|
İnansak mı?Kategori: Günün içinden notlar | 0 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 03 Mayıs 2019 05:26:04 Çok yakında gazetelerdeki haberlere, sosyal medyada paylaşılan gönderilere kuşkuyla bakmakla kalmayıp, nasılsa yalandır diyerek hiçbirine inanmayacağız. Yalancının evi yanmış kimse inanmamış. nternet siteleri dikkatimizi çekmekten, merakımızı uyandırmaktan başka amacı olmayan, sorumsuzca yazılmış, çarpıcı başlıklarla dolu. Tıklıyoruz, bazen ön sayfadaki cümleyle ilgisi bile olmayan, sözcüğün tam anlamıyla ‘uydurma’ bir yazı/haber çıkıyor karşımıza.
Doğruluk önemini yitirdi. Yoksa hiçbir zaman önemli değildi de, bu gerçeğin internet sayesinde mi farkına vardık? Hayır, öyle olduğunu düşünmüyorum, en azından böylesine her yeri sarmamıştı yalan ve uydurma haberler. Bazen tarih kitapları yalanlarla yeniden yazılıyor, Elvis Presley ölmedi yaşıyor diyenlerle, Amerika aya gitmedi diye iddia edenler çıkıyordu fakat yabani otlar gibi oradan buradan baş verip denetlenemez biçimde yayılmıyordu uydurma haberler. Yalnızca internette de değil. Geçen gün süper markette kasada sırada bekliyordum. Bir kenara bırakılmış New Idea dergisini elime aldım beklerken göz gezdirmek için. “Andrew ile Fergie’nin gizli oğlu yazıyordu” kapakta. Dergiyi açıp habere şöyle bir bakınca, sözü edilen ‘gizli oğul’un, Prens Andrew’un teyzesi Prenses Anne’in oğlu olduğu hemen anlaşılıyordu ama bu önemli değildi. Birilerinin gözü kapak sayfasına takılsın ve dergi satın alınsın yeterliydi; önemli olan buydu. Sosyal medyada her gün başka bir “süper” yiyecekle ilgili yazı çıkıyor. Önceki gün soğan, bugün limon, ertesi gün sarımsak… Saç dökülmesini durdurmak için haftada iki gün somon balığı… Kan şekerinin düzenlenmesi için bol bol yaban mersini... Zerdeçal her derde çare… Cevizin suyu kolesterol için birebir... Hemen her sebzeyle, her otla, her baharatla ilgili “’iyileştirici” iddiası var. Kim çürütebilir ki bu iddiaları? Elbette hepsi de yararlı bu sebzelerin, otların, baharatların. Ama dedikleri kadar hayat değiştirici mi? Hem günde kaç tane limon, kaç tane soğan, sarımsak tüketebiliriz ki? Keşke öyle kolay olsaydı; keşke soğanla, limonla, çörek otuyla engellenebilseydi hastalıklar. Araştırmalara dayanan, doğru kaynaklı sağlıklı yaşam önerileri olmaktan çok uzak aldatıcı, sorumsuz yazılar… “Fake news (sahte haber)” 2016’da Avustralya’nın Macquarie Sözlüğü, 2017’de de İngiltere’nin Collins Sözlüğü tarafından “yılın sözcüğü” seçildi. İnternet bizi “aptal yerine koyuyor”, farkına varmıyoruz. Birileri bir yerde kıs kıs gülüyor, “ha ha, ben başlattım, nasıl da yayıldı. Şu işe bak yahu!” Fransız düşünür Guy Debort’un 1960’larda dediği gibi, ‘olmak’tan ‘sahip olma’ya ve oradan da ‘öyle görünme’ye doğru evrim geçirmiş olmalıyız. Bunu bilgiye uyarlarsak; bir zamanlar bilgiyi edinmekti amaç, ardından bilgiye sahip olmak geldi, bir süredir ise gerçekten istenen tek şey, bilgili görünmek. Belki de hep böyleydik, hep görünüşü kurtarmak önde geliyordu fakat elimizin altında dilediğimiz gibi kullanacağımız bir alet (internet) yoktu. Buydu bizi durduran. İnternetle görünürlüğümüz arttı. Olduğumuz ya da olmak istediğimiz kişiyi kolayca ilan edebilir hale geldik. Düşünün, facebook’ta bir gönderiyi paylaşırken birinci amacınız ne? Sizin de öyle düşündüğünüzü göstermek, değil mi? Kim olduğunuzu, kişiliğinizi, ait olduğunuz grubu, değer yargılarınızı açıklamak. Gezegenimizin kirliliğiyle ilgili bir haber ya da yorumu paylaşırken, çevreye önem verdiğimizi söylüyoruz. Çocuk taciziyle ilgili bir haberi ya da yorumu paylaşırken, bundan duyduğumuz rahatsızlığı bildiriyoruz. (Elbette duyduğumuz rahatsızlığın göstermelik olduğu anlamına gelmez bu, gerçekte hissettiğimiz öfkeyi dile getiriyoruz ama bunu yalnızca yakınlarımızla paylaşmayıp, en azından birkaç yüz kişiye ilan ettiğimizde, gösterme isteği olduğu da açık.) Konuya dikkat çekme, başkalarını etkileme, bizim gibi düşünenlerin sayısını çoğaltma… Bunlar da var elbette fakat vakit ayırıp doğru dürüst okumadan paylaşırken, hele hele yalnızca bizim gibi düşünenlerden oluşan arkadaş grubuyla paylaşırken, çoğunlukla asıl yaptığımız “ben buyum” demek. İnternet sosyal ilişkiyi başka bir boyuta taşıdı. Oturduğumuz yerden sosyal oluyoruz. Gerçek anlamda olmasa bile, başkalarıyla ilişki içinde olduğumuzu, yalnız olmadığımızı hissediyoruz. Bu yüzden sürekli küçük bir gösteri içindeyiz. Kimliğimizi, nelere inandığımızı, neleri önemsediğimizi gösterme gereksinimimiz karşılanıyor internetle. Yaşamak, eskiden yürümek idiyse, şimdi koşmak. Gitgide daha sabırsız olduk, bir yazıya, bir habere, bir videoya gitgide daha az zaman ayırıyoruz. Kaç kişi bir köşe yazısını sonuna dek okuyor? Kaç kişi roman okuyor ya da bir oturuşta bir romandan sayfalarca okuyabiliyor? Bir müzik videosunu bile kendimizi vererek sonuna dek izlemek güç gelir oldu. İçimizde bir ses, yaptığımızdan farklı bir şeyi hatırlatıyor hep. Yalnızca görev olanları değil, keyifle yaptıklarımızı bile uzun süre sürdüremez olduk. Dikkatimiz çabucak dağılıyor. Facebook’ta karşımıza çıkan şiirin gerçekten Can Yücel’e ait olup olmadığını araştırmaya kimin vakti var, paylaş’a basıveriyoruz. Hele bir de çarpıcı bir haberse önümüzdeki, herkesten önce görmüş olup, ötekilere bildirmenin ayrı bir keyfi var, öyle değil mi? Doğuştan gelen ya da sonradan edinilmiş önyargılar hangi türden sahte haberlerin/bilgilerin nerede en hızlı yayıldığının belirleyicisi oluyor. Hastalık/ ölüm korkusuyla, limonun her derde çare oluşunu, doğruluğunu araştırmadan kabul ediyoruz. Etnik kimliğimiz ya da dinî inancımızla, bizden farklı olanları “ötekiler” diye ayırıyor, bunu onaylayan haberleri gerçekliğinden emin olmadan paylaşıyoruz. Bir haber ya da bilgi önyargımızı haklı çıkarıyorsa hemen benimsiyor, yayılmasına katkıda bulunuyoruz. Düşünür Slovaj Zizek, “Sahte haber ve bilgi her zaman vardı.” diyor, “Sovyetler Birliği kendi yalanını yayarken, Batı kendi yalanını ortaya sürüyordu. Denetim altında, ideolojik nedenli yalanlardı bunlar. Yalan haberin bugünkü karakteriyse kontrolsüzlük. Yalan haberle savaşanların karşı olduğu şey aslında bu. Gerçeğin peşinde olmaktan çok, sahte olanın yayılma biçimine, hızına karşı çıkıyorlar. Belki de bir işlevi var yalan haberin böyle çoğalmasının. Her zaman her şeye kuşkuyla bakmamızı, doğruyu aramamızı sağlamak.” Öyleyse diyebilir miyiz, bir süre sonra hepimiz daha sorumlu davranır olacağız, karşımıza çıkan haberi, yazıyı doğrulamadan paylaşmaktan kaçınacağız?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|