Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, ilk iki bölümde irticanın kökenlerini, kapsam alanını inceleyerek genişletilmiş bir tanımını vermişti. Çalışmasının bu son bölümünde 'irticaya' ilişkin saptamalarını, karşı çözüm önerileri ile sonuçlandırmaktadır.
Dini, Felsefi, Sosyolojik ve Stratejik Yaklaşım 3
İrticaya İlişkin Saptamalar ve Karşı Çözüm Önerileri
İslamiyet, ulusal formlarla somutlaştırılmadıkça, dindeki temel ilkelere sürekli referans veren keskin ve katı söylemlere açık, tehlikeli bir görüngü olmaya devam edecektir.
Cemaatçilik ve kökten dincilik, dinin ahlak kurallarının manevi gücü ve anlamının birey ve toplumun kolektif ruhuna nüfuz edememesinden de kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde Alevilik ve Sünniliği siyasal zeminde uzlaştırma çabaları, Sünniliği yerlileştirecek çağdaşlaştırma projeleriyle reformdan geçirmedikçe; Aleviliği de ailesel bir dinselliğin kışkırttığı kabileci ayrımlaşmadan kurtarıp ulusal birlikle bütünleştirmedikçe, başarı şansını yakalayamayacaktır.
Cumhuriyet tarihi ve Türk tarih tezi, Türk-İslam tarihinin en son ve en gelişmiş doğal bir parçası sayılacak biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. Böylece 1923 sonrası Türk tarihi, gericilerin ve irticacıların, İslam tarihi ve uygarlığının din-dışı bir tarih kesiti olduğuna inandırma propagandalarının da önüne geçilecek ve ellerindeki tarih eleştirisi kozu alınmış olacaktır.
Sanılanın ve bilinenin aksine, ülkemizde binleri bulan irili ufaklı tarikat ve cemaatleri, ülke ve ulus bütünlüğünü tehdit eden iç ve dış unsurlara karşı kullanmalı; muhalefetlerini ve saldırganlıklarını ülke çıkarlarına yönelik tehditlere karşı kanalize ederek büyümeleri hem önlenmeli, hem de denetim altında kalmaları sağlanmalıdır.
İrtica, hurafe ve batıl inançlarla halkı oyalayıp gözlerini boyamakta ve halkın ülke ve ulusu yakından ilgilendiren sorunlarına karşı bilinçlenmelerini engellemektedir. İngilizler tarihte ülkemizdeki tarikat ve cemaatlerin bu işlevinden yararlanmıştır. Türkiye’nin bu irticai örgüt ve grupları kendi lehinde kullanamaması büyük bir zafiyet olarak görünmektedir. Yok etmeye çalışmak, kullanmaya çalışmaktan daha uzun zaman alır.
Atatürk, Türk varlığının milletleşmesini en büyük hedef olarak belirlemiştir. Klan, aşiret ve kabile, sosyolojik anlamda milletleşmenin gerisindeki süreçlere işaret eder. Milletleşme, sosyolojik olarak en gelişmiş bir toplumsal örgütlenmenin adıdır. Tarikatlar, cemaatler, aşiretler ve etnik örgütlenmeler, sosyolojik bir gericiliktir; Milletleşmeden geriye gidiş olduğu için, bu yapıdaki her türlü geriye gidiş, irtica ile ruhsal bir ittifak içine girebilmektedir.
İrtica, ilkesizlik ve inançsızlık içerdiğinden her yere ve duruma göre kolayca şekil alıp değişebilen ve böylece tüm ilkesizlik ve ahlaksızlıkları bünyesinde toplayarak saklayabilen bir anlayış ve harekettir. İşte tam bu noktada, irticanın daha yumuşatılmış formu olan İslamcılık’ın, dini kullanan ama baştan aşağıya dünyevi amaca yönelik bir akım olduğunu özellikle vurgulamak gerekmektedir. Başka bir deyişle İslamcılık, “din-dışı” ve “baştanbaşa “dünyevi” dir; “yararcı”dır.
[1] Yani dini ve ahlaki kutsallığını, kilitlendiği dünyasal amaca tercih ettiği için, kendi eline geçirinceye kadar, içinde bulunduğu topluma, devlete ve toprağa yabancıdır. Dini ve ahlaki derinliği yoktur. İslamcılık neredeyse hiçbir zaman Türk ulus kültürü ve felsefesine yakın durmamış; bunları hep en büyük düşmanı saymıştır.
.
[1] Bkz. Michel Hoebink, Thinking About Renewal in Islam: Towards A History of Islamic Ideas on Modernization and Secularization, Arabica Journal of Arab and Islamic Studies Tome XLVI Fascicule I, Koninklijke Brill N.V. Leiden, s.42.