|
Edebiyat Notları, Mart - NisanKategori: Günün içinden notlar | 0 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 18 Haziran 2018 17:01:33 2 Ocak 1981 – Öykü ve masal yazarı, derleyicisi Eflatun Cem Güney öldü. Eflatun Cem Güney, Hans Christian Andersen, Grimm Kardeşler, Ezop vardı yaşantımızda. Az gidilip uz gidilen, dere tepe düz gidilen çayırlar çimenler, biçilen lâle sümbüller, dönüp bir de bakınca görülen arpa boyu yollar, zaman içine giren zamanlar, saman içine giren kalburlar vardı.
Keloğlan’a güldüğümüz, Kibritçi Kız’ı düşünüp ağlamaklı olduğumuz, Hansel ve Gratel için kaygılandığımız, On iki Dans Eden Prenses’in gizemli gece gezileriyle içimizin hopladığı yıllardı. O zamanlar kitapçı rafları şimdiki gibi çocuk kitaplarıyla dolu değildi; masallar, öyküler annelere, babalara defalarca okutulur, hep birlikte neredeyse ezberlenirdi. Çocukluğumun kalın ciltli Andersen Masalları’nın kapağı hâlâ gözlerimin önünde, içinden seçilen bir masalın örttüğü gecelerimiz sıcacık anılarım arasında. 4 Ocak 1919 – Mürebbiye, Hüseyin Rahmi Gürpınar. Mürebbiye, Türk edebiyatından sinemaya uyarlanan ilk filmlerden olduğu gibi, sansüre uğrayan da ilk film. İstanbul’daki işgal kuvvetleri kumandanı Fransız general D’esperey yasaklamış gösterimini. Romanda, bir Türk aile yanına mürebbiye olarak giren Anjel köşkteki erkeklerin hepsini baştan çıkarıyor. Ahlaksız mürebbiye Anjel’in Fransız oluşu General D’esperey’in hoşuna gitmemiş olmalı. Şakacı ve şaşırtıcı, Hüseyin Rahmi’den beklenebilecek gibi bir de sonu var romanın. 5 Ocak 1941 – Parası olmayan bir seyyar satıcı yılbaşı gecesi eğlenmek için çaldığı radyo yüzünden tutuklandı. Kimi kurallarla yasalar, bazı durumlarda biraz bükülüp eğilemez mi? Kuralın da bir yargılayıcısı olsa ve yargıç vicdan olsa… İşte buradaki kural, biraz bükülüp yerinden oynatılabilecek türden. 5 Ocak 1935 – Şair, yazar, yönetmen ve ressam Furuğ Ferruhzad doğdu. İran edebiyatının ünlü şairi Furuğ Ferruhzad… “Kendimle baş başa kalıp, şiir düşünmediğim günü boşa geçmiş sayıyorum” diyen Furuğ, mutsuz olduğu kocasından, oğlunun velayetini yitireceğini bilerek boşanır. Oğlunu bir daha göremez. Onun yalnızca iyi bir şair değil, topluma baş kaldıran, yürekli bir kadın olduğu yazılır hep. Evet, gerçekten birçok davranışı da bunu gösterir (İran toplumunun kadınlara karşı ayrımcılığını eleştirmiş, Şah’a karşı çıkmış, toplumdan dışlanan cüzamlılarla ilgili bir film yapmış, cüzamlı bir çocuğu evlat edinmiş). Fakat oğlunu bir daha görememek pahasına kocasından boşanmasının topluma bir başkaldırı oluşuna katılmıyorum, bu bana bir yüreklilik örneği gibi gelmiyor. (…) Kuş sofranın kenarından uçtu/ uçtu, bir haber gibi uçtu ve gitti/ kuş küçücüktü/ kuş düşünmüyordu/ kuş gazete okumuyordu/ kuşun borcu yoktu/ kuş insanları tanımıyordu/ kuş havada/ tehlike ışıklarının üstünde/ bihaberliğin irtifasında uçuyordu/ ve mavi anları çılgınca deniyordu/ kuş, ah sadece bir kuştu. 10 Ocak 1935 – Yeni Türk Lügati için ilk 800 kelime seçildi. 1932’de Türk Dil Kurumu kurulduktan sonra Dolmabahçe Sarayında yapılan Türk Dili Kurultayı’na yalnızca dil uzmanları, sözlük düzenleyiciler değil, ülke halkı, özellikle de Türkçe öğretmenleri temsilci olarak katılmaya çağrılıyor. Patrick Kinross, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabında, Atatürk’ün konuşmalarına serpiştirdiği yepyeni kelimelerle dinleyenleri şaşırttığını, bazen henüz kimsenin anlamını bilmediği sözcükleri kullanarak, yanında olan Falih Rıfkı Atay’ı çaresizlikle kıvrandırdığını yazıyor. O sıralar Atatürk’e yaranmak isteyenler, Arapça, Farsça kökenli kelimelerden kaçınıyor, yeni Türkçe sözcükleri öğrenmeye çalışıyor, Cumhurbaşkanı’yla konuşurlarken onları kullanmaya özen gösteriyorlarmış. (1) Anadolu ağızlarından birine ait kelimelerle bir sözlük hazırlamış olan Türkçe öğretmeninden, dil üzerine yazdığı makalelerle Atatürk’ün dikkatini çekmiş olan Sofyalı bir gazeteciye kadar çok sayıda kişinin katılımıyla yapılmış Türk Dili Kurultayı. Mustafa Kemal Atatürk’ün açış konuşması, meydanlara kurulan hoparlörlerle başlıca Anadolu şehirlerine ulaştırılmış. 1932’de başlayan süreçle kelimeler seçiliyor, zaman zaman belli sayıda sözcük içeren fasiküller yayımlanıyor fakat ilk Türkçe sözlüğün ortaya çıkması 1940’ların ilk yarısının sonlarını buluyor. 16 Ocak 1897 – Sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu Bedia Muvahhit doğdu. Öncü kadınlardan biri Bedia Hanım. Sanatçı Ahmet Refet Muvahhit’le evlenmesi ve Muhsin Ertuğrul’un, Ahmet Refet Beyin arkadaşı olması, Bedia Muvahhit’in bir şansıydı belki fakat öncesi de var. Yıl 1913. Osmanlı İmparatorluğu. Dersaadet Telefon Anonim Şirketi, telefon santrallerinde görevlendirilmek üzere kadın santral memureleri arıyor. Gazetelerde, kadın dergilerinde yayınlanan ilana başvuran çok az kadından biri de Dame de Sion’u yeni bitirmiş, atak bir genç kız olan Bedia Şekip. Böylece, sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu olmaktan çok önce, telefon şirketinde çalışan ilk Müslüman kadınlardan biri olmayı da başarmış Bedia Şekip Muvahhit. 29 Ocak 1950 – Savaştan sonraki ilk turist kafilesi İstanbul’a geldi. Dünya savaşları vardı, turistik gezi diye bir şey yoktu. Savaş yine var, televizyondaki şehit haberine “Vah” dedikten hemen sonra Kuzey Avrupa turlarını inceliyoruz. Küresel eşitsizlikte gelinen yer! 30 Ocak 1948 – Mahatma Gandhi bir Hindu tarafından tabanca ile vurularak öldürüldü. Gandhi’nin geliştirdiği ve adını koyduğu şiddet içermeyen bir direniş biçimi var: satyagraha. Gandhi’ye göre, Batı’nın ‘pasif direniş’i ile ‘satyagraha’ birbirinden farklı. Pasif direnişin, mağdurun silahı olarak görüldüğünü, kimi zaman şiddet içerebildiğini, ‘satyagraha’nınsa güçlü olanın yöntemi olduğunu, şiddete asla başvurulmadığını söylüyor Gandhi. Pasif direnişte karşı taraf sevilmeyen taraf. ‘Satyagraha’da başlangıç noktası sevgi; nefrete, kine yer yok. Komşunuz, köpeğinizin gece gündüz havladığından şikâyet ediyor, buna katlanmak zorunda olmadığını söylüyor. Ya da yandaki inşaatın gürültüsüne, bir de köpek havlaması eklenince baş ağrısı çeken komşu sizsiniz. Ev arkadaşınız çöpü dışarıya çıkarmayı hep size bırakıyor. İş yerinde, yönettiğiniz ekipte çalışan kişilerden biri nerdeyse her öğle tatilinden geç dönüyor. Lokantadasınız. Yan masaya sizden sonra gelenlerin yemekleri önlerinde, sizinki hâlâ ortada yok. Lokantada yemeği geciktiği için öfkelenen müşterinin azarladığı garson sizsiniz. Bütün bunlarla uğraşırken Gandhi’yi anımsayabiliriz. Onun yöntemi, çözümü kolaylaştıracağı gibi, güne öfkeyle değil dinginlikle devam etmemizi sağlayacaktır. 3 Şubat 1947 – Roman yazarı, şair, senarist Paul Auster doğdu. Paul Auster’in Kış Günlüğü adlı anılarını okumuştum bir süre önce. “Hiç kuşkusuz sakat ve yaralı bir insansın, ta baştan beri içinde yara taşıyan birisin. Yoksa ne diye bütün ömrünü sayfaların üzerine o yaranın kanını akıtırcasına sözcükler dökerek geçiresin?” diyerek kendine sesleniyordu. Dünya üzerinde olup da acılardan pay almamak olası değil ama bu hayatı dolu dolu yaşayan kimilerinin çok daha derin yaralandığı bir gerçek. Herkes Frida Kahlo olabilir mi? Dünyaya alçakgönüllülükle bakmak dert görmekle, yaralanmakla, özlemi bilmekle, kalp ağrısı çekmekle olabilen bir şey. Öyleyse neden çevremizdekilere, sürekli olarak çok mutlu olduğumuz görüntüsünü vermeye çalışıyoruz? Mutsuz olmak niçin, neredeyse bir başarısızlık, utanılacak bir şey gibi görülüyor, itiraf edilemeyen bir ruh durumu oluyor? 8 Ocak - Sadık Özben: “Ve zaten, bir şey “post” oluncaya kadar sorun yok, anlıyorum. Örneğin “strüktüralizm”i anlıyorum. “Post-strüktüralist” olunca iş değişiyor.” 1984 ile 1988 arasında yayınlanan Yeni Gündem dergisinde yazdığı yazılarda yaşamı, 12 Eylül sonrası toplumu, insanlık hallerini, kendini, arkadaşlarını, karısını anlatan Sadık Özben’in, Murat Belge’den başkası olmadığı daha sonra ortaya çıkmış. 20 Şubat – Hakkâri’de Bir Mevsim, Ferit Edgü Takvim yaprağında Hakkâri’de Bir Mevsim’den yapılmış alıntıyı okuyunca, Doğu Öyküleri’nden birini, Kim adlı kısacık öyküyü anımsadım. “(…) Aradan yıllar geçti. Yeniden vardım dağlara. Köyleri göçmüş, köpekleri bile havlamayan dağlara. Karşıma çıkan ilk insanoğluna sordum. “Nereye gitti bu insanlar?” Boş gözlerle baktı yüzüme. Rehberim sorumu kendi dilinde yineledi. O da ağzını açıp (çok şükür) üç sözcük söyledi. Sonra karşılaşmamız olağanmış gibi yoluna devam etti. “Ne dedi?” diye sordum rehberime. “Senin geldiğin yere gitmişler.” dedi.”25 Şubat – Kantar katibi: “Bendeniz Muğla’da vazifedeyken,” dedi, “Yörük kabileleri vardı orda. Bunlar münhasıran çamfıstığı ile tegaddi ediyorlar.” Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, Haldun Taner Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu’nun 1983’de basılmış bir nüshası var elimde. Bu sararmış yapraklı kitabın içinde ‘tegaddi’ sözcüğünü yadırgamıyor insan. Birinci Basım 1953 yazıyor kapağın içinde. Klasik hikâye tanımına uygun olan birinci bölüm Çalışkur apartmanı ve çevresinde bir gece içinde yaşanan olayları anlatıyor. İkinci bölüm, öyküye tepki olarak gönderilen mektuplardan oluşuyor. İşte bu mektuplar her şeyi değiştiriyor ve öykü yeniden yazılıyor. Oyunlaştırılmış, birkaç kez sahnelenmiş Ayışığında “Çalışkur”. Şehir Tiyatroları tarafından ilk kez oynandığında, Nedret Güvenç, Tijen Par gibi ünlü oyuncular rol almışlar, İlyas Salman da bekçi Zülfikar rolüyle bu oyunda duyurmuş adını. Henüz okumamış olanların keyfini kaçırmamak için öyküdeki biçimsel denemelerin ayrıntılarına girmeden, sözü bitiriyorum. Bu yazı Lacivert Şiir ve Öykü Dergisi Mart Nisan 2018 sayısında yayımlanmıştır. Resimli Edebiyat Takvimi, İletişim Yayınları (1) Atatürk The Rebirth of a Nation, Patrick Kinross, sayfa 466
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|