|
Rachel Cusk’dan çok sesli romanlarKategori: Günün içinden notlar | 0 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 02 Ağustos 2019 14:55:31 Kitapçıda dolaşırken rastlantıyla keşfettiğim Outline’dan henüz yalnızca birkaç sayfa okuduğumda sıra dışı bir kitapla karşı karşıya olduğumu düşünmüştüm. Alışılmış romanlardan değildi; edebiyat okuyucusuna yepyeni bir biçim ve içerik sunuyordu. Belli bir kurgusu olmayan romanları her zaman sevdim fakat Outline şimdiye kadar okuduğum bu tür romanlardan da çok farklıydı.
Daha sonra üçlemenin ikinci ve üçüncü kitapları yayımlandı. Transit ve Kudos, bende Outline’ın bıraktığı izi bırakmadıysa da (ilki hazırlıksız yakalamıştı, belki de onun için çok daha etkileyiciydi), son yılların en özgün edebiyat yapıtlarından biri olduğu düşüncem değişmedi. Ve Rachel Cusk da son yılların en ilginç yazarlarından biriydi bence. Bir süre önce bir Avustralya gazetesinde okuduğum yorum yazısı da bu inancımı onaylıyor gibi: “Cusk’ın üçlemesi, Elena Ferrante ve Karl Ove Knausgaard’ın romanlarıyla birlikte, çağdaş edebiyatın en mükemmel, en okunması gerekli birkaç yapıtı arasında.” (Knausgaard’ı bilmiyorum ama Elena Ferrante için aynı şeyi düşünüyorum.) Romanların anlatıcısı, adının Faye olduğunu çok sonra öğrendiğimiz, üç roman boyunca hakkında çok az bilgi edinebildiğimiz bir yazar. Aslında onunla ilgili tüm bilgiyi diğer kişilerle olan konuşmalarından öğreniyoruz. Uçakta yan koltukta oturan yolcu, edebiyat festivallerinde tanıştığı başka yazarlar, yazarlık atölyesindeki öğrencileri, arkadaşları, evinde tadilat yapan usta… Tanıdığı, tanımadığı pek çok kişi giriyor romana ve çıkıyor. Roman hemen hemen tümüyle konuşmalardan oluşuyor. Art arda sıralanan uzun diyalogların bazısı doğrudan. Bazısı ise dolaylı; Faye tarafından aktarılıyor bize. Faye başkalarını dinlemek için yaratılmış sanki. Dale Carnegie’nin sözünü kural edinmiş gibi: “Başkalarına kendilerinden söz etme fırsatı veriniz.” Dale Carnagie bir de şöyle diyordu o meşhur kitabında: “Başkalarının seninle ilgilenmesini beklersen iki yılda ancak kazanacağın dostu, sen onlarla ilgilenirsen iki ayda kazanırsın.” Gerçi Faye’in dost kazanmaya çalışır bir hali de yok. Ya da şöyle diyeyim: Faye’i bilmem ama Rachel Cusk’ın dost kazanmaya çalışır bir hali yok. Romanlarına giren çıkan onlarca kişinin yaşamına biraz acımasızca bakıyor gibi Rachel Cusk. Katı. Soğukkanlı. Duygusuz. Evet, üç romana da onlarca kişi girip çıkıyor. Bu kişilerin hepsi, o sırada onları düşündüren ne varsa, onları ne rahatsız ediyorsa ortaya dökmeye, Faye’e anlatmaya çok istekliler. İlk kitabın ilk bölümünde Faye uçakta yerine oturduğu andan itibaren, sırayla romana giren her kişi “başla” işareti verilmişçesine konuşmaya, içinde bulunduğu hali anlatmaya, yaşamını özetlemeye, sorunlarından söz etmeye girişiyor. Hepsi de bu hiç tanımadıkları kadına (Faye’e) önceden hazırlanmışçasına sunuyorlar yaşamlarından kesitleri. Toplumun düzeniyle ilgili, insanlık halleriyle ilgili, evlilik kurumuyla, kadın erkek ilişkileriyle, çocuklarla yaşanan sorunlarla ilgili düşünmüşler, belli görüşlere varmışlar, bunu anlatacak birini arıyorlarmış ve Faye’i bulunca çok sevinmişler gibi uzun uzun anlatıyorlar. Onun kendilerini yargılamadan dinleyeceğinden eminler, ya da yargılasa da aldırmıyorlar. Fakat onların hikâyesini bize aktaran Faye; bazen Faye’in sesi onların sesini kesiyor. Belki de onların hikâyesini yalnızca Faye’in bize anlattığı biçimiyle duyuyoruz. İşittiğimiz, onlar mı, Faye mi? (Öyle olmadığını söylüyor ama yoksa Rachel Cusk mı? “Bilmediğim bir şeyi biliyor gibi yapmak istemedim, Faye yalnızca dinliyor, yanıtları bildiğini iddia etmiyor.” diyordu bir söyleşide Cusk.) Rachel Cusk, yaşamın kimi büyük kimi daha küçük, bazısı sıradan bazısı değil, fakat hepsi de önemli sorularına yanıt aramak için yola çıkmış gibi. Soğukkanlılıkla, duygusal olmadan, hızlı adımlarla ilerliyor romanın içinde. Ve bir de ‘yazmak’ konusunu, yazarlığı yatırıyor masaya. Geçenlerde Washington’da bir kitap evinde Rachel Cusk için düzenlenmiş okuma gününü ve söyleşiyi Youtube’de izledim. Onun hakkında kitaplarından edindiğim izlenime uymayan, yumuşak bir konuşması vardı. Dayatmacı değildi. İşte söylediklerinden birkaç nokta: “Romanın bugün geldiği yerde yazarın kişiliğini çok fazla görüyoruz. Her roman, yazarının egosunun bir tanımı neredeyse. Yazarın egosuyla var olmadığı bir roman yazmak istedim ben. Yazarın yok olmadığı ama geriye çekildiği, arkada durduğu bir roman.” “Şimdiye dek yazdığım biçimlerin dışında bir yöntem bulmak isteğiyle yola çıktım. Alışılmış olanı, daha önceden bildiğimi bıraktım, benim için gerekli olan biçimi aradım. Bu üç roman işte böyle ortaya çıktı.” “Kahramanının biyokimyacı olduğu bir roman düşünün. Yazar araştırır, öğrenir, hayal eder, sonra oturup kâğıda döker ve okuyucuyu inandırmaya çalışır. Ben bunu istemedim. Öyle olmaması için özellikle çabaladım. Hayal yok, kurgu yok romanımda.” Hayatın nasıl çözüldüğünü ve nasıl yeniden yapılandırıldığını anlamak istiyorum, diyen Rachel Cusk’a bunun nasıl olduğunu Faye gösteriyor. Birinci romanda dağılan yaşamının üçüncü romanda yeniden toplandığını duyumsuyoruz, hiçbir olay akışı olmasa da. Üçleme Türkçede Çerçeve, Geçiş ve Övgü adlarıyla yayımlandı.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|