geçti, annem babam sizlere ömür, volkan olarak çağları geçti ne yapalım, ölenle ölünmüyor, sular seller derken göl olduk."
Gölün içinde yer alan adalar gölün kendinden büyük. Metafor falan değil bu. Gölün su olarak kapladığı alan, içindeki adaların kara olarak kapladığı alandan daha az gerçekten. Ve rengi… Koyu kızıl ve siyahın tonlarında volkanik taşlardan oluşmuş, paslı demir gibi, bazı yerleri hafiften yeşile çalar adaları ve koyu yeşil duru suyu. Ve kokusu… Sorduğum bir köylü, suyun içinde sülfür bileşimi olduğunu söylemişti. Zararsızmış, sadece kötü kokuyormuş. Kimyacı değilim ama böyle kokan ve böyle bir rengi olan, ortasında paslı adaları olan, dibi kaygan kille kaplı bir göle girilirse ölür müyüm ne dersiniz ey bilim adamları?
Gerekli tahlilleri yapmaya zamanım olmadığı ve bu fırsatı bir kez daha bulup bulamayacağımı bilmediğim için – daha dün volkanik dağmış, bugün göl olmuş, yarın neye dönüşeceğini kim bilir?- ben mayomu giyip suya girdim. Merak edenlere duyurulur: Henüz yaşıyorum, başka bir şeye de dönüşmedim, hala insan formundayım.
Hemen kıyısına kamp kurduk gölün ve olası ziyaretçileri beklemeye başladık. Yine köy kaynaklı bilgiler buranın ziyaretçilerin flamingolar ve UFO'lar olduğunu söylüyor. Birine diğerinden daha fazla önem vermiyorlar oralarda. Yani ikisine de önem vermiyorlar kısaca.
Flamingolar, diğer yüze yakın kuş türü gibi Meke'nin yerel halkı sınıfına girmiş artık. Paslı suların ve alev alev yanıyormuş gibi kor kayaların üzerinde uçan zarif, kırmızı bacaklı, beyaz üzerine turuncu ve siyah tüylü flamingoları görmeyi çok isterdim. Ne yalan söyleyeyim bir UFO da fena olmazdı hani, buralara kadar gelmişken.
Her ne kadar köylüler UFO'ların daha sık göründüğünü, akşamları bazen ailecek gelip UFO manzarası eşliğinde piknik yaptıklarını anlatsalar da biz gözlerimizi dört açtığımız halde kimseyi göremedik. "Yabancılamışlardır sizi" dedi köylüler de "Hele birkaç ay buralarda dolanın, size de gelirler."
UFO'lardan ümidi kesince gölün üzerinden ortadaki koni zirveli eski kratere doğru yürüyüşe geçmeye karar verdik. Gerçi göl 15 metre derinlikte, ama ortada doğaüstü bir şey yok. Gölün bir kıyısından yan yana konmuş taşlardan oluşan incecik bir yol ortaya, adaya kadar uzanıyor. Adada bu kez tırmanmak için güç toplamamız gerekti. Koyu mor ve kırmızı taşları inceleye inceleye tırmandık. Bazıları kuşa, bazıları ejdere, bazıları da –doğru tahmin- uzaylıya benziyordu taşların.
Etrafta farklı farklı kuş gözleri pek önemsemeden bizi izliyordu. Meke kuşları, Angıt, Suna, Uzunbacak, İbibik, Yeşil karga, Kızıl şahin, Kınalı keklik, Kerkenez, Kılkuyruklu Şakrak kuşu, her renk ve isimde bir sürü tuhaf kuş, manzarayı tamamlarcasına koni tepenin kayalıklarına yuva yapmışlardı.
Adanın tepesi, kraterin tepesi, gölün ne kadar yaşlı olduğunu hatırlattı bize tekrar. Burası artık o alev alev günlerinden çok uzakta. Gece çökerken, gölün kıyısındaki kamp yerimize geri döndük, sonra ani bir neşeyle gece off-road'una çıkmaya karar verdik. Adaya çıkamadık tabii, ama hemen yanındakine ne buyurulur, üstelik onun kara ile dar da olsa bir bağlantısı vardı, iki tekerleğin sığabileceği kadar dar. Farların ışığında yavaşça ilerledik. Biz bile, bu kör karanlıkta bu tekinsiz muhteşem yerde hızlı gidecek değildik herhalde. Farlarımızın sarı ışıkları kıpırdamayan gölün siyah sularında kırılıyordu, koku da hafiflemişti sanki. Yavaşça adaya ulaşıp tırmanmaya başladık. Ufak sivri tepenin üstünde, göl altımızda yıldızların hafif ışığı altında sessiz ve tedirgin, hatta biraz gözdağı verme havasındaydı. Tepeye ulaştıktan farlarımızı kapattık, sonra gerçek bir sessizlik içinde etrafımıza baktık. Çok tuhaf bir tecrübeydi bu. HİÇ bir şey görünmüyordu, HİÇ ses yoktu. En yakın ev kim bilir neredeydi, en yakın kuş çoktan uyumuştu. Bir biz vardık kilometrelerce karelik alanda, bizden de ses çıkmıyordu. Zaman olmadığı için orada ne kadar durduğumuzu tahmin edemiyorum. Saatler sadece 10 dakika diyor ama, portatif kara delik diye bir şey duymadınız mı siz?
Soğuyan araba motorlarından gelen çatır çutur sesler büyüyü bozdu, yoksa güneş doğuncaya dek oradaydık. Geri döndük.
Sabah güneşin altında burası yine kötü kokan, yeşil bir göl içinde mor bir tuhaf tepeye dönüşmüştü. Ama biz gece değişebileceğini biliyorduk artık. Akşam çadırları toplayıp yola çıktığımızda, son bir çay içmek için en yakın köye uğradık. Kahvede, hoş beş arasında yine UFO dedi köylüler. Gece birkaç tane daha gelmiş. Gidip görelim mi? Boş ver yorgunum dedi yoldan geçen bir başkası. Yanındaki karısı söyleniyordu, hep UFO hep UFO. Biraz da sinemaya gitsek…
Fotoğraflar Müfit Çırpanlı