|
|
İddianame kabul edildi: Gezi Direnişi’ne absürt suçlamalarKategori: Türkiye | 0 Yorum | 05 Mart 2019 09:26:04 Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu 16 kişi hakkında Gezi Parkı eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturmanın yaklaşık 16 ay sonra tamamlanan iddianamesi kabul edildi. Gezi Direnişi eylemlerine ilişkin, Anadolu Kültür A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala, Can Dündar, Ayşe Mücella Yapıcı ve Memet Ali Alabora’nın da aralarında bulunduğu 16 kişi hakkında hazırlanan iddianame, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
Tüm şüpheliler hakkında, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edilen iddianamede, “mala zarar verme”, “tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması”, “ibadethane ve mezarlıklara zarar verme”, “ateşli silahlar kanuna muhalefet”, “nitelikli yağma” ve “nitelikli yaralama” gibi suçlardan da değişen oranlarda hapisle cezalandırılmaları isteniyor. Savcılıkça 20 Şubat tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen iddianamenin incelenmesi bugün tamamlandı. Mahkeme iddianameyi kabul etti. Ancak duruşmanın ne zaman yapılacağına ilişkin henüz tensip zaptının hazırlanmadığı öğrenildi. 657 sayfalık iddianamede “şüpheli” olarak yer alan isimler şöyle: Osman Kavala,İddianamenin detayları ‘pes’ dedirtiyor Gezi Direnişine ilişkin iddianamede geçen bazı ifadeler, Takvim, Güneş, Sabah gibi gazetelerin yaptığı uydurma masa başı haberleri andırdı. İddianameye göre Gezi olayları, “Gürcistan, Sırbistan, Ukrayna ve Arap ülkelerinde meydana gelen halk ayaklanmalarında önemli bir aktör olduğu anlaşılan George Soros tarafından kurulmuş olan Açık Toplum Enstitüsü Danışma Kurulu Üyesi Mehmet Osman Kavala’nın organizatör şahıs ve finansör olduğu” bir kalkışma. 657 sayfalık iddianamede, sanıkların eylemlerinin değerlendirilmesine yer verildi. İddianamede, Osman Kavala’nın George Soros’un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü’nün danışma kurulu üyeliğini yaptığı anlatılarak, bir dönem Açık Toplum Vakfının Yönetim Kurulu üyesi ve Soros’tan aldığı fonla faaliyetlerini yürüttüğüne yönelik bilgiler bulunan Anadolu Kültür AŞ’nin yönetiminde olan Kavala’nın telefon görüşmelerine bakıldığında, soruşturma kapsamında iletişimleri tespit edilen çok sayıda şüpheli ile irtibat ve faaliyetlerinin belirlendiği ileri sürüldü. Kavala’nın Gezi kalkışması sürecinin öncesi ve sonrasında diğer sanıklarla bu faaliyetler kapsamında çok sayıda seyahatinin olduğunun tespit edildiği yazılan iddianamede, şunlar kaydedildi: “Soruşturmada elde edilen delillere genel olarak bakıldığında Gezi kalkışmasının organizatörlüğü ve finansörlüğünü yaptığı, bu amaçla ‘Gezi Parkı direnişinin’ derinleştirilip Anadolu’ya yaygınlaştırılması için özellikle Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, Yiğit Aksakoğlu, Taksim Dayanışmasından Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, Taksim Platformu ile Garaj İstanbul, Baraka, Anadolu Jam, Kent Forumları gibi oluşum ve çalışma grupları oluşturarak toplantı, forum, panel, yaz kampları düzenlenmesi gibi çok sayıda faaliyette bulunmuş ve desteklemiştir. Diğer taraftan Can Dündar gibi bir kısım şahıslarla yeni bir medya kuruluşu kurulması faaliyetlerini yürütmüş, ayrıca Memet Ali Alabora ile irtibata geçerek yabancı şahıslarla yapılacak bir toplantıdan bahsedip davet etmiş ve sanatçılarla ilgili çalışmalar yapmış, belediye başkanlık seçimleriyle ilgili karşı bir blok oluşturmak amaçlı Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman gibi şahıslarla çalışmalar yapmıştır.” İddianamede, bu kapsamda sanıkların “sivil itaatsizlik” adını verdikleri, devlet güçleri ile çatışmaya dönüştürülmesi amaçlanan eylemlerin nasıl ve hangi yönde ilerleyeceğini istişare ederek ve yönlendirmelerde bulunarak görüşmeler yapıldığı anlatılarak, bu amaçla gizli ve açık toplantı grupları oluşturulup Avrupa’dan bu olaylara destek verilmesi için yurt dışı çalışmalarda bulunduğu ileri sürüldü. Türkiye’ye uluslararası biber gazı ambargosu konulması, video, film, sergi hazırlanması, yurt içi ve yurt dışında gösterilmesi, rapor hazırlanarak Avrupa’da, AB Komisyonu, AİHM gibi yerlere sunulması gibi faaliyetlerde bulunulduğu belirtilen iddianamede, şu ifadelere yer verildi: “Bu faaliyetler için Anadolu Kültür AŞ Depo, Cezayir Restoran ve yine Yiğit Aksakoğlu, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu’nun kullandığı anlaşılan ofis gibi yerlerde toplantılar yapılmış, bu eğitimler için de yurt içi ve yurt dışından yabancı eğitmenler getirilmiştir. Faaliyetlerle ilgili Açık Toplum Vakfının Anadolu Kültür AŞ üzerinden kaynak sağlandığı anlaşılmıştır.” İddianamede “Bu faaliyetler Gene Sharp metotlarının Gezi kalkışmasında kullanılması, OTPOR hareketlerinin yaygınlaştırılması, kendilerince kurgulanan ve toplumsal eylem ve kaosa dönüştürülmek istenen olaylar sürecinin başlangıç noktası olarak belirledikleri eylem biçimi olan sivil itaatsizlik adını verdikleri devlet güçleri ile çatışmaya dönüştürülmesi amaçlanan eylemlerin ve devam eden süreçlerle ilgili eğitim verilmesini kapsamakta ve Mehmet Osman Kavala tarafından maddi manevi desteklendiği görülmektedir.” değerlendirmesine yer verildi. İddianamede, Gezi Direnişinin enerjisinin azaldığı ileri sürülerek sanıkların tedirgin olduğu belirtildi ve bu nedenle “bizzat Mehmet Osman Kavala’nın talimatları ile Gezi kalkışmasının derinleştirilmesi ve Anadolu’ya yayılması ve profesyonel eylemci yetiştirilmesi amacıyla toplantılar ve organizasyonlar yapıldığı” iddia edildi. İddianamede, oyuncu Memet Ali Alabora’nın İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesinde yüksek lisans, profesyonel olarak oyunculuk, tiyatro, sinema ve televizyon yapımında rol aldığı, bir süre Müjdat Gezen Sanat Merkezinde öğretim üyesi olarak görev yaptığı anlatıldı. Garaj İstanbul’un kurucularından olan Alabora’nın Oyuncular Sendikasının genel başkanlığını da yürüttüğü belirtilen iddianamede, “Mi Minör”ün sanığın ilk yönetmenlik deneyimi olduğu vurgulandı. İddianamede, Alabora’nın, Mehmet Osman Kavala ve onunla irtibatlı olan Hakan Temel Tahmaz ile irtibatlı olduğu belirtilerek, Alabora’nın bir kısım sanıklarla birlikte Mısır’a giderek, Ivan Marovic’in kendilerince kurgulanan, toplumsal eylem ve kaosa dönüştürülmek istenen olaylar sürecinin başlangıç noktası olarak belirledikleri eylem biçimi olan sivil itaatsizlik kursuna katıldığının “değerlendirildiği” geçti. Bu çalışmalar kapsamında, Alabora’nın Türkiye’ye döndükten sonra, hükümete karşı ayaklanma çağrısı yapılan “Mi Minor” isimli tiyatro oyununu sergilemeye başladığı ileri sürülerek, “Gezi kalkışmasında, diğer oyuncu, sanatçıları ve halkı eyleme davet ederek ‘Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?’ şeklinde Twittler ile ayaklanma çağrıları yaptığı, etki ajanlığı yaptığı anlaşılmıştır.” denildi. Sanık Memet Ali Alabora ve arkadaşlarının Kavala’nın yönlendirmeleri doğrultusunda olayların örgütlenmesini gerçekleştirdiklerinin anlaşıldığı iddia edilerek, şunlar kaydedildi: “Memet Ali Alabora ve birlikte hareket ettiği şahısların çıkan olayların alevlendirilmesi için Twitter üzerinde örgütlenme gerçekleştirdiği, PKK, DHKP/C, MLKP gibi sol terör örgütü üye ve yandaşlarını, Oyuncular Sendikası aracılığı ile tiyatro ve sinema oyuncularını etki ajanlığı yaparak sokak eylemlerine çekmeye çalıştığı tespit edilmiştir.” “Sanıkların koordineli olarak hareket ettikleri, Gezi kalkışmasını genişletmek, derinleştirilerek tüm Türkiye’ye yaymak, bir taraftan da bu şiddet eylemleri öncesinde kendilerince kurgulanan, toplumsal eylem ve kaosa dönüştürülmek istenen olaylar sürecinin başlangıç noktası olarak belirledikleri eylem biçimi olan sözde sivil itaatsizlik olarak adlandırılan eylemlerin yaygınlaştırılması için profesyonel eylemci yetiştirmek amacıyla gizli ve açık toplantılar ve eğitimler yaptıkları, yurt dışından eğitimciler getirdikleri, Mehmet Osman Kavala’nın Taksim Dayanışması, Taksim Platformu gibi örgütlenmeleri kontrol ederek yönlendirdiği, sanatçı, siyasetçi vb. birçok meslek grubu içerisinde olan kişilerle toplantılar yaptıkları, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi yerde görevli şahıslarla görüşmeler yapılarak Gezi kalkışması ile ilgili kamuoyu oluşturulması için çalışmalar yaptıkları, bu amaçla sergi, panel düzenledikleri, film ve video vb. hazırladıkları anlaşılmıştır. Gezi parkı kalkışmasında da görüldüğü üzere eylemlerin başlatılması ile birlikte terör örgütlerinin cebir ve şiddet içeren molotof atma, mala zarar verme, güvenlik güçlerine ve kendilerine destek olmayan sivil halka saldırı şeklinde şiddet içeren eylemleri gerçekleştirdikleri görülmüştür.” Ayşe Mücella Yapıcı’nın da sorumlu olduğu Taksim Dayanışması Twitter adresinden Gezi kalkışmasında halkın sokağa çıkması, eylemlere katılması için yoğun çağrılar yapıldığı anlatılarak, sanığın kışkırtıcı ve provakatif söylemlerde bulunarak devletin güvenlik güçlerine yönelik aşağılayıcı paylaşımlarda bulunduğu iddia edildi. Yapıcı’nın Taksim Dayanışmasının basın açıklamalarında aynı şekilde yönlendirmeler ve çağrılar yaptığı anlatılarak, sanığın Gezi kalkışmasıyla ilgili birçok görüşmesinde “İşimiz var, devrim yapacağız.” dediği aktarıldı. İddianamede, “kalkışmanın sahada yoğun biçimde başladığı 27 Mayıs 2013 ve birkaç haftalık süreçte, 27 Mayıs 1960 darbesi öncesini hatırlatan gelişmelerin yaşandığı, halkın oyuyla iş başına gelen hükümetin, tıpkı 27 Mayıs darbesi öncesinde olduğu gibi sokak hareketleriyle baskı altına alınmak ve devrilmek istendiği” ileri sürüldü. İddianameden: “Memet Ali Alabora, sosyal medya üzerinden, ‘Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?’ şeklinde provokatif paylaşımlar yaparak etki ajanlığı yaptı” “Türkiye’de Arap Baharı olaylarının farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak, sanıklar tarafından Taksim Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların 27 Mayıs 2013 tarihinde başka yere nakledilmesi bahanesiyle başlatılan protesto eylemleri, provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içerikli eylemlere ve hükümete yönelik bir kalkışmaya dönüştü” “Ülke çapında meydana gelen olaylara genel olarak bakıldığında, söz konusu eylemlerin gelişi güzel ortaya çıkmadığı, bir organizasyon dahilinde, yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirilmesi ve bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı kalkışmanın amaçlandığı anlaşılmıştır” İddianamede, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması istenen her bir sanığın ayrıca, “mala zarar verme, nitelikli mala zarar verme, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, kasten yaralama, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet ve nitelikli yağma” suçlarından da 612 yıldan 3 bin 158 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep ediliyor. “Gezi süreci toplam zararı: 140 milyon lira” Yapılan gösteriler sırasında İçişleri Bakanlığı’nın 6 Haziran 2013’te basın açıklaması yaptığı anımsatılan iddianamede, bu açıklamaya göre, 28 Mayıs’ta başlayan Taksim Gezi Parkı protestolarının o tarihte halen devam ettiği, o zamana kadar 78 ilde 746 gösteri yapıldığı, yapılan tespitlerde, olaylarda 280 iş yeri, 259 özel araç, 103 polis otosu, bir konut, bir polis merkezi, 5 kamu binası, birisi CHP, 11’i de AK Parti teşkilatlarına ait 12 parti binasında hasar meydana geldiği, çok sayıda MOBESE kamerası, sinyalizasyon sistemi, aydınlatma direği, otobüs durağı, reklam panosu, trafik levhası, park ve peyzaj düzenlemesi, çöp konteyneri ile polis noktasında önemli zararları oluştuğunun bildirildiği ileri sürüldü. Açık kaynaklardan yapılan çalışma ve İçişleri Bakanlığı’nca valiliklerden gelen bilgilere göre hazırlanan hasar tespit raporunun da kullanıldığı iddianamede, bu rapora göre de, 58 kamu binası, 68 MOBESE kamerası, 337 iş yerinin tahrip edildiği, 90 belediye otobüsü, 214 özel araç, 240 polis aracı ve 45 ambulansın kullanılamaz hale getirildiği, birisi CHP binası olmak üzere 14 parti binasının zarar gördüğü, toplam zararın 140 milyon lira olduğunun açıklandığının görüldüğü iddia edildi. Kasım 2011 tarihinde, “Ayaklan İstanbul” ismiyle yayınlanan videoda, aynı ay İstanbul-Taksim’de yapılan bir gösteride Memet Ali Alabora, Ayşe Pınar Öğün ve Handan Meltem Arıkan’ın, “Arap Baharı’nın bölgesel değil küresel olduğu, eninde sonunda Türkiye’de de olmasını arzu ettiklerini” açıkça dile getirmelerinin de olayları başlattığı iddia edilen iddianamede, şu değerlendirme yapıldı: “Devam eden süreçte 27 Mayıs 2013 tarihi ise Gezi Parkı olayları olarak adlandırılan kalkışma hareketinin sahada yoğun biçimde başladığı tarih olmuştur. O gün başlayan birkaç haftalık süreçte 27 Mayıs 1960 darbesi öncesini hatırlatan gelişmeler yaşanmış, halkın oylarıyla işbaşına gelmiş olan hükümet, tıpkı 27 Mayıs darbesi öncesinde olduğu gibi sokak hareketleriyle baskı altına alınmak ve devrilmek istenmiştir. Olayların başlama nedeni, şüphelilerce Taksim Gezi Parkı düzenlemesi ve Topçu Kışlası’nın ihyası çalışmaları olarak bahane edilmiştir. Ancak ilk polis müdahalesinin ardından olayların inanılmaz bir hızla ve organizasyon çerçevesinde dakikalar içinde çok sayıda şehre yayılması da eylemlerin bir kalkışma gayreti ile planlandığını göstermektedir.Güvenlik güçlerinin bu dönemde tespit ettiği haberleşme trafiği de dikkat çekmiştir. ‘Zello’ sistemi adı verilen internet tabanlı cep telefonu görüşmeleri, aynı anda çok sayıda ilde patlak veren olayların anlık gelişmediğini, planlı şekilde bir güç tarafından hükümete yönelik işlenen suçlar kapsamında yönlendirildiğini göstermiştir. Kalkışma hareketinin asıl sebebinin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin izlediği iç ve dış politikalar ve ayrıca ülkemizde inşa edilmeye çalışılan büyük alt yapı atılımları ve projeleri olduğu anlaşılmıştır. Bu süreçte, bazı gruplarca Twitter üzerinde #occupygezi (işgal etmek) ve #DirenGeziParki gibi hashtagler açılarak ‘Gezi Parkı’ simgeleştirilmiş ve ısrarla ‘direniş, ayaklanma vb.’ çağrılar ile anılır hale getirilmiştir. Günümüzde meydana gelen bu olayları ve terörün yeniden tırmandırılmasını da değerlendirdiğimizde, yapılan bu eylemlerin hiç birinin tesadüfi olmadığı ve dış destekli, Türkiye Cumhuriyeti devletine diz çöktürme operasyonu olduğu çok açık ve net olarak gözükmektedir. Bu kapsamdaki olaylarla ilgili olarak cumhuriyet başsavcılığımızca yapılan soruşturmada; soruşturma kapsamında elde edilen deliller ve ülke çapında meydana gelen olaylara genel olarak bakıldığında; söz konusu eylemlerin gelişi güzel ortaya çıkmadığı, bir organizasyon dahilinde, sistemli ve planlı olarak yürütüldüğü, görünürde demokratik hak ve masum protesto gösterileri şeklinde lanse edilmesine rağmen, asıl amacın, yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirilmesi ve bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı kalkışmanın amaçlandığı anlaşılmıştır.” “Olayların başarıya ulaşması halinde ve hükümetin istifası veya erken seçim gibi bir sonucun meydana gelmesi durumunda, bu FETÖ’nün sonuçtan kendisine yarar sağlama düşüncesinde olduğu, kendisi açısından büyük tehlike olarak gördüğü ve Gezi Parkı olayları olarak sempatik gösterilen Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yönelen kalkışmanın bir daha yaşanmamak üzere akamete uğratıldığı tarihten çok kısa süre sonra, 17/25 Aralık kumpas soruşturmaları ile kendisine karşı yargı darbesine girişmiştir” İddianamede Şerafettin Can Atalay’ın kapatılan Zaman Gazetesi muhabiri Kadir Kökten’i arayarak “Zaman gazetesinde çıkan habere sitem ederek, neden olayı Taksim Dayanışması üzerine yıkmaya çalıştıklarını sorduğu” ve Kökten’in “Biz Gezi’yi tamamen destekliyoruz zaten… Bizim öyle bir derdimiz yok.” şeklinde cevap verdiği iddia edildi. İddianamede, “Olayların başarıya ulaşması halinde ve hükümetin istifası veya erken seçim gibi bir sonucun meydana gelmesi durumunda, bu FETÖ’nün sonuçtan kendisine yarar sağlama düşüncesinde olduğu, kendisi açısından büyük tehlike olarak gördüğü ve Gezi Parkı olayları olarak sempatik gösterilen Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yönelen kalkışmanın bir daha yaşanmamak üzere akamete uğratıldığı tarihten çok kısa süre sonra, 17/25 Aralık kumpas soruşturmaları ile kendisine karşı yargı darbesine giriştiği” ileri sürüldü. İddianamede, sanıkların Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında değerlendirilen görüşmeler yaptığı, bu kapsamda Osman Kavala’nın 30 Aralık 2013’te “Şimdilik cemaate de hükümete de ihtiyacımız var. Sayelerinde yolsuzlukları ve yargı içindeki örgütlenmeyi öğreniyoruz.” şeklinde yazı yazdığının tespit edildiği anlatıldı. Gezi Parkı olayları sırasında, 15 Temmuz’da tankın içinden çıkan darbeci emniyet müdürü Mithat Aynacı, eski Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Hakkı Akçal, eski Çevik Kuvvet Şube Müdürü Muhammed Fatih Sarıyıldız, eski İl Emniyet Müdür Yardımcısı Yılmaz Avcu’nun FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında meslekten ihraç edildiği ve örgütün şifreli haberleşme uygulaması “ByLock”un kullanıcıları oldukları da iddianamede aktarıldı. İddianamede, Taksim Gezi Parkı’nda eylemcilerin çadırlarının yakılması ile ilgili olarak “Çadırları toplamakla uğraşmayın, yakın gitsin.” şeklinde talimat verdiği iddia edilen dönemin Beyoğlu’ndan sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli’nin de “ByLock” kullanıcısı olduğu kaydedildi. İddianamede, şunlar kaydedildi: “15 Temmuz 2016 tarihinde doğrudan canına kast ettiği o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan ve halen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, aynı oluşumun yurt dışında giriştiği eylemlerin sonucunda da olduğu gibi yeniden aday olmayacağı/olamayacağı/yapılmayacağı beklentisi ile Gezi Parkı olayları olarak sempatik gösterilen bu kalkışmaya emniyet bünyesinde yer alan hücresel yapıları aracılığıyla etkili, orantılı ve yerinde müdahaleler yapılmasına engel olduğu veya yeri geldiğinde bu grubun mağduriyet algısı oluşturmasına zemin hazırlamak maksadıyla olayları tahrik edecek, toplumun haklı tepkisini çekecek uygunsuz, orantısız müdahalelerde bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu sayede kendi emelleri açısından en büyük engel olarak gördüğü o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan ve halen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı pasifize etmek suretiyle devletin maalesef hemen her kadrosunda mevcut militanları aracılığıyla devlet yönetimini ele geçireceği beklentisi içerisinde bulunan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, bu eylemlerin akamete uğraması sonrasında bu defa kendisi sahneye doğrudan çıkacak, önce 17/25 Aralık kumpası ve sonrasında da 15 Temmuz 2016 tarihinde benzer yönde girişimlerde bulunacaktır.” Kaynak: Birgun
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|