|
|
Bölünme ve paylaşmaKategori: Dünya | 2 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 05 Ekim 2017 20:31:08 Batı Avustralya (WA) Avustralya’nın 6 eyâletinden biri ve 2.646 milyon km², yâni eyâlet dediysem, Türkiye’nin yaklaşık 3,5 katı büyüklüğünde. Yasalara göre Federal Hükûmetin topladığı GST (KDV) eyâletlere dağıtılıyor. Batı Avustralya maden zenginliği nedeniyle toplam GST’ye büyük katkıda bulunuyor. Bir ay kadar önce iktidardaki Liberal Parti’nin eyâlet yönetimi Batı Avustralya’nın Avustralya’dan ayrılma konusunu incelemesi kararı aldı.
Temelinde yatan neden de bu eyâlette toplanan GST’nin sadece yüze 34,4’ünün Federal Hükûmetçe bu eyâlete geri dönmesi. Özetle, “bizden alıp öteki eyâletlere veriyorsunuz, biz bu zenginliğin bu eyâlette kalmasını istiyoruz” diyorlar. Zenginliği paylaşmak istemiyorlar. Batı Avustralya’nın etnisite, din, mezhep falan hiç bir yönden Avustralya’nın geri kalan eyâletlerinden hiç bir farkı yok. ABD’nin 50 eyâletinden birisi olan Kaliforniya 40 milyon nüfusu ile ve kuzey yarı küredeki en büyük tarım üreticisi olarak kendi başına dünyanın 6. büyük ekonomisi. Diğer eyâletlerin hepsinden daha fazla dış ticareti var. Federal hükûmete en fazla gelir vergisi ödeyen eyâlet. Böyle olunca da diğer 49 eyâletten daha yoksul olanlara kaynakları aktarılıyor. Birçok bağımsız küçük ülkeden daha fazla nüfusu ve daha büyük ekonomisi olan Kaliforniya ABD’den ayrılmak istiyor. Ekonomik nedenlere bir de genellikle Trump’ın görüşlerine karşı çıkmaları ekleniyor. Öyle ki Trump’la aynı partiden olan eski Kaliforniya valisi Arnold Schwarzenegger bile başkana sert biçimde karşı çıkıyor. İlginç olan bu ayrılma hareketine en büyük desteğin Rusya’dan gelmesi! Ancak, federal yasalara göre bunun gerçekleşebilmesi için diğer eyâletlerin dörtte üçünün onayıyla anayasanın değişmesi gerekiyor. Kaliforniya’nın diğer eyâletleri ekonomik olarak sübvanse ettiği düşünülürse bu da pek olası görünmüyor. Özetle Kaliforniya ürettiği zenginliği diğer eyâletlerle paylaşmak istemiyor. Rusya da ABD’nin gücünü azaltmak için bölünmeyi destekliyor. Katalonya özerk bölgesi İspanya’nın en gelişmiş bölgelerinden birisi. Başkenti Barcelona. Daha önce kuzeydeki Bask bölgesi bağımsızlık çabaları göstermişti. Baskların dili ve kültürü kendilerine özgü ve uzun yıllar ETA silâhlı terörist eylemler yoluyla bu çabalarını gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak 2011’de artık hiçbir silâhlı eyleme girişmeyeceklerini beyan etti. Şimdi de Katalanlar İspanya’dan ayrılıp bağımsız bir ülke olma yolunda referanduma gittiler. İspanya merkezî hükûmetinin tüm baskıları sonucu referanduma katılım yüzde 42’de kaldı ve katılanların yüzde 90’ı İspanya’dan ayrılma yönünde oy kullandı. Katalanların dili İspanyolcaya yakın ve farklı bir dil ama halkı İspanyol. Verilen rakamlara göre İspanya merkezî hükûmeti Katalonya’nın ürettiği zenginliğin sadece üçte birini Katalonya’ya geri döndürüyor. Katalanlar özetle şunu diyorlar: “biz İspanya’nın daha yoksul bölgelerini sübvanse etmek istemiyoruz, ürettiğimiz zenginlik bizde kalsın”. Yâni zenginliği paylaşmak istemiyorlar. 2008 yılında Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Kosova ufacık bir ülke. Kosova’da kurşun, çinko, gümüş, nikel, mangan ve bor maden değerlerinin 1.000 milyar dolar değerinde olduğu belirtiliyor. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra kaynak paylaşımı elbette gündeme geldi. Kosova 425 bin ton kurşun, 415 bin ton çinko, 800 bin ton gümüş, 185 bin ton nikel ve 6.5 bin ton kobalt madeni ve 1 milyon 700 bin ton boksit rezervlerine sahip ve 15 milyon ton ferronikel rezervinin olduğu, sadece linyit rezervlerinin 500 milyar dolar değerinde olduğu belirtiliyor. Yugoslavya’nın komşunun komşuyu öldürdüğü iç savaşında Sırpların saldırısından Kosova’yı Clinton’ın Sırbistan’ı bombalayarak Müslümanları çok sevdiği için mi kurtardığını düşünüyorsunuz? Bu madenleri işleten şirketler hangileridir diye sordunuz mu acaba? “Bu kaynaklar sizin, neden Sırplarla, ya da başkalarıyla paylaşacaksınız” söylemi elbette Kosova’da destek buldu. Sırbistan halâ Kosova’yı tanımıyor. Kosova zenginliğini paylaşmak istemiyor – bu zenginlikler yabancı şirketlerin kasasına aktarılsa bile… Son günlerde Türkiye’nin gündemi Barzani’nin bağımsızlık referandumuyla yatıp kalkıyor. Irak’ın doğal zenginliklerinden en önemlisi petrol ve petrolün önemli kaynaklarından biri de Kerkük-Musul. Barzani “İsrail için Kudüs neyse Kerkük te bizim için odur” dedi. Irak anayasasına göre merkezî hükûmetin Kuzey Irak yönetimine petrol gelirlerinden yüzde 17 pay vermesi gerekiyormuş. Barzani Kerkük-Musul petrolünü Türkiye üzerinden (kimlerin aracılığıyla konusuna burada girmeyeceğim) satması sonucu Irak merkezî hükûmeti de bu payı vermiyormuş. Barzani’nin bağımsızlık referandumu “biz bu petrolün gelirinin tamamını alacağız, merkezî hükûmete bir şey vermeyeceğiz” referandumudur. Kerkük ve Musul petrolü olmasaydı Barzani’nin böyle bir girişimde bulunacağını sanıyor musunuz? Zenginliği paylaşmak istemiyor. Dünyanın büyük güçleri açısından ekonomik olarak bunun hiçbir önemi yok, çünkü her yerde petrolü çıkaran zaten uluslararası şirketler. Kürt, Arap, Türkmen vs. konuları bence “cambaza bak” oyunundan ibaret. Ayrıca bölgede karışıklık çıkması silâh satan ülkelerin zaten arayıp ta bulamadığı şey. Trump önce Suudilere, sonra da Katar’a milyarlarca dolarlık silâhı daha dün satmadı mı? Bu yukarıdakilere uymayan bir başka model var. Eski Avusturya-Macaristan imparatorluğunun I. Dünya Savaşı sonrasında dağılması sonucu ortaya çıkan Çekoslovakya örneği. 1 Ocak 1993’te Çekoslovakya ikiye bölündü. Bir yanda yaklaşık 10 milyon nüfuslu Çek Cumhuriyeti, öte yanda yaklaşık 5 milyon nüfuslu Slovakya. Bölünme yanlısı olan, farklı bir ırk olduklarını öne süren Slovaklardı. Çek yönetimi, özellikle de o dönem cumhurbaşkanı olan saygın oyun yazarı Vaclav Havel Slovaklara ne kadar “yapmayın, etmeyin” dediyse de dinletemedi ve bir damla kan dökülmeden ülke ikiye bölündü. Ülkenin altın, ulaşım, askerî varlıkları dahil nüfus temelinde her şey 2’ye 1 oranında paylaşıldı. Çek Cumhuriyeti daha gelişmiş ve sanayileşmiş olan bir ülke olarak –deyim yerindeyse- sırtından Slovakya yükünü attı. Bugün Çek Cumhuriyetinde kişi başına milli gelir, Slovakya’nınkinden yüzde 20 daha yüksek. Slovakya’dan birçok insan çalışmak için Çek Cumhuriyetine gidiyor. Sanırım Türkiye’yi bölüp Güneydoğuda bir Kürdistan kurma fikrine –beni coplayacaksa Kürt polisi coplasın diyenlere- karşı çıkanlar Çekoslovakya örneğinden ders almış olmalılar. “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı” kutsal bir metinmiş gibi tekrarlanıp duruyor. İlk kez 4 Temmuz 1776’daki Amerikan Bağımsızlık bildirgesinde 13 İngiliz Kolonisi adına Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan bu ilkenin Sovyetler döneminde bunun sömürgeciliğe karşı çıkma şiarı olarak ortaya atılmasının ardından ABD Başkanı Wilson bu ilkeyi çarpıtarak ulus devletleri etnisite, din, mezhep vs. temelinde bölmek için pazarlamaya başlamıştır. Bugün “yeni dünya düzeni” denen yeni emperyalizmin çıkarının büyük uluslararası şirketler tarafından kolay manipüle edilebilecek küçük devletçikler yaratmakta yattığını görmemek için kör olmak gerekir. Bugün ABD’nin Irak ve Suriye’de, Libya’da, Sudan’da yaptıklarını ve İran’daki Azerileri, Çin’deki Uygurları bu amaçlarla kullanmaya çalıştığını nasıl görmezden gelebiliriz? Ulus devletlerin birçoğu zaten çokuluslu şirketlerin boyunduruğu altında değil mi diyebilirsiniz. Doğrudur ama ulus devletlerin –hele güç birliği yaptıklarında- bu boyunduruktan kurtulma olanağı varken mini devletlerin hiç şansı yoktur. Enayi İtalyanlar ta 1860’ta birleşik İtalya’yı, saftirik Almanlar 1871’de birleşik Almanya’yı kurmuş, ta 1607’de gariban 13 Amerikan kolonisini birleştirip ABD’yi oluşturan hıyar Amerikalılar bugün 50 eyâletli bir süper güç meydana getirmiş, daha 70 yıl önce gırtlak gırtlağa gelmiş gerzek Avrupalı ülkeler bugünlerde bir Avrupa Birliği oluşturmuş, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika gibi 5 büyük ebleh ülke bir BRICS birliğini inşa etmek çabası içindeymişken bizim gibi ileri zekâlı geri kalmış ülkeler Wilson’ın “Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı” oltasına takılıp çeşitli bölünme senaryolarında figüranlık yapmaktalar. Ve bizim “sosyalistler”in sınırlar olmasın ütopyalarının aksine, “bütün insanlığın dünyanın tüm zenginliğini paylaşması” rüyasının aksine, emek-sermaye çelişkisini, kapitalist sömürü mekanizmasını bir kenara koyarak, “Dünyanın bütün Emekçileri birleşin, din, dil, ırk, cinsiyet, milliyet ve ulus ayrımcılığı olmayan adil yeni bir dünya yaratalım!” söylemini modası geçmiş eski bir pabuç gibi fırlatıp atarak bu politikalara alet olduğunu görmek gerçekten acı verici. Bölünmek mi, paylaşmak mı?
YorumlarGündoğdu Gencer
{ 14 Ekim 2017 19:53:23 }
WA'da Liberal Parti'nin iktidarda olduğunu söylemedim ama yazdığım yanlış anlşılmaya müsaitmiş. "Liberal Parti'nin eyalet yönetimi" değil "eyalet örgütü" desem daha net olurdu.
Mustafa Kemal Dogan
{ 06 Ekim 2017 01:37:26 }
Düzeltilmesi gereken bor nokta: 17 Mart 2017’den bu yana, Western Australia’ da Labor Party iktidarda... Eğer bunu isteyen Liberal Party ise, onlar muhalefette...
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|