|
Edebiyat Notları, Kasım - AralıkKategori: Günün içinden notlar | 0 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 05 Şubat 2018 04:06:14 1 Kasım 1982 – Ataol Behramoğlu Asya-Afrika Yazarlar Birliği’nin Lotus Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Yalnızca şair değil çevirmen de olan Ataol Behramoğlu, Çinli şair Jidi Majia’dan çevirdiği şiirleri birkaç yıl önce Gök ve Yer Arasında adlı kitapta toplamıştı. Jidi Majia, Çin’deki elli beş farklı ırka ait azınlık gruplarının birinden, Yi ırkından geliyor ve Çin’in en tanınmış etnik şairlerden biri.
Son yıllarda biraz tanıma fırsatı bulduğum, görkemli bir tarihe sahip bu büyük ülkenin edebiyatı bize oldukça yabancı. Gök ve Yer Arasında, modern Çin şiiriyle ilgili ipuçları veriyor, birçok güzel şiir var içinde. Bunlardan biri, Ülke, bize çok uzak bir kültüre de ait olsa, duyumsayarak okuduğum bir şiir. İşte birkaç dize: Ülkemi bütün kalbimle sevmemin nedeni, / Sadece burada doğmuş olmamız değil/ Burada ölmemiz değil sadece/ Gelmiş geçmiş bütün soyağaçlarımızın/ Köklerinin, dallarının burada olmasından değil……. /Ülkemi bütün kalbimle sevmemin nedeni/ Yüreği kederle sarsan/ Eski, düşsel türkülerimiz değil sadece……../ Sıcak, kiremit damlı kulübelerimizin/ Burada oluşundan değil sadece……/ Yüzyıllardır yün ipliğimizin/ Ahşap kapı eşiklerine oturmuş/ Ölmüş ve henüz yaşamakta olan büyükannelerce/ Eğirilmekte oluşundan değil sadece……./ Çevremdeki toprağı bütün kalbimle sevmemin nedeni/ Onun sıradan günleri içindir……./ Ve acılı, kederli günlerimizde/ Uzanıp kaldığımızda bir yere/ Duyumsadığımız içindir bu Nuosu anayurdunun/ Bizi hafifçe salladığını beşiğinde 4 Kasım 2015 – Zorlu Center’daki H&M mağazasında görücüye çıkan Balmain koleksiyonu lansmanında izdiham yaşandı. Görüntüler savaş öncesi ihtiyaçları depolayan insanların kargaşasını andırdı. Balmain ya da bir başka marka koleksiyonunu görmek neden bu denli önemli? Asıl istenen, koleksiyondan bir parçaya sahip olmak ama, alım gücümüzün olmadığı durumlarda bilmek, haberdar olmak da işe yarar, öyle değil mi? Bir yerlerde bütçemize daha uygun benzerlerini bulmak olasıdır. Sosyal durum göstergesi olabilecek bin bir türlü şeyin dayanılmaz çekiciliği!.. Peşinde koştuğumuzun, birkaç gün, hatta birkaç saat süren mutluluk olduğunu düşünmeyiz bile. Giymeye yer ve zaman bulunamayan giysiler, türlü türlü ev eşyası, mobilya, bir dolu gereksiz alet, bir yerden bir yere ulaşmaktan çok, caka satmaya yarayan arabalar... Ve satın aldıktan üç beş gün sonra anlamını yitirecek eşyalara sahip olabilmek için, çalışmak, çalışmak, çalışmakla geçen ömürler. Ölçülü bir çalışmanın arasına, yaşamın güzelliğini anımsatan şeyleri çokça katabilseydik keşke. Müzik, kitap, resim. Sanatın her türü (yapmak ya da izlemek). Kırlarda, sokaklarda uzun yürüyüşler. Çevremize acele etmeden, gerçekten görerek bakabilmek. Düşünmek, kendini ve başkalarını tanımaya çalışmak. Belli bazı şeylere sahip olmak, yaşantılarına özendiğimiz varlıklı azınlığa ait olduğumuz hissini duyuruyor bize. Yanılgı bile olsa iyi geliyor insanın karmaşık ruhuna. Oysa, en varlıklı olanda başlayan herhangi bir akım, bir moda, onlara özenen yoksullara ulaştığında, varlıklı kesim çoktan başka bir akıma yönelmiş oluyor. Tüketim kültürünü hiç aç bırakmayan, besleyip duran bir döngü. Bu yapay hazzın ayrımına varmadıkça doymak, durmak diye bir şey söz konusu değil. 11 Kasım – Desiderata: Kütüphanelerde okurlar tarafından getirtilmesi istenen ama henüz alımı yapılmamış kitapların listesi. İstence listesi de denir. “Desiderata” İngilizce sözcükte eksikler; arzulanan, ihtiyaç duyulan şeyler diye tanımlanıyor. Amerikalı yazar, şair ve avukat Max Ehrmann’ın, ölümünden sonra ün kazanmış, Desiderata adlı bir düz yazı şiir kitabı var. 1927’de yazılmış fakat 1960’larda, 1970’lerde çokça okunur olmuş. Hem kiliseye giden dindarlar hem de hippiler sahiplenmişler şiiri o yıllarda. İşte birkaç satır: Gürültünün ve telaşın ortasında sükunetle, uysallıkla yürü ve sessizlikte huzur olduğunu hatırla. Olabildiğince iyi ol tüm insanlarla ama teslim de olma. Doğru bildiğini açık ve telaşsız söyle; başkalarına da kulak ver, sana ne denli can sıkıcı ve donuk görünürse görünsün, onların da bir hikâyeleri vardır. Gürültücü ve saldırgan olanlardan sakın; öyleleri ruha iyi gelmezler. Yorgunluktan ve yalnızlıktan korkular doğar. Kendine karşı nazik ol. Bir ağaç gibi, bir yıldız gibi evrenin bir çocuğusun sen de. Burada olmaya hakkın var………. Tüm aldatmacasına, güçlüğüne ve düş kırıklığına karşın dünya güzel. Neşeli ol. Mutlu olmaya çalış. 12 Kasım – Refik Halid Karay: ““Kapakları gördüğünüz gibi, boya küpüne batırıp çıkarmazsak, kitap satamıyoruz diyorlar.” Evet ama, okuyucuyu o zevksizliğe alıştıranların yine kendileri olduğunu unutmasınlar.” Yaratıcı bir biçimde hazırlanmış çok güzel kitap kapakları var artık. Fakat ‘zevksizliğe alıştırmak ve alışmak’’ gerçek bir olgu. Kimsenin iyi şeyler üretmeye sabrı kalmadı, iyi şeylerin para olarak geri dönüşü çok uzun. Üstelik hiçbir zaman kolayına kaçarak üretilenler kadar çok kazandırmıyor da. Ters orantılı bir süreç var burada. 14 Kasım 2013 – Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 19. Taraflar Konferansı’nın üçüncü gününde Türkiye “Günün Fosili” seçildi. Türkiye bu ödülü sera gazı salınımlarını yüzde 124 arttırması sebebiyle aldı. 2015 yılında Avustralya’nın da yüzünü karalayan bu ödülü, Kanada, Yeni Zelanda, Japonya, Belçika, Danimarka da aldı. Yeni ayaklanan bebekler gibi, arada düşmemiz olağan elbette. 16 Kasım 1849 – Rusya’da bir mahkeme Fyodor Dostoyevski’yi hükümet karşıtı eylemlerinden dolayı ölüm cezasına çarptırdı; ceza daha sonra kürek cezasına çevrildi. Dostoyevski Sibirya’ya sürüldüğünde “en tehlikeli suçlulardan biri” olarak damgalanmış, prangaya vurulmuş. Hapishane kampının barakalarında koşullar acımasızmış. O kadar çok sayıda mahkûm bir arada yaşıyormuş ki, kıpırdayacak yer yokmuş (fıçıdaki balıklar gibi diye tanımlıyor Dostoyevski bunu). Kışın Sibirya’nın katlanılması güç, dondurucu soğuğu, yazın tıklım tıklım barakalardaki dayanılmaz havasızlık, iğrenç koku. Koğuşların zemini, üstünde kayıp düşülecek kadar kalın bir kir tabakasıyla kaplıymış. Bir yandan da hastalıklar. Bit, pire. Bütün bunlar Dostoyevski’nin şanssızlığı kadar şansı da belki. En azından Rus ve dünya edebiyatının, okuyucu olarak bizim şansımız. Yaşadığı güçlükler, çektiği acılar olmasaydı Suç ve Ceza’yı, Ecinniler’i, Karamazof Kardeşler’i yazabilir miydi Dostoyevski? Acılar çekmek pahasına verilen büyük yapıtlara karşılık sıradan ama mutlu bir yaşam… Seçme olanağı olsaydı, Dostoyevski hangisini seçerdi? Siz hangisini seçersiniz? 28 Kasım – Özdemir Asaf: “Yalnızlık paylaşılmaz / paylaşılırsa yalnızlık olmaz” Özdemir Asaf’ın kısacık şiirlerinde zeki ve haşarı bir mantık var her zaman. “Ben duygudan çok düşünce alışverişi yapıyorum.” demiş kendisi de. Fakat yalnızlığın paylaşılmasında düşünceyle kavranamayan, yürekle sezilen bir şey var. Mantıklı olmayan yine de olabilen bir şey. Yalnız’ı, yalnızlığı çok yazmış Özdemir Asaf. “Yalnız/ Kendi Ben’inin/ Sen’idir” diyor Yalnız’ın Durumları’nda Bundan güzel söylenebilir mi? 11 Aralık 2004 – Luis Bunuel’in yönetmenliğini yaptığı Burjuvazi’nin Gizli Çekiciliği filmi Hong Kong’da Fransız Film Festivali’nde gösterildi. Sürrealist filmlerin ünlü yönetmeni Bunuel’in bir filminin, filmin çekiminden otuz iki yıl sonra gösterilmesinde aslında kayda değer bir şey yok, sonuçta Hong Kong’da bile olsa Fransız Film Festivali. Kayda değer olan filmin kendisi. Yönetmenin, varlıklı orta sınıfın yaşam biçimine getirdiği eleştiriyi anlatma biçimi. Sürekli kesintiye uğrayan tuhaf akşam yemekleriyle, rüyalarla, kent dışındaki bir yolda belirsiz bir hedefe doğru sürüp giden yürüyüşle ne demek istiyor Luis Bunuel? Belki, insanın ne aradığını bilmeden sürdürdüğü yolculukta (yaşam yolculuğunda) anlamsız ve gülünç şeylerle oyalandığını. Yozlaşan toplumu. Nazik davranışların ardında saklanan hoşnutsuzlukları. İki yüzlülüğü. İnsanların nasıl da birbirini kullandığını. 12 Aralık – Afet Ilgaz: “İnandırıcı olmuş mu, olmamış mı… Rahmetli Ataç’ın Orhan Hançerlioğlu’nun bir romanı için yaptığı bir eleştiride vardı böyle bir tartışma. İnandırıcı olmadıysa, fotoğrafını da çeksen işe yaramaz.” Nurullah Ataç’ın bu çok yerinde sözleri, kurgusal fotoğraflarını edebiyata, özellikle de edebiyatın öykü türüne benzettiğim Kanadalı fotoğraf sanatçısı Jeff Wall’ı anımsattı bana. Yaşamdan anları kurguluyor, yeniden oluşturuyor ve fotoğrafını çekiyor Jeff Wall. Bazen kurgu, gerçeğin kendisinden daha açıklayıcı, daha dışavurumcu. Bir Jeff Wall fotoğrafı da, herhangi gerçek bir ânın belli bir duyguyu yakalamakta çaresiz kalmış fotoğrafından daha etkileyici olabiliyor. Jeff Wall’dan Nurullah Ataç’a dönersek; inandırıcı olunca, kurmaca fotoğraf bile olsa işe yarıyor. 13 Aralık – Sulhi Dölek: “Mizah deyince akla yoz, cıvık ürünler geliyor. Oysa bu, bir bakış açısı sorunudur. Ben kimsenin kasıklarını çatlatmak amacında değilim.” Gülmece sözcüğünün dilimize Aziz Nesin’in bir azizliği olduğunu, söylüyor Sulhi Dölek, “O bu sözcüğün ‘mizah’ı karşıladığına inanıyordu, biz de Türkçe bir sözcük olduğu için benimsedik. Fakat Mark Twain’in öyküleriyle, herhangi bir gazetenin hafta sonu ekindeki dili ve çizgisi kötü bir karikatürü ya da bir Laz fıkrasını aynı kefeye koymuş olduk.” 16 Aralık – Abdülhak Şinasi Hisar: “Mazi lezizdir, ona geçen zaman ile bozulmadığı için itimad eder, onu solmadığı için severiz.” Abdülhak Şinasi Boğaziçi Mehtapları’nda diyor ki, “Herkesin kendi mazisine hasret çekmesi tabiidir. Hatıramızda bu günlerimize kadar devam etmesiyle, en çok uzamış olan, en çok yaşamış olduğumuz zaman dilimidir mazi.” Değişik bir bakış değil mi? Geçmiş, yaşanmış bitmiş değil, neredeyse hâlâ yaşanıyor gibi. Hep bizimle birlikte. Bu anla birleşiyor, şimdiki zaman onunla birlikte bir bütün oluyor. “Biz maziyi daima gönlümüzün süzgecinden geçmiş olarak hatırlarız ve onda ancak gönlümüze göre tasfiye edilmiş bir hatıra buluruz.” demiş Abdülhak Şinasi, “Halin bütün dikenleri gözlerimize batar. Halbuki mazinin bize batacak dikenleri ortada değildir.” 15 Aralık – “Burnumda kömür ve barut kokusu, kulaklarımda hâlâ Ankara Misket Havası ve şuramda o yara.” Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi Adalet Ağaoğlu’nun, bir gecelik zaman diliminde geçen fakat Türkiye tarihinden bir dönemi anlatan; orta sınıfa, aydınlara, iş çevreleriyle, ordu ve politikacılar arasındaki yapay ilişkilere mükemmel çizilmiş kişilikler aracılığıyla bakan romanının bitiş cümlesi. Mutlaka okunması gereken romanlardan, Bir Düğün Gecesi. 31 Aralık – “Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya/ Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum/ Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun…” Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı Göğe Bakma Durağı şöyle başlıyor: İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım/ Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından/ Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından/ Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar/ Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/ Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım Günlük yaşamın sıradanlığından, anlamsızlığından mı kaçmak istiyor Turgut Uyar? Sığınılacak neresi var ki? Sığınılacak yer, kaçılan yerin tam kendisi bana kalırsa. (*) Resimli Edebiyat Takvimi, İletişim Yayınları Bu yazı Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi Kasım, Aralık 2017 sayısında yayımlanmıştır.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|