|
|
Galilei’nin Diyaloglar’ı ve modern bilimin başlangıcı..Kategori: Bilim | 0 Yorum | 04 Nisan 2018 00:51:44 Galilei’nin Diyaloglar’ı ve modern bilimin başlangıcı: Yeryüzü ile gökyüzünü birleştirdi… Galilei, engizisyonda yargılanmasına yol açacak “İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Diyalog” ve ev hapsine mahkûmken yazdığı “İki Yeni Bilim Üzerine Konuşmalar” adlı başyapıtlarında, hareketin analizi temelinde, evreni ve doğayı matematikselleştiren yeni bir fizik kurar; bunu yaparken, eski fizikle mücadele etmesi gerektiğinin ayrımındadır. Aristotelesçi muhaliflerinin eski ve yeni tüm argumanlarını çürüterek, Aristoteles biliminin gökbilim, fizik ve felsefe temellerini yıkar.
Böylelikle, Batlamyusçu Yer-merkezli evren anlayışının çürütülmesi ve Kopernikçi Güneş-merkezli evren kavrayışının oturması sürecini ilerletir, “yeryüzünü gökyüzüne çıkarır…” Bilimsel Devrim’i doruğa çıkaran Newton’un, “omuzlarında yükseldiği devlerden” önde geleni, Galileo Galilei’dir (1546-1642). Modern fiziğin kurucusu olarak değerlendirilen Galilei, bu sıfatı hareketin fiziği (dinamik) üzerine çalışmaları kadar, doğayı ve evreni matematikselleştirmesi, yani doğa ve evren yasalarını incelerken matematiksel yöntemi kullanmasıyla almıştır. Galilei aynı zamanda, insanın evreni ve dünyayı anlamasının önünü tıkayan, aklını bağlayan Batlamyuscu Yer-merkezli evren anlayışının çürütülmesi ve Kopernikçi Güneş-merkezli evren kavrayışının oturması sürecini ilerleten, bütün bu saydıklarımızdan ötürü modern bilimin başlangıcı sayabileceğimiz öncü bilim insanıdır. Yeni fiziği kurmak için, Aristoteles fiziğini yıkmak gerekir MÖ 4. yüzyıldan MS. 17. yüzyıla kadar, 2 binyıl boyunca bilime egemen olan Aristoteles düşüncesidir. Galilei döneminde üniversiteler, kilise tarafından da içselleştirilen Aristoteles düşüncesinin kaleleri konumundadır. Galilei’nin gençlik yapıtlarında da evrenbilim ve fizik, Avrupa üniversitelerinin çoğunda öğretildiği gibi Aristoteles fiziğinin ilkeleriyle ele alınır. Ancak Galilei’nin cisimlerin hareketleri üzerine yaptığı çalışmalar ve yazılarında Aristoteles fiziğinden kopmaya başladığı görülür. Kopernik’in güneş-merkezli evrenini benimsemiştir. Dünyanın döndüğünü kanıtlayabilmek için, yeni bir fizik kurmak gerektiğinin, bunun için de Aristoteles’e dayalı eski fiziği yıkmak zorunda olduğunun ayrımındadır. İşte Galilei’nin engizisyonda yargılanmasına yol açacak İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Diyalog (Dialogo Sopra i due Massimi Sistemi del Mondo, 1632) ve ev hapsine mahkûmken yazdığı İki Yeni Bilim Üzerine Konuşmalar (Discorsi e Dimostrazioni Matematiche İntorno à due Nuoue Scienze, 1638) adlı başyapıtları (makalenin devamında, her iki kitaptan ortak söz ederken “Diyaloglar” demeyi yeğlemeyeceğim), evreni ve doğayı matematikselleştiren yeni bir fizik kurmak; bütün gözlemsel, deneysel ve kuramsal birikimini kullanarak, Aristotelesçi muhaliflerinin eski ve yeni tüm argümanlarını tek tek çürütmek, böylelikle Aristoteles biliminin gökbilim, fizik ve felsefe temellerini yıkmak için tasarladığı, kendi değerlendirmesiyle “muazzam projeleridir”. Bu projelerini, güçlü bir biçimde yaşama geçirdiği için de, kilisenin ve engizisyonun gölgesi, Galilei’nin yaşamından ve çalışmalarından eksik olmayacaktır. Galilei’nin yeni fiziği, hareket analizlerinden yükselmiştir. Aristoteles, hareket halindeki bir cisim itilmezse (ya da çekilmezse) er geç duracağını savunmaktaydı. Bu günlük gözlemlerde doğrulanabilecek, görünüşteki gerçek, bilimin gelişmesini uzun süre engellemiştir. Sağduyu görünenle yetinirken, bilimin görünenin ötesindeki bağıntılara yönelmesi gerekir. Görünen de ancak, geride yatan ilişkilerin ortaya çıkarılmasıyla açıklanabilecektir. Herakleitos’un binlerce yıl önce (Aristoteles’den de önce) söylediği gibi, “evrenin işleyişine esas olan ölçüler gizlidir”; bilimin amacı bunları ortaya çıkarmaktır. Aristoteles’in cisimlerin hareketiyle ilgili görüşü, görünüşte doğrudur, ama özde yanlıştır. Bugün biliyoruz ki, hareket halindeki bir cismin durması, itilmemesi ya da çekilmemesinden değil, hareketten alıkoyucu etkenlerin varlığı nedeniyledir. Galilei, Aristoteles’in görüşüne ters düşen bir tez geliştirir: Hareket halindeki bir cisim, dış etkenlerden serbest kaldığında, hareketini tekdüze bir hızla sürdürür. Buna göre, dış etkenler hareketin değil, hareketin değişmesinin nedenidir. “İvme” denen bu değişiklik, devinimin hızında ya da yönünde olabilir. Galilei’nin hareket fiziğindeki bu tez, Newton mekaniğinde Hareketin Birinci ve Temel Yasası olarak, “eylemsizlik ilkesi”yle yasalaşacaktır: Yani, her cisim bir dış kuvvetin etkisi olmadıkça, hareket halindeyse, aynı hızla düz bir çizgi üzerinde hareketini; duruyorsa, hareketsizliğini sürdürür. Cisimlerin hareketinde dış güçlerin etkisinin hızda değil, ivmede kendini gösterdiği düşüncesi Galileo’ya, serbest düşmeye ilişkin deneylerini açıklama olanağı da vermiştir. Geleneksel Aristoteles teorisine göre, bir cismin düşme hızı ağırlığıyla orantılıdır. Galilei, Pisa Üniversitesi’ndeyken, eğikliğiyle ünlü Pisa Kulesi’nden aşağıya değişik ağırlıklar atarak deneyler yapmıştır. Bilim tarihi açısından düşünürsek, Galilei’nin taşlarının da, Newton’un elması ile koşut işlevde ve önemde olduğunu görürüz. Galilei bu deneylerin sonunda, hafif ve ağır bütün cisimlerin yere eşit zamanda düştüklerini kanıtlamıştır. Gözlemler, düşmenin sabit bir hızla değil, saniyede 32 ayak artan bir hızla oluştuğunu göstermiştir. Burada hareketin düzgün doğrusal değil, ivmeli olması; bir etkinin araya girdiğini ve doğal hareketi değiştirdiğini düşündürmüştür. Bu ise, yerçekimi kuvvetidir. Galilei’nin bu keşfi, Serbest Düşme Yasası’na yol açar: s = ½ gt2. Yani, serbest (ya da boşlukta) düşen bir cismin aldığı mesafe, düşme süresinin karesiyle doğru orantılıdır. Bu ilişki ağırlıkları ve maddesel nitelikleri ne olursa olsun, tüm cisimler için geçerlidir. “Doğa matematiğin diliyle konuşur” Galilei döneminde, matematiğin fizikte açıklama ve kanıtlama aracı olarak kullanılmasının uygun olup olmadığı sorusu, verimli tartışmalara yol açmaktadır. Matematiğin daha yüksek bir değeri olduğunu ve matematiğin fizikte baskın bir rol üstlendiğini söyleyenler Platoncular; matematiğin soyut olduğunu, dolayısıyla gerçeği konu edinen fizikten daha az değer taşıdığını ileri sürenler Aristotelesçiler’di. Hiçbir Aristotelesçi, matematiğin kullanımına, sayılabilir olanın sayılmasına, ölçülebilir olanın ölçülmesine karşı çıkmıyordu. Fiziğin doğrudan deneyimler üzerine kurulması gerektiğini, matematiğin fizik içinde ikincil bir rolü olduğunu söylüyorlardı. Asıl tartışma, matematiksel açıklamaların gerçekliğe denk düşüp düşmeyeceği ya da ne oranda denk düşeceği sorusundaydı. Galilei bu soru karşısında daha farklı bir yaklaşım geliştirmiştir: Matematiksel kavramların soyut karakterini, kusursuz geometrik figürlerin ayrıcalığını reddetmek!.. Galilei’ye göre, bir küre gerçek olmakla küreliğinden bir şey kaybetmez. Bir cismin küre olup olmadığına, gerçek olup olmadığına göre değil, küre tanımına uyup uymadığına göre karar verilmelidir. Geometrik biçimlerin maddede somutlaştırılabileceğini, hatta maddede her zaman somutlaşmış bir geometrik biçim olduğunu söyler. Bu nedenle doğayı ve evreni, matematiğin diliyle sorguya çekmek gereklidir. Bu düşüncelerini şöyle anlatır: “Felsefe (bilim) gözlerimiz önünde açık duran ‘evren’ dediğimiz o görkemli kitapta yazılıdır. Ancak yazıldığı dili ve alfabesini öğrenmedikçe bu kitabı okuyamayız. Kitabın yazıldığı dil, matematiğin dilidir; harfleri üçgen, daire ve geometrik şekillerdir. Bu dil ve harfler olmaksızın, kitabın bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur” (9). Galilei’yi, evreni ve doğayı açıklarken matematiğe başvuran çağdaşları Kepler ve Descartes’dan ayırarak, “matematiksel fiziğin babası” yapan, yaklaşım farklarıdır. Kepler de evrenin matematiksel ilişkiler üzerine kurulduğunu düşünmektedir; ama sayılara mistik anlamlar yükler. Galilei, doğayı anlamak için kuramdan yola çıkarak kurulmuş deneylere başvurmak gerektiğinden söz etmekte, bu noktada da “saf matematikçi” Descartes’dan ayrılmaktadır. Galilei de deney, kuramı sınamak içindir Bilim tarihçileri, gözlem ile deneyin modern bilimdeki yerini vurgularken, Galilei’den de söz ederler. Galilei’nin Diyaloglar’da argümanlarını kanıtlamak ve karşı argümanları çürütmek için sık sık gözlem ve deneye başvurduğunu görürüz. Hatta, geleneksel öğretiye ve inançlara karşıt olduğu için, gözlem ve deney sonuçlarını kabul etmeme tutumuyla inceden inceye alay da eder. Ama onun gözlem ve deney yöntemi, Aristoteles fiziğinin kullandığı doğanın gündelik ve genel gözlemi ile kendiliğinden deney yönteminden farklıdır. Galilei doğayı yöntemli olarak sorgular; ön deneylerden yola çıkarak oluşturulmuş bir kuramdan ve bu kuramdan yola çıkarak kurulmuş deneylerden yararlanır. Onun deneyleri, bir kuramın fiziksel dünyayı açıklayıp açıklamadığını ortaya koymaya, kuramı desteklemeye ya da çürütmeye yarar; kuramın yerini alamaz. İnsan düşüncesini kökten değiştiren 17. yüzyıl Bilimsel Devrimi, kendi bilgi oluşturma yöntemini, bilimsel düşünüşü ve bilim etkinliğini de geliştirmekte, yeniden kurmaktadır. Einstein, İki Temel Dünya Sistemi Üzerine Diyalog’un İngilizce çevirisine yazdığı Önsöz’de, Galilei’nin deney yöntemini şöyle anlatır: “Galilei’nin tümdengelim yöntemi yerine deney yöntemini getirerek, ‘modern bilimin kurucusu’ sıfatını kazandığı sık tekrarlanır. Ancak kanımca bu yorum, dikkatli bir incelemeyle çürütülebilir. Ussal yöntem ve ussal kavramlar olmadan, sırf deneysel yöntem diye bir şey olamaz. Ve deneyden geçirilmesi gereken olguya açıklık sağlamayan bir uslamlama da olamaz. Deneysel yöntem ile tümdengelime dayanan ussal yöntemi karşı karşıya koymak yanıltıcıdır ve Galileo’nun benimsediği bir yaklaşım değildir. Onun zamanında başvurabileceği deneysel yöntem olanakları o denli kısıtlıydı ki, Galilei deney verileri arasındaki büyük uçurumları ancak çok cüretli düşünsel köprülerle kapayabilirdi. Galilei’nin eserlerinde deneyselliğe zıt bir yaklaşım olarak yer almaz tümdengelim düşünselliği. Aristoteles ve yandaşlarının tümdengelim yöntemlerine bile, Galilei ancak bu yöntemin dayandırıldığı veriler keyfi ve akılsızca olduğu takdirde itiraz eder; onları salt tümdengelim yöntemine başvurdukları için eleştirmez” (1). Güneş-merkezli evren sistemine teleskop desteği Galilei teleskopu ilk icat eden değildi; ama bir Hollandalı mercekçinin, iki merceği birleştirerek uzaktaki cisimlerin büyük görülmesini sağladığını duyunca; değişik kombinasyonlar deneyerek otuz kez büyüten bir alet yapmayı başardı. Galilei’nin teleskopu astronomi gözlemlerinde kullanan ilk kişi olup olmadığını da bilmiyoruz. Ama bu bağlamda Galilei’nin önemi, teleskopu bilimsel amaçla yoğun bir biçimde kullanmış olmasındadır. 1610’da kaleme aldığı, Siderius Nuncius (Yıldızların Habercisi) adlı yapıtı, Avrupa bilim dünyasında yoğun ilgiyle karşılanmıştır. Galilei’nin teleskopla gözlemleri, Kopernik’in Güneş-merkezli evren sistemine direkt bir kanıt sunmamıştır. Getirdiği pek çok kanıt, dolaylıdır. Ama bu gözlemlerin ortaya serdiği evren, Kopernik evrenine paralel düşmüştür. Yeni gözlem sonuçları, Yer-merkezli Batlamyus sistemine ve onu biraz daha geliştiren Tyco Brahe sistemine bir biçimde dahil edilebilecektir, ancak bu yeni düzenlemeler zaten yeterince karmaşık olan bu sistemleri daha da karmaşıklaştıracaktır. Oysa aynı sonuçlar, Kopernik sistemi içinde, hiçbir zorlama olmadan, yalın bir biçimde açıklanabilmektedir. Üstelik bazı Kopernikçi gökbilimciler, bu gözlem sonuçlarının bir kısmını önceden öngörmüştür. Dolayısıyla Yer-merkezli evren ve Güneş-merkezli evren arasında sürüp giden mücadelede, teleskop ve Galilei’nin gözlemleri etkin bir silah, propaganda aracı niteliği kazanır. Galilei teleskopunu gökyüzüne çevirince şunları görmüştür: Ay’ın yüzeyi, öteden beri sanıldığı gibi kusursuz ve pürüzsüz değildi; dağ ve vadilerle kaplı, yer yer kayalıktı. Galilei, Güneş, Ay ve Yer’in göreli konumlarının bilindiği bir anda, dağların kraterler üzerine düşen gölge uzunluklarını ölçerek, Ay’ın çukurlarının derinliğini ve dağlarının yüksekliklerini hesapladı; böylelikle ortaya çıkan üç boyutlu Ay topografyasının, dünyanınkinden çok farklı olmadığı anlaşıldı. Bu, yer ile gök bölgelerinin birbirinden farklı olduğunu ileri süren geleneksel görüşe ters düşüyordu. Güneş de mükemmel konumunu yitirmişti, üzerinde lekeler vardı. Zaman zaman kaybolan ve yeniden ortaya çıkan bu lekelerin Güneş diski üzerinde deviniyor olmaları, Güneş’in bir eksen çevresinde döndüğünü gösteriyor ve yerin de kendi ekseni çevresinde dönüyor olabileceğine işaret ediyordu. Çıplak gözle bakıldığında gökyüzünde solgun bir ışık lekesi gibi görünen Samanyolu Gökadası, aslında sonsuz sayıda yıldızlardan oluşuyordu. Bazı Kopernikçi gökbilimcilerin savunduğu dev boyutlardaki (belki de sonsuz…) evren, artık akla daha yatkın görünüyordu. Galilei, ne Kopernik sisteminde, ne de Batlamyus sisteminde öngörülmeyen bir şey daha keşfetti. Jüpiter’in çevresinde dönen 4 tane cisim vardı. Bu keşif gerçekten önemliydi, çünkü yörüngesi üzerinde hareket eden bir gezegenin kendi uydularını da beraberinde taşıyabileceğini gösteriyordu. Bu durum, Kopernik sistemi karşıtlarının ileri sürdüğü, yer dönüyor olsa, Ay’ın geride kalacağı iddiasını da geçersiz kılmıştı. Galilei, ayrıca Venüs’ün Ay gibi farklı evrelerinin bulunduğunu fark etmiş, Satürn’ün halkalı yapısını da gözlemişti. Galilei bütün bu gözlemlerini, Kopernik’in insanlığın düşünce sisteminde başlattığı devrimi daha da ilerletmek için kullandı. Yer-merkezli Batlamyus ve Güneş-merkezli Kopernik sistemlerini (kilise tarafından Kopernik sistemini savunmaktan men edildiği için) görünüşte “yansız” tartıştığı, ama normal bir aklın ayırabileceği biçimde Kopernik’in evren sistemini ince yöntemlerle kanıtladığı İki Temel Dünya Sistemi Üzerine Diyalog’da bu gözlemlerine de yaslanacaktı. Batlamyusçu evren sisteminin Galilei’nin de önemli katkılarıyla çürütülüşü, insan düşüncesini kökünden değiştirdiği gibi, fizikle gökbilimi de birleştirmiştir. Sonlu ve biricik, ayrıcalıklı bir yeryüzü düşüncesi yıkılmış; yerine evrensel yasaların yönettiği açık, sınırsız, hatta sonsuz bir evren düşüncesi gelmiştir. Bu aynı zamanda dünyanın bağlı olduğu yasaları, evrenin bağlı olduğu yasalarla aynılaştırmıştır. Artık fiziksel ve astronomik olguların daha derinden ve bütünsel kavranışı için, yeni bir bilimi gerekmektedir. Yeni bilimin eski bilimle polemiği: Galilei’nin “Dialoglar”ı Galilei’nin makalenin başından beri sözünü ettiğimiz, modern (yeni) bilimi doğuran bütün katkıları ve eski bilimle bütün mücadelesi, Diyaloglar’ında somutlaşmıştır. Galilei’nin Diyaloglar’ı ne yalnızca astronomi, ne de fizik kitabıdır. Bu devrimci bilim insanı, her iki başyapıtında da Aristoteles düşüncesiyle temsil edilen eski bilim ve bunun dayandığı felsefeyle, deneysel, gözlemsel ve kuramsal bütün birikimini kullanarak sıkı bir polemik yürütür. Aynı zamanda matematiğe dayalı kendi yeni fiziğini ve bunun felsefi temellerini kurmaya uğraşır. Aristoteles fiziğinde matematiksel olmayan yöntemle açıklanmaları karşısında, evren ve doğanın matematikselleştirilmesini savunur. Her iki yapıt da, Galilei’nin kendi sözcükleriyle “doğanın yazıldığı dilin” yeniden keşfedilişidir. Galilei “muazzam projeler” olarak söz ettiği başyapıtlarını planlarken, ne denli zor bir uğraşa girdiğinin de ayrımındadır. Yüzlerce yılda yükseltilmiş bir yapının taşlarını tek tek sökmesi ve bu sürecin adımlarını, modern bilimin (fiziğin) yöntemleriyle düşünmeye alışmamış olanlara benimsetmesi gerekmektedir. Üstelik yapının koruyucuları da çok güçlüdür: Otoriteyi temsil eden kilise ve gelenek. Ama Galilei, bu zor işin altından alnının akıyla çıkar: Diyaloglar’da, eski ve yeni kanıtlamaları dönüp dolaşıp yeniden tartışır; meramını anlatacak çarpıcı örnekler bulur, bu örnekleri çoğaltır ve yapının taşlarını tek tek sökmekle kalmaz, temellerini de yıkar. İki Büyük Sistem Üzerine Diyalog üzerinde 16 yıl çalışmıştır; İki Yeni Bilim Üzerine Konuşmalar da, 30 yıllık çalışmalarının son ürünüdür. Diyaloglar’ın bir önemi de, otoritenin, okulların ve üniversitelerin bilim dili olan Latince yerine, İtalyanca kaleme alınmış olmasındadır. Bu, Galilei’nin insanlığın düşünce sisteminde köklü değişikliğe yol açabilecek bu yapıtları, yalnız Aristotelesçi düşünce geleneğinin o dönemdeki savunucularına karşı değil, sade insana yönelik olarak da yazdığının göstergesidir. Galilei döneminde, yazı dili olarak İtalyanca’ya yeni geçilmektedir; ilk İtalyanca yazanlar Rönesans’ın, Aydınlanma ve Bilimsel Devrim’in İtalya’daki öncüleri Leonardo da Vinci, Machiavelli ve Galilei’dir. Galilei’nin altı yıl arayla yazdığı Diyaloglar, kısa sürede pek çok dile çevrilir, Avrupa’nın hemen her ülkesinde geniş bir kitleye ulaşır; edebi ve bilimsel bir şaheser olarak selamlanır. Amerikalı bilim insanı Heilborn, “Galileo kilise için bir tehdit oluşturuyordu, çünkü iyi yazmasını biliyordu” diyor. Gerçekten Galilei, kendi tezini sağlam biçimde savunmak ve karşısındakinin argümanlarını çürütmekte ustadır. Keskin bir zekâ ve ironik bir dilin eşlik ettiği güçlü bir kalemi vardır. Diyaloglar’ın etkisi, yaslandığı güçlü içerik kadar, bu içeriği nitelikli bir edebiyat ve yaratıcı bir mizah anlayışıyla, canlı bir biçimde sunan üslubuyla da artmıştır. Aristoteles, Batlamyus ve Galilei’nin sözcüleri Diyaloglar’da konuşur Galilei her iki yapıtını da, üç kişi arasında geçen diyaloglar biçiminde tasarlamıştır. Bu üç kişinin rolleri kesin sınırlarla belirlenmiştir. Salviati, Galilei’nin sözcüsüdür, yeni bilimin matematiksel zekâsını temsil eder. Simplicio ise, Galilei’nin yaşamı boyunca mücadele ettiği bütün düşünsel ve pratik muhalifleri simgeler; Aristoteles ve Batlamyus’un sözcüsüdür. Skolastik felsefeye dayalı önyargılar içindedir, otoritenin resmi bilimine inanır ve inancına yaslanarak, sonuna kadar mücadele eder. Galileo, muhaliflerinin bütün iddialarını, tezlerini, onların akıllarına gelmemiş olanları da tasarlayarak, Simplicio’nun ağzından kâğıda döker; sonra bunu güçlü bir tartışma ve ezici bir ironiyle, Salviati’nin ağzından çürütür. Hem Salviati hem de Simplicio, üçüncü konuşmacı Sagredo’yu ikna etmeye uğraşırlar. Sagredo, Aristotelesçi düşünce geleneğinin önyargılarından kurtulmuştur. Salviati’nin (Galilei’nin kurmaya çalıştığı yeni fiziğe dayalı) akıl yürütmelerini kavrayabilen, üstelik bu akıl yürütmelerden yeni sonuçlar çıkarabilen bir zihne sahiptir; esprileriyle kuramsal konuşmaları sade insanın algı düzeyine indirger. Kimi yorumcular, Diyaloglar’da Venedik’in Şam büyükelçisi, fizik ve matematik hayranı bir zengin olarak betimlenmiş Sagredo’nun, Galilei’nin hamisi Toscana Dükü’nü temsil ettiğini söyler. Kimileri de, Galilei’nin bu karakter için, yine Sagredo adında, ölmüş bir arkadaşından esinlendiği kanısındadır. İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Diyalog’da, Salviati’nin sık sık yinelediği repliği, “Bakalım, yeryüzünü gökyüzüne çıkarabilecek miyiz?”dir. Galilei, bu imgeyle, yeryüzünü, Batlamyus sistemindeki, diğer gökcisimlerinin etrafında döndüğü (kilise öğretisine de denk düşen) ayrıcalıklı konumundan kurtarıp; Kopernik sisteminde öngörüldüğü gibi, evrenin, gökyüzünün diğer cisimleriyle aynı yasalara bağlı bir parçası haline getirebilmeyi anlatmaktadır. Bu düşünüş sisteminde, köklü bir dönüşümdür. Bu nedenle Simplicio, zaman zaman dehşete kapılmaktan kendini alamaz: “Ya Salviati yeryüzünü, gökyüzüne çıkarmayı başarabilirse?”.. Anlaşılan Galilei, bunu başarmıştır. Çünkü İki Yeni Bilim Üzerine Konuşmalar’ı, engizisyondan aldığı ev hapsi mahkûmiyetinde yazar. Kitabın basılması, el altından yollandığı Hollanda’da gerçekleşebilecektir. Yeni bilimler olarak, statik ve dinamiği kast eden Galilei, bu yapıtını da yine aynı üç kişi arasında geçen diyalog biçiminde kaleme almıştır; ancak bu kez Simplicio’yu daha uyumlu bir karakter olarak betimler. Bu yapıtında, fiziksel dünyanın gerçek yasalarını keşfetmeyi hedeflemiştir. Açıklamaları iki farklı düzeyi kapsar: Önce soyut olayın tamamen geometrik bir analizini yapar, sonra da bunun gerçek olay ile karşılaştırmasını. Bu son yapıt, yeni gelişmekte olan mekanik bilimi için sağlam bir temel oluşturacaktır. Galilei, İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog basıldıktan dört yıl sonra, 1642’de ölür. Aynı yıl dünyaya gelen Newton, bilimde de Galilei’den el alacaktır. Çünkü, Einstein’ın değerlendirdiği gibi, “Galilei’nin buluşları, Newton’un formülleştirdiği teoriyi en azından niteliksel olarak oluşturmuştur”. NOT: Galilei’nin başyapıtlarından İki Büyük Dünya Sistemi ÜzerineDiyalog, uzun ve titiz bir çalışmayla, Reşit Aşçıoğlu tarafından bir süre önce Türkçe’ye çevrildi. TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları bu başyapıtı yayımlayacaktı, ancak yayımlanmadı. Anlaşılan Galilei’nin davası sürüyor, hukuk eğitimi almış Reşit Aşçıoğlu gibi, davasını savunan “sıkı” bir avukatı olsa da!.. Kaynaklar 1) Reşit Aşçıoğlu, Galileo: Bilimsel Devrim, Cumhuriyet Kitapları, s.5-15.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|