|
|
Trump devrinde petrolün jeopolitiğiKategori: Dünya | 0 Yorum | 09 Nisan 2019 12:55:21 ABD, dünyanın birinci hidrokarbür üreticisi haline gelmiştir. Artık egemen konumunu, rakip büyük üreticileri devre dışı bırakmaktan ve halklarını sefalete mahkum etmekten çekinmeksizin sadece kendi karını azami düzeye çıkarmak için kullanmaktadır. Geçmişte Ortadoğu’nun petrolüne erişim konusu ekonomisi için yaşamsal önem taşırken (Carter, Reagan, Baba Bush), daha sonra yönettikleri bir pazar (Clinton), ardından yine musluğunu kontrol etmek istedikleri tükenmek üzere olan bir kaynak (Oğul Bush, Obama) haline geldikten sonra, hidrokarbürler yeniden kara altın haline dönüştü (Trump).
Ekonomi öncelikli olarak sahip olduğu enerjiye bağlıdır. Bu ihtiyaç her zaman savaşların başlıca sebeplerinden biri olmuştur. Eskiden tarlalarda çalıştırmak üzere köleler edinilmesi, ardından XIXncu yüzyılda makineleri beslemek için kömürün, bugün de hidrokarbürlerin (petrol ve gaz) ele geçirilmesi söz konusudur. Bu mantığı maskelemek üzere insanlar, yaptıklarını meşru göstermek için her zaman haklı gerekçeler yaratmışlardır. Böylece, - İran’ın askeri nükleer programı (1988’de sonlandırmış olmasına rağmen) nedeniyle cezalandırıldığına;Bu anlatımlar hiçbir gerçeğe dayanmamaktadır ve somut olgularla yalanlanmışlardır. İşimize öyle geldiği için bunlara inanmaktayız. Küresel piyasa Hidrokarbürler, gıda, silah, ilaç ve uyuşturucunun da önünde, en büyük küresel piyasayı temsil etmektedir. Başlarda özel şirketler tarafından yönetilirken, daha sonra 60’lı yıllarda ABD’nin özel avlanma sahası haline gelmiştir. Ekonomik kalkınmayla birlikte, yeni aktörler ortaya çıkmış ve piyasa daha da öngörülemez hale gelmiştir. Bunun dışında, SSCB’nin yıkılmasından Rusya’nın geri dönüşüne bu piyasa, 1 ila 4 misli arasında satış fiyat farklılıklarına maruz kalarak çok spekülatif bir hal almıştır. Ayrıca, herkes çok sayıda kaynağın uzun süre işletildikten sonra kuruduğunu tespit etmektedir. 60’lı yılların sonunda, Rockfeller’ler ve Roma Kulübü, hidrokarbürlerin fosil enerji olmaları itibariyle sınırlı oldukları düşüncesini yaygınlaştırdılar. Oysa bu mantığın tersine, hidrokarbürlerin kaynağı hala bilinmemektedir. Fosil olduklarına ilişkin bir varsayım olmakla birlikte, öyle olmayabilirler de. Şimdilik, hidrokarbürlerin yenilenebilir olsalar bile bu durum, aşırı derecede işletilmeleri durumunda yok olmalarını engelleyemeyecektir (Hubbert sivrisi teorisi). Özellikle Roma Kulübü sorunu öncelikli olarak Malthusçu bir bakış açısıyla ele almıştır: yerkürenin kaynakları sınırlı olduğu için küresel nüfusun sınırlandırılması gerektiğini ortaya koyma misyonunu üstlenmişti. Petrolün tükeneceğine ilişkin inancı, Rockfeller’lerin yoksul halkların demografik artışını sınırlandırma iradesini meşru göstermeye yarayan bir gerekçeden başka bir şey değildir. Yarım yüzyıl içerisinde, peş peşe beş kez, yakın gelecekte yıllar içerisinde petrol sıkıntısı yaşanacağına inanıldı. Oysa bugün en az bir yüzyıl daha insanlığın tüketimine yetecek kadar teyit edilmiş rezervler mevcuttur. Çok değişken işletme maliyetleri (Suudi Arabistan’da 1, ABD’de 15), teknik ilerlemeler, önemli fiyat farklılıkları ve ideolojik tartışma, yatırımlara geri dönülmesini birçok kez öngörülemez hale getirdi. Dolayısıyla bu Pazar özellikle kaotik bir yapıya sahiptir. Küresel enerji politikası Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC), 1960 yılında Venezüellalı Juan Pablo Pérez Alfonso tarafından kurulması, fiyat belirleme gücünü giderek petrol şirketlerinden ihracatçı ülkelere aktarmıştır. Bu nakil Ekim 1973’te, Mısır ve Suriye’nin İsrail’e karşı savaşı (Batıda « Kippur Savaşı » olarak adlandırılan) ve neden olduğu küresel petrol krizi sırasında tezahür etmiştir. Dünyanın en büyük gücü olan ABD, hidrokarbürler konusunda çeşitli politikalar yürütmüştür. - Başkan Jimmy Carter ülkesinin bu enerji kaynağına ihtiyacı olduğunu, Ortadoğu petrollerine erişiminin bir « ulusal güvenlik » sorunu olduğunu düşünür. Ona göre Araplar ve Acemler kendisine kara altın satmayı reddetmeye ya da fahiş fiyat uygulamaya cesaret edemezlerdi. Donald Trump’ın politikası Başkan Trump, Kansas temsilcisi Mike Pompeo’yu CİA başkanı olarak atadığında, bu beklenmedik görevlendirmeyi, başkanın hedef tahtasına aldığı Cumhuriyetçi Parti içerisinde müttefik bulma arayışı olarak yorumlamıştık. Pompeo’nun 2006 ila 2010 yılları arasında Sentry İnternational adlı hidrokarbür donanımcısı şirketin patronu olduğunu unutmuştuk. Petrol piyasasının işleyişini ve şahsen de dünyadaki başlıca aktörlerini gayet iyi biliyordu. Başkan Trump aynı zamanda, Dışişleri Bakanlığına, en büyük hidrokarbür şirketlerinden biri olan Exxon-Mobil’in patronu olan Rex Tillerson’u atadı. Enerji politikasının yönetimin faaliyetlerinin merkezinde olacağını öngörmemiz gerekirdi. Bugün, Mike Pompeo’nun bu gizli servisin başındayken yürüttüğü faaliyetlerin bilançosunu çıkarabilmemiz mümkün değildir. Bununla birlikte, o dönemdeki hedeflerinin bugünkünden çok da farklı olmadığını düşünebiliriz. Bunları ifşa etmiş durumdadır. Hidrokarbür piyasasının tartışılmaz uzmanı Daniel Yergin tarafından kurulan bir danışmanlık şirketi her yıl, mevcut durumu değerlendirmek üzere bir uluslararası toplantı düzenlemektedir. 2019 Kongresi (CERAweek, 9 ila 13 Mart arasında, Houston, Teksas) bu konu üzerinde düzenlenen tarihin en geniş kapsamlı uluslararası toplantısıdır. Gösterinin en can alıcı noktası Mike Pompeo’nun yaptığı konuşma olmuştur. Tüm meslek erbapları yapacağı konuşmanın önemi konusunda bilgilendirilmiş ve salon sadece bu anda tıka basa dolmuştur. Politika, aynı zamanda hem ABD’de olabildiğince daha çok üretim yapılmasını, hem de piyasanın dengeye oturtulması için küresel arzın bir bölümünü azaltılmasını öngörmektedir. Ülke, çıkarılmaları her ne kadar fazlasıyla maliyetli olsa da ancak bu şekilde kaya gazı ve petrolünü satmayı başarabilecektir. Pompeo doktrinine göre, küresel üretimin OPEC+’nın iki yıldan beri uygulamaya koyduğu gibi üretim kotaları aracılığıyla değil, ama İran, Venezüella ve Suriye (henüz işletilmeyen ancak yakın zamanda keşfedilen devasa rezervleri olan) gibi bazı belli başlı ihracatçılara piyasanın kapatılması yoluyla talep düzeyine indirilmesi gerekmemektedir. Dolayısıyla NOPEC (No Oil Producing and Exporting Cartels Act) projesinin arşivlerden yeniden gün yüzüne çıkması gerekecektir. Yirmi yıldan beri çok sayıda varyantının Kongreye sunulduğu bu yasa tasarısı, ABD’deki tröst karşıtı yasalara karşın bir kartel oluşturabilmek için OPEC ülkelerinin dile getirdikleri egemenlik dokunulmazlığını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Yasa, hakim konumlarından yararlanmak ve böylece fiyatların yükselmesine engel olmak için, millileştirilmiş olsalar da, OPEC+ üye devletlerindeki tüm şirketlerin ABD mahkemelerinde yargılanmalarına imkan tanıyacaktır. 2016 yılı sonundan beri, Rusya fiyatları yükseltebilmek için OPEC’le uyum içerisinde hareket etmiştir. Böylece üretimini düşürmeyi kabul etmiştir. Ekonomisi Batı’nın uyguladığı yaptırımlar karşısında zorlanırken ve başlıca ihracat geliri hidrokarbür ihracatı iken –silahla birlikte– bu onun için daha da vazgeçilmez olmaktadır. Bunun sonucunda, mevcut durumda, Moskova ve Washington’un çıkarları birbiriyle çelişmemekte, ama çakışmaktadır: piyasanın petrole boğulmaması. Rusya’nın, İran’ın petrolünü ihraç etmesi konusunda hiçbir adım atmaması ve millileştirilmiş şirketlerin Suriye’de tekeli ele geçirdiği bölgelerdeki kaynakları hala çıkartmaması bu yüzdendir. Bu konuda Venezüella’ya da aynı şekilde yardımcı olmaması muhtemeldir. Daha şimdiden, PDVSA’nın Avrupa merkezinin Moskova’ya nakli beklemeye alınmış durumdadır. Suriye’yi NATO’nun cihatçı paralı askerlerinden kurtaran Rusya, hiçbir daha da ötesine gitme taahhüdünde bulunmamıştır. Bir zamanlar müreffeh olan ülkenin yavaşça çökmesini tepki göstermeksizin izlemektedir. Mevcut durum henüz Yemen’de olduğu gibi açlık boyutuna gelmemiştir, ama kaçınılmaz olarak bu yöne doğru gitmektedir. Öte yandan ABD sadece küresel arzı dengede tutmak değil ama aynı şekilde akışları da belirlemek niyetindedir. Washington’un North Stream 2 boru hattını tamamlamamaları için hem Avrupa Birliği’ne, hem de üye devletlerine baskı yapması bu yüzdendir. Ona göre Birliğin Rus hidrokarbürlerine bağımlılığından kurtarılması söz konusudur. Bu müdahalelerin başarıyla sonuçlanması durumunda Rusya bu akışın yönünü kendisine aynı fiyatı ödeyemeyecek olan Çin’e çevirecektir. Birliğin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ABD burada en kısa zamanda kendi kaya gazını alabilecek metan gazı limanları inşa ettirmektedir. Öte yandan Rusya da, Birliğe ulaşmak üzere bir başka yol oluşturacak Turkish Stream boru hattının inşaatını hızlandırmaktadır. Bunun dışında ABD Hazine Bakanlığı, İran ve Venezüella petrolünün ya da Suriye’ye yönelik her türlü nakliye imkanını engellemektedir. CİA’nin elindeki veriler, geçiş dönemi de dahil olmak üzere, Donald Trump’ın seçilmesinden beri bu ticareti ayrıntılı olarak gözlemlemeye başladığını ortaya koymaktadır ki bu da politikasında enerjinin merkezi rol oynadığı düşüncesini teyit etmektedir. Bu ülkenin halen kendi rezervlerini çıkartma imkanı olmadığı ve Rusya’nın zamanın geçmesine izin verdiği ölçüde, Beyaz Saray’ın Suriye’ye yönelik tutumu farklıdır. Yeniden inşanın engellenmesi ve dolayısıyla da halka yaşama imkanının tanınmaması söz konusudur. CİA, her türlü enerji tedarikine yönelik yoğun bir sabotaj stratejisi izlemektedir. Örneğin halkın büyük çoğunluğunun ne ısınmak, ne de yemek pişirmek için gazı yoktur. Daha da kötüsü, İran petrolünü Suriye’ye taşıyan bir Türk petrol gemisi, Şubat ayında Lazkiye açıklarında sabotaja uğramıştır. Gemi havaya uçmuş, tüm mürettebatın ölümüne ve Batı medyasının hiç sözünü dahi etmediği bir deniz kirliliğine neden olmuştur. Hizbullah’ın Lübnan hükümetinde yer alırken İranlıların çıkarlarına hizmet edeceğini düşünen ABD yönetimi, petrol ihraç etme yasağını Beyrut’a kadar yaymıştır. Mike Pompeo Lübnan’a ait petrol rezervlerini İsrail egemenliği altına alan karasularına ilişkin yeniden bir paylaşımı dayatmayı denemektedir. Benzer bir şekilde Venezüella, askeri uzmanların ve hekimlerinin hizmetleri karşılığında Küba’ya petrol vermektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı, Kübalı askeri uzmanların Venezüella Ordusunun Devlet Başkanı Maduro’ya verdiği desteğin sorumlusu olarak görürken, iki ülke arasındaki her türlü ticarete yaptırım uygulamaya kalkışmaktadır. Beklenen gelişmeler Şimdilik, Donald Trump’ın politikası ancak ülkesinde talebi düşürerek başarılı olabilir. Bugüne kadar, hidrokarbürler özellikle araçlarda yakıt olarak kullanılmıştı, bu da elektrikli araba projelerinin geliştirilmesine yol açmıştı. ABD için elektrik tedarik etmek için petrol tüketmek, bunu doğrudan arabaların motorlarını kullanmaktan kat be kat daha pahallıya mal olmaktadır. Özellikle de ABD topraklarında elektrik, farklı kaynaklardan hareketle daha düşük maliyetle ve sabit bir fiyatla tedarik edilebilir. Elektrikli arabaların geliştirilmesinin, yerkürenin sıcaklığını düşürmek için CO2 üretimini azaltmak gerektiğine ilişkin ideolojiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bir yandan sadece pil üretiminin bile daha çok CO2 salınımına neden olabileceği için, ama diğer yandan, Almanya ve Çin’de olduğu gibi kömür kullanılarak üretildiğinde, elektriğin petrolden daha çok CO2’ye neden olabileceği için de. Bugün itibariyle petrol tüketimi evrim göstermektedir. Küresel ölçekte, artık öncelikli olarak ulaştırmaya değil, ama plastik üretimine yönelik olarak kullanılmaktadır. ABD, Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre şistten üretiminin hızla düşmeye başlayacağı 2023 ya da 2024’ten önce, İran, Venezüella ve Suriye’ye hidrokarbürlerini ihraç etme izni vermeyecektir. Bir kez daha tüm jeopolitik kağıtlar alt üst olacaktır. Yazan : Thierry Meyssan Çeviri : Osman Soysal Kaynak : voltairenet.org
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|